Hem Biz Onların Hayatına Dokunuyoruz, Hem de Onlar Bizim Hayatımıza Dokunuyorlar

Yerden Yüksek Çocuklar ile Mimarlık Topluluğu bu sene kaldığı yerden devam ediyor, Beykoz'da bir ilköğretim okulunda "Mandala" isim atölye dizisini yürütüyor. Bir nefes de biz istedik çocuklardan arta kalan, geldiler, üflediler ve gittiler...

…Nedir abi bu Yerden Yüksek?
Hani sokakta kan ter içinde çekici yemek kokuları ve bastıran karanlığa rağmen
yorgun olduğun halde annen balkondan adını haykırsa da vazgeçmeyip oynadığın bir oyun vardı…

Yerden Yüksek Çocuklar ile Mimarlık Topluluğu’nu yaptıkları atölyelerden, etkinlik haberlerinden tanıyoruz. Kişileri bilmesek de, çocuklar ile yapılan bu eğlenceli çalıştayların bazen de sergiyle sonuçlandığını, bizi çocukların bilinmez dünyalarına taşıdıklarını biliyoruz.

Peki kimdir bu Yerden Yüksek? Nasıl oluştu? Şimdi nerede, hangi çocuklarla birlikte?

Daha da önemlisi düşünmenin, üretmenin yeri ve yaşı toplum tarafından yazılı olmayan kurallarla belirlenmişken, bunu değiştirmenin yöntemleri nelerdir? Bu engeller aşıldığı takdirde bizi gelecekte neler bekler?

Kısaca, çocuklara öğretilecek bilimsel doğruları bir kenara bırakırsak bizim çocuklardan öğreneceğimiz neler var? Kaybettiklerimizi tekrar kazanabilir miyiz?

Kelimesi kelimesine cevaplar bulamayacaksınız bu güzel söyleşide belki ama, anılarınızı hatırlayacak, yaşayamadıklarınızı da özlemle anacaksınız…

Başlamadan ufak bir bilgi: Sunay Paşaoğlu’nun fikri olan Yerden Yüksek Topluluğu şu anda 13 kişiden oluşuyor. Zaman zaman büyüyen, zaman zaman küçülen grup her zaman aynı hevesle çalışalarına devam ediyor. Biz Arkitera Mimarlık Merkezi olarak gruptan yalnızca beş kişiyi ağırlayabildik. Keyifli okumalar…

İlknur Sudaş: Öncelikle sizi biraz tanıyalım. Kimsiniz ve Yerden Yüksek nedir?


Sunay Paşaoğlu:
Ben Sunay. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde okuyorum. Bir buçuk sene kadar önce, okulda tasarım alanında yapılan işlerin görüntüleri farklı olsa da süreçlerinin benzer olduğunu farkettim. Sonuçta temsil dünyasıyla haşır neşir bir fakülteyiz. Ama temsil bir nakletme aracından ziyade kılıfına uydurma aracı haline geliyor. Daha sonra, acaba tasarım bilgisi mi bizi köreltiyor ya da bu süreçleri yüzeysel bir hale mi getiriyor diye sorgulamaya başladım. Ve dedim ki; acaba bu çalışmaları hiç tasarım bilgisi olmayan çocuklarla yapsak ne olur. Sonra da işte grubu oluşturma çabasına girdim. Geçen sene farklı kişiler vardı, bazıları kaldı, bazıları devam etmedi, ya da okulları bitenler oldu. 

Geçtiğimiz sene, bir nevi deneme süreciydi ve farklı yerlerde, farklı yaş gruplarıyla 10 çalışma yaptık. Devamında da bu sene izleyeceğimiz yolun haritasını çizmeye başladık. Hangi yaş grubuyla nasıl çalışabiliriz, ya da hangi malzemeleri kullanmalıyız gibi. Bu seneki çalışmalarımıza bir sergiyle başladık: Amiplerin Gereksizlikler Ülkesi. Şimdi de Mandala’ya devam ediyoruz. Çok genel özetlemek gerekirse böyle.

Duygu Saygı: Sunay dışında burda hepimiz mimarlık 2. sınıf öğrecisiyiz. Sunay İç Mimarlık’ı bitirdi, şimdi Mimarlık’ta devam ediyor.

Ben geçen senenin sonlarına doğru katıldım gruba. Yazın, Limyra’da Zeynep Kuban’ın düzenlediği Çocukların Limyrası projesine katıldık. Orada senelerdir yapılan bir arkeolojik kazı ve buna göre bir yaşantı olmasına rağmen kimse o antik kentin ne kadar değerli olduğunun farkında değil. Zeynep Hoca da bir anlamda oradaki çocuklara dokunmak istemiş ve böyle bir proje başlatmış. Her yaz çeşitli atölyelerde insanlar buluşuyor ve çocuklarla çalışmalar yapıyor. Bu sene de dördüncüsü yapıldı ve biz de Yerden Yüksek ekibi olarak çocuklarla çalışmaya gittik. Önceki tek günlük veya 2 günlük çalışmalarımıza göre bu çok daha değişik bir süreç oldu. Limyra sürece yayılan ve atölye basamaklarının planlanması gereken bir çalışma olmuştu ve büyük bir avantajdı bizim için. 

Sunay Paşaoğlu: Kazı ekibi ve toprak sahipleri arasındaki sıkıntılar nedeniyle olumsuz başlasa da olumluya dönen bir süreç oldu. Normalde herkese 10-15 çocuk düşecekti ama muhtarın “gitmeyin” diye kışkırtması nedeniyle toplamda 30 çocukla hep birlikte çalışmamız gerekti. Herkes ortak çalıştı, kutu oyunu ile başladığımız günleri animasyon ve tiyatroy çalışmaları ile bitirdik. 

Duygu Saygı: Limyra’dan sonra yazın yaptığımız toplantılarda yeni bir fikir geliştirdik. Geçen sene kısa atölyeler yapıyorduk ve bitiyordu. Bu sene dedik ki, devam etsin. Atölyeler sonucunda çıkan ürünler de tasarımcılar veya farklı disiplinlerden insanlarla biraraya gelse, çocuklar da o ürünler üzerine daha farklı şeyler eklemeye çalışsa acaba nerelere gider… Böylece yapılan işleri bir sergiyle sonlandırmaya karar verdik ve ilk denemesini yazın yaptık. TAKGece’nin bir toplantısında kendimizi tanıttık ve 6 aşamalı bir çalıştay yaptık. Tamamen spontane bir şekilde Yoğurtçu Parkı’na gelen çocuklarla yaptığımız çalışmanın temasını TAK’a gelen insanlarla geliştirdik. Sonunda da bahsettiğimiz Amiplerin Gereksizlikler Ülkesi sergisi çıktı mesela.


Amiplerin Gereksizlikler Ülkesi

“Burası bizim mekanımız mı olacak?”


Sunay Paşaoğlu:
Şu anda yürüttüğümüz Mandala atölyesi ise geniş bir zaman dilimini kapsıyor. Haziran’ın ortasına kadar sürecek. TAK ile yaptığımız çalışma bunun bir denemesi idi. Ama süreç olarak benzeri değil. Sergi kısmında Karcan, Murat ve Deniz de dahil olmuşlardı. Süreçten öte, çocukların tasarımlarının da eklendiği sergi  “bir şeyler çıkartabiliyor muyuz bu atölyelerden”in cevabı oldu. Sergi isminin içeriğinden ürününe en baştaki tüm kararları çocuklar vermiş oldu. Amip kavramı, korniş adam kavramı, daha başka bir sürü kavram… Çocukların kararı, tasarımı üzerinden tasarımcılar bir şeyler çıkardı. 

O süreçte, TAK’ta ilk gecenin ardından oyunlar oynayarak belirli kavramlar belirledik, seçtiğimiz kavramlarla da çocuklarla çalıştık. Yaptıkları tasarımları yeniden TAK’a getirdik ve tasarımcılarla üzerine konuştuk. Bu kez bir sürü başka kavramlar çıkardık. Bunlar üzerinden eskizler yaptık ve bu yapılan tasarımları ve serginin nasıl olması gerektiğini aramızda tartıştık. 

Karcan Kaya: TAK’ta yapılan çalışmada tasarımcılar bir şekilde çocukların üretimleriyle karşı karşıya getirilmişti. Mandala’ya başlarkense bunu hedeflemedik. Yani çocuğun ortaya çıkardığı veriyi tasarımcının değiştirmesini istemedik bu sefer.

Murat Usta: Sergide kendimizi eleştirdiğimiz nokta çocuk grubunun sürekliliğini sağlayamamamız ve çocukların ürünlerini geliştirip ortaya koymamızdı. 

Duygu Saygı: Bir şekilde geri bildirim alamıyorduk sonunda. 

Murat Usta: İyi bir denemeydi belki ama Mandala’da fikrimizi geliştirdik… Çocuk grubunun sürekli olması için çocuk topluluklarıyla, vakıflarla falan görüştük. Takvimler uymadı, atölyeler ağır geldi derken, en sonunda Beykoz’da Mahmut Şevket Paşa İlköğretim Okulu’na gittik. İstanbul’dan izole olmuş bir yer ve müdür de çok anlayışlı çıktı.

Bize bir sınıf tahsis etti, “Görsel Sanatlar Odası”. Çocuklar dördüncü sınıf olmalarına rağmen hiç kullanmamışlar, bizimle berbaer onlar da odayı gördü. Daha ziyade depo olarak kullanıyorlarmış.


Mandala 1: Beden Atölyesinden, Görsel Sanatlar Odası

Deniz Engin: Tamamen bize ait şu anda. İstediğinizi yapabilirsiniz dediler. Biz de gönlümüzce kullanıyoruz. Yerleri, duvarlar, kitaplıkları boyuyoruz. Ve çocuklar da odayı sahiplendiler. Son atölyemiz için gittiğimizde “Neredeyiz bugün?” diye sordular. “Hava soğuk, bu nedenle dışarı çıkamıyoruz.” dedik, hepsi çok sevindi ve “Bizim yerdeyiz yani.” dediler. (Gülüşmeler)

Amaç aslında çocukların, çocuk olarak girip tırnak içinde adam olarak çıktıkları ilkokullara sızmak, özerk mekanlar yaratmak, bağımsız düşünce imkanları sunmak.


Sunay Paşaoğlu:
O “bizim yer”i biraz düşünmek lazım aslında. Ne olabilir? Bu atölyeler zinciri 8 aşamadan oluşuyor. Daha da fazla olacak belki de. Sonunda da Amip sergisinde olduğu gibi tasarımcı gruplar olacak, ama farklı bir süreç işleyecek. Serginin devamında da henüz ismini kararlaştırmadık ama bir Anadolu turu olacak. Şimdilik Mandala seyahati ya da Yerden Yüksek Tekerlek diyoruz. Yerden Yüksek’in yayılma aşaması sayılabilir. Tüm bunlar olurken, biz gittiğimizde ya da yeni bir çalışmaya başladığımızda o oda nasıl kalacak? Nasıl beslenecek? Yeni yeni bunları tartışmaya başladık aslında aramızda. Çünkü çocuklar bunu istiyor. Belki de o oda 10 sene sonra buluşacakları yer olacak. Amaç aslında çocukların, çocuk olarak girip tırnak içinde adam olarak çıktıkları ilkokullara sızmak, özerk mekanlar yaratmak, bağımsız düşünce imkanları sunmak diyebiliriz.

Duygu Saygı: “Bizim yer” demeleri çok kıymetli bir şey. Hatta ilk atölyede “Burası bizim mekanımız mı olacak?” dediler. Üstelik mekan sözcüğünü veya başka herhangi bir mimarlık terimini kullanmamamıza rağmen. Bu şekilde, benimseyerek söylemeleri bizim çok hoşumuza gitmişti.

Murat Usta: Çocuklardaki gelişim de inanılmaz. Mandala’nın ilk atölyesinde tanışma oyunu oynadık. Yumak yaptık, birbirimize ip yumağını atarak isimlerimizi söylüyorduk. Bir ağ oluşuyor sonunda yuvarlak formlu. O ağı yere yapıştırdık ve şekilleri bir şeylere benzeterek boyayalım dedik. Bir çocuk bilgisayar oyunlarından gördüğü silah isimlerini söylüyor her seferinde, biz ilk defa duyuyoruz tabi. Aynı çocuk beşinci, altıncı tahmininde “gelin çiçeği” var dedi, rahatladık. Doğru yoldayız dedik.


Mandala 1: Beden Atölyesi Tanışma Oyunu

“Uzaylı müdür yardımcısına karşı.”


Sunay Paşaoğlu:
Tüm buluşmalarda kültürel, sosyal kodlar en umulmadık zamanlarda ağızlarından kaçıyor bazen. Bana güzel gelen şey ise, absürt bir tasarımın içerisine realitenin girmesi. Örneğin, Yoğurtçu Parkı’nda çocuklara “okuldan eve nasıl gidersiniz” diye bir rota çalışması yaptırmıştık. Herkes istediği malzemelerle kendi öyküsünü anlatıyordu. İkizler vardı aralarında, Kadıköy’de oturup Şişli’de okuyorlardı. Her gün Boğaz Köprüsü’nden geçiyorlar. Trafik, uyku hali, rüya durumu… Bir tanesi Boğaz görüntüsünü yaptı kroki şeklinde, iki boyutlu. Diğeri de böyle kanlar içinde bir gemi getirdi. 

– Niye kanlar içinde?
– Savaş çıktı.
– Ne savaşı?
– Zombi savaşı.
– Kime karşı peki bu savaş?
– Uzaylı müdür yardımcısına karşı.

(Gülüşmeler) Bu mesela eğitim ile ilgili eleştirel bir kod. Veya cehennemin altına inen roller coasterın girişine OGS gişesi koymaları da kentle ilgili, ulaşımla ilgili eleştirel bir kod.

Farklı yaş grupları, farklı şehirler, farklı kodlar. Bunlardan bir sonuç çıkıyor mu, “şu yaş aralığıyla böyle çalışılır” gibi?


Sunay Paşaoğlu:
Açıkçası temel bir kalıcı sonuç yok. Bu sürecin kendi içinde bile değişebiliyor. Bir atölyede gördüğünüzü, 3 atölye sonra göremeyebiliyorsunuz. Her seferinde deniyor ve karşılaştırıyoruz.

Peki bu grup oluşur oluşmaz mı şehir dışına gitmeye başladınız?


Sunay Paşaoğlu:
İlk sene 5., 6., ve 11. atölyelerde şehir dışına çıktık. Kitap tanımı gibi olacak ama o karşılaştırmaya göre mesela şöyle bir sonuca varmıştım: 6 ile 8 yaş grubu arası tamamen ütopik bir hayal dünyasına sahip. İlkokul bitmeye yaklaşırken, 12 yaş sonrasında ise hayaller realize olmaya başlıyor. Ben kendi adıma şöyle düşünmüştüm. 9 ile 12 yaş arasında ikisinden de var. Ama şimdi bu karşılaştırmalarımdan da vazgeçiyorum. Geçen sene tek atölyeler yapıyorduk, bu sene sürekli bir grubumuz var. Farklı bir karşılaştırma söz konusu yani. Yaşla da çok alakalı olduğunu düşünmüyorum.

Murat Usta: Parametreler çok fazla bir kere. Yaşadığı ortam çok etkili. Ailenin kültürü, yaşadığı yerin kültürü, televizyonda izledikleri, okulda aldıkları eğitim… Örneğin, gittiğimiz okulda resim, müzik hocası yok, metamtik hocası resim dersine de giriyor, ya da ilköğretim hocası müzik dersine.

Duygu Saygı: Ya da fen bilgisi öğretmeni olmasına karşın çocuklar mikroskopu ilk bizimle gördüler.

Murat Usta: Okulda olanak yok diyemeyiz, az da olsa var. Ama ya kullanılmıyorlar, ya da başka amaçlar için kullanılıyorlar. Örneğin laboratuvar depo olarak kullanılıyor. National Geographic’in verdiği bir planetaryum var ama paketini biz açtık. Çocukları yönlendirecek, onların kullanılmasını sağlayacak kimse yok.

Peki eğitimcilerle toplantı yapıyor musunuz atölyeler öncesinde ya da sonrasında?


Duygu Saygı:
Aslında yapmıyoruz.

Sunay Paşaoğlu: Aslında atölyeler başlamadan önce görüştüğümüz topluluklarda konuşma fırsatı yakalayabilmiştik ve bize çok değerli bilgiler vermişlerdi. Önceki çalıştığımız gruplarda da mesela sosyolog ve pedagoglar vardı. İlerleyen aşamalarda katılımla belki bunu zenginleştirebiliriz.

Duygu Saygı: Aslında okuldaki öğretmenler de çok istekli. Müdür istediğimiz her şeyi yapmamıza izin veriyor, mikroskop istediğimiz için fen bilgisi öğretmeni dersi olmamasına rağmen öğle arasında gidip anahtar getiriyor. Bu gibi olanaklar sağlanıyor, ama istendiğinde. Bir öğretmen varmış eskiden o görsel sanatlar odasını kullanan örneğin, o gittikten sonra bir daha kullanılmamış. 

Murat Usta: Yaşa da bağlı biraz. Genç olan hocaların çoğu bize gerçekten çok ilgi gösteriyorlar. Ama yaşça büyük olanlar, örneğin snıf öğretmenleri…

Deniz Engin: “Benim yapacak bir şeyim yoksa gideyim” dedi mesela ve gitti. Biz çocuklarla kaldık.

Bizim gibi henüz körelmemiş, daha ütopik düşünebilen çocuklara bu atölyeleri yaptırdığımızda çıkan sonuçları görmek bizim için de çok faydalı oluyor.

Dönüp dolaşıp bu seneki çalışmanıza geliyoruz. Peki o zaman “Mandala” ne demek?


Sunay Paşaoğlu:
Tam bir tanımı yok aslında.

Murat Usta: Doğuya ait.

Sunay Paşaoğlu: Kesinlikle. Mistik bir konu, biraz da moderniteyle bağlantılı, oryantalist. Doğudaki kabilelerin ritüellerinin tekrarlarını, hayatla ilgili iç-dış kavramlarını yansıttıkları bir dışavurum yöntemlerinden biri. Gemoterik mandala var, sezgisel mandala var. Bu tekrarlar ve ritüellerle ilgili bir durum.

Peki biz bunu nasıl ele aldık? Bu konunun omurgası, atölye süreçleri ile ilgili baya detaylı çalışmıştık. Daha bununla ilgili okumalar yapılmadan, herkes kendi araştırma durumunu kavram haritalarına döktü. Sonra bunları duvarlara astık. Çocuk grubu belli değil, süreç belli değil. Bu senenin Amipler sergisinin sonu ve bu sürecin başlangıcı. Devamında bu kavram haritalarını birbiriyle çakıştırdık, dedik ki Duygu’nun yaptığı harita aslında Murat’ın haritasının bir parçasını oluşturuyor, Murat’ınkinin tamamı aslında Karcan’ınkinin içinde gibi. Ondan sonra bunları üstüste getirip ana bir omurga oluşturduk.

Dedik ki; bu Mandala konusu mistik bir şekilde başlayacak ama nesnelere dönüşecek. Nesnelere dönüştükten sonra da tasarımcılar bunlar üzerinden başka bir yere gidebilecek. Bir sürece sahip olması gerekiyordu: 3, 4 temel aşamaya ayırdık bütün bu kavram haritalarını. İlki His, İkincisi Odak, daha sonra Nesne ve bunların dönüşümü, ağ oluşturulması. His kısmında nden, doğa ve ritüeller üzerinde çalışılıyor. Biz ilk aşamada üç atölyenin ikisini yaptık şu anda mesela. Topoğrafya diye bir atölye var, o odak kısmını oluşturuyor. Daha sonra Rüya 1, Rüya 2 ve Rüya 3 diye üç tane atölye daha olacak. Bunlar biraz daha nesne kısmını oluşturacak, fiziksel bir şeyler yapmaya başlayacaklar. Ve daha sonra bunun dönüşümü takip edecek. Devamında tasarımcıların gelmesi ve ağ kısmının oluşturulması var. Eylem basamaklarımızı bu temel aşamalara göre oluşturduk. Daha sonra da zaten çocuk gruplarıyla görüşmeye gittik.

Duygu Saygı: Sonra bu aşamaların içleri doldu. Bunları kaç atölyede yapabiliriz, hangi içeriklerle yapabiliriz gibi. Atölyeler düşündük ve aslında farkettik ki yaptığımız çoğu atölye, mimarlık birinci sınıfta tasarım hocalarımızın bize verdiği ödevler. Mesela tasarım hocamızın bize yaptırdığı bir meyve analizini biz geçen hafta çocuklara yaptırdık.

Deniz Engin: Aslında bunlar farkında olmadan çıkıyor. Mesela “Bunu böyle böyle yaparız” diyoruz sonra göz göze geliyoruz. “Biz bunu geçen sene yapmıştık” diyoruz.

Duygu Saygı: Aslında bence bu da olumlu bir şey. Çünkü aslında ilkokulla başlayıp liseyi bitirene kadar o süreçte çok köreliyorsun. Her boş derste, her beden dersinde matematik, fen. Liseye geliyorsun, çok iyi bir üniversite kazanmak için dershaneler, özel dersler vs. Tek derdin bu akademik performanslar oluyor. Bundan sıyrılan sadece sanata gerçekten yeteneği ve ilgisi olan insanlar oluyor. Yani kendine dair bir keşfetme alanına pek imkan kalmıyor. Mesela mimarlık eğitimi birinci sınıfta başladığımda ben çok bocalamıştım, çünkü gerçekten köreldiğimi hissediyordum…

Ve işte bu yüzden, bizim gibi henüz körelmemiş, daha ütopik düşünebilen çocuklara bu atölyeleri yaptırdığımızda çıkan sonuçları görmek bizim için de çok faydalı oluyor. Teknik olarak da onları geliştiren bir süreç oluyor.

Nasıl sonuçlar çıkıyor peki?


Hep bir ağızdan:
Çok iyi şeyler çıkıyor.

Sunay Paşaoğlu: Bence daha arındırılmış ürünler çıkıyor.

Duygu Saygı: Daha minimal ve anlamlı çalışanlar oluyor.

Murat Usta: Mikroskoba baktırmıştık mesela: “Ne gördünüz?” sorusu. Ve gördüklerini anlatabilmeleri için malzemeler koymuştuk, kolaj yapabilmeleri için. Tabi “kolaj” gibi teknik kelimeler kullanmıyor, birebir bu şekilde yapılır diye öğretmiyoruz. Temel eylemlerle çizebilirsiniz, bak burda böyle bir malzeme var gibi şeyler söylüyoruz. Öğretmeden, bu böyle yapılmalı demeden, çocukları özgür bırakma niyetindeyiz aslında. Bunun da gerçekten bize geri dönüşü oluyor, çocuklar harika kolajlar yaptılar mesela. Benim “Dali” dediğim bir çocuk var. mikroskopta mandalinanın dokusuna baktı, öyle bir kolaj yaptı ki: Kaya var, kayadan su çıkıyor, su şelale oluyor, şelale de kayaya doluyordu. Sadece bir mandalina…

Ve kolaj mantığını da çok iyi anlamışlardı. Mesela bir tanesi cin aliden adam çizdi, top olarak orda duran topçuklardan alıp yapıştırdı. Kaleyi üç boyutlu yaptı.

Karcan Kaya: Biz onlara üç boyuta çıkın demedik hiçbir şekilde. Peligonu vermedik onlara. İhtiyaçları olursa diye elimizde gezdirdik.


Amiplerin Gereksizlikler Ülkesi Sergisi’nden

“Amip gereksiz bir şey ya.”

Bu sürecin sonunda tasarımcıya ihtiyacınız yokmuş gibi geldi bana.

(Gülüşmeler)

Deniz Engin: Onlar da aslında çocuklarla beraber çalışacaklar. Bir de sadece tasarımcı değil, mühendisler, ya da Ayşe Teyze falan da olsun istiyoruz. Hepsi farklı bir şey katsın. Örneğin, atıyorum çocuk oraya bir ışık sistemi koymak istiyoruz, mühendis ona bu konuda yardım etsin istiyoruz.

Sunay Paşaoğlu: İşin pratik yönelerinde bulunsunlar istiyoruz aslında.

Duygu Saygı: Çocuk dokunacak, mühendis dokunacak, sonra çocuk tekrar dokunacak gibi.

Murat Usta: Şöyle bir fikrimiz var hatta: Ben çocuğum, siz tasarımcısınız; ben yaptım, benim çizerek yaptığımı siz dönüştürdünüz; çocuk onu 3 boyutlu bir şeye dönüştürdü, siz onu aldınız tekrardan çizime dönüştürdünüz gibi çocukla tasarımcıları her seferinde eşleştirdiğiniz bir oyun tarzında. Belki de döngüsel bir şey olacak.

Karcan Kaya: Aslında bunların tamamı Mandala’nın öğretisine dokunuyor.

Sunay Paşaoğlu: Amiplerin Gereksizlikler Ülkesi’ndeki amip kavramı bir kere bilinmeyen bir şeyden çıktı mesela. Çocuklarla çalışmaya gitmeden önce tasarımcılarla toplandık ve kavramlar için topaçla bir oyun oynadık. Sonuçta çalışmaya “boşluğu mu çalışsak?” ya da “sokak temasının bilmemnesi” gibi şeylerle gidemezsiniz, böyle bir şey yok. Oyun oynarken ağzımızdan çıkan kavramları yazdık, onları eledik, oyladık. Sonunda az sayıda kavramımız kaldı elimizde. Sümük vardı, kıvırcık, domates gibi şeyler vardı. Gittik, örneğin kıvırcıkla ilgili bir dünya çalışma oldu. Sümük falan derken, amip dedik, “amip mi?” diye bize baktılar.

Duygu Saygı: Amipin ne olduğunu bilmiyorlardı ve bizim pek beklediğimiz bir şey değildi. Hani biz biliyoruz ya, onlar da biliyorlardır diye düşünmüştük.

Sunay Paşaoğlu: Çok şaşırdık. “Bilmiyor musunuz ya, amip işte.” Hepsi amip ne ola ki diye birbirine bakıyordu, bir kız vardı yer oturan, kalktı geldi ve “Çok gereksiz bir şey bence” dedi. Sonra başladık “Sen benim için çok amipsin” gibi şeyler söylemeye. Amip bambaşka bir kavram oldu dolayısıyla.

Bu yaşananları ve ürünleri daha sonraki aşamada TAK’ta tasarımcılarla konuştuğumuzda, amipin gereksizliğini de tartıştık. “Ne yapsak acaba, bir ülke yaratsak, amiplerin ülkesi olsa bu ülke, gereksizliklerle dolu olsa” dedik. İlk karar orada alındı mesela. Sadece bir tane tepkiyle: “Gereksiz bir şey ya”. Tepki bu ve sergi oldu.

İçeriği nasıl oluştu?


Sunay Paşaoğlu:
Bu tasarım aşamalarıyla gerçekleşen ve tasarımcıların biraraya getirildiği ürünlerin toplandığı bir sergi oldu. Bütün içerik teoride ve pratikte çocuklardan geldi. Ama bu deneme süreci olduğu için onun sonraki işçiliği bize kaldı. Deneme olduğu için biraz göze aldığımız bir şeydi bu aslında. Keşke daha fazla çocuklar içinde kalabilseydi ama…

Murat Usta: Sergi çocukların yaptığı şeyi sergilemek değil de, çocukların düşüncesini hissettirmek olduğu için bilimsel sergilerden değil, daha deney(im)sel sergilerden oldu.

Sunay Paşaoğlu: Şimdiki sürecin sergisi mesela nasıl olacak acaba? Şimdiki sorumuz bu. Okulda mı olacak? İnsanlar, kent merkezlerindeki sergilere gitmeye alışıklar ve o mekanlar yerine Beykoz’daki okulda yaparsak gidişler nasıl olacak diye düşünmeye başladık. Çünkü içeriği boş bir şey yapmak istemiyoruz. Herhangi bir sergiye gitmek isteyen X kişinin oraya kadar gelebilmesini sağlamak, o deneyimi oluşturmak nasıl bir şey olur?

“Çünkü kadınlar hep erkeklerden uzun süre yaşar. Bu tüm dünyada kanıtlanmış bir şey, bunun yüzünden sevmiyoruz kızları.”

Peki atölyeler sürecinde karşılaştığınız sıkıntılar var mı?


Murat Usta:
Ailelerle ilgili şeyler olabiliyor. Örneğin bir tane çocuğun ailesi şöyle demişti: “Ne yapıyorsunuz? Böyle matematik-fen gibi bir şey öğretmiyorsunuz o zaman.” Çünkü onların beklentileri farklı, yararlı bir şey değil yaptığımız onlara göre.

Karcan Kaya: Bir tanesi “Not alıyor mu bundan?” dedi.

Sunay Paşaoğlu: Bu çok önemli mesela. Önemli bir şeyse notlandırılır gibi bir algı var. İkinci olarak, cinsiyetlerarası bir konu var. Bunun gibi sıkıntılar bizim atölye işleyişimizi belirlemeye başlıyor yavaş yavaş. Bunlar üzerine neler yapabilirizi düşünmeye başlıyoruz.

Murat Usta: Kızlarla erkekler arkadaş değillerdi biz gittiğimizde mesela. Erkeklerde “pembe kız rengidir” gibi bir algı vardı. Ya da, ısınma hareketi yapıyorduz, hareketler arasında da kalçamızı sallıyoruz mesela. Erkekler hemen birbirlerini gaza getirmişti, “Biz asla onu yapmayız” demişlerdi, sonra ben yapınca bir tanesi dışında hepsi yaptı.

Deniz Engin: En son atölyemizde çok gürültülülerdi. Ben şöyle bir çıkış yapmışım: “Bizi sevmiyor musunuz” diye. Diğerleri “seviyoruz” derken, o çocuk, “kızları sevmiyoruz” diye bir tepki verdi mesela.

Yusuf diye bir çocuk, niye sevmiyorsunuz diye sordum. “Çünkü” dedi, “ben bunları kitaplarda okudum, kadınlar hep erkeklerden daha uzun süre yaşar” dedi. “Bu tüm dünyada kanıtlanmış bir şey, bunun yüzünden nefret ediyoruz” dedi. Cevap veremedim.

“Balonlar kazandı, biz kaybettik.”


Murat Usta:
Bu gibi sıkıntılar için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Atölyeler sürekli taslak halinde. Çalışmalar, atölye öncesi gecesi, ya da atölye anında bile değişebiliyor.

Mesela çocuklarda birbirine güven sorunu çok fazla. Bir şey olduğu anda hemen rakip olarak görüyorlar birbirlerini. Onu kırmak için mesela, o anda gelişen bir balon oyunu oynadık geçen. Ellerinde balonlar vardı, düşündük, çocuklar bir takım olmalı ama onlar bir takım olacaksa kimle oynayacak? Oyun bir rekabet gerektiriyor sonuçta. Biz de dedik ki: Balonlar bir takım, siz bir takımsınız. Balonlar düşmeye çalışacak, siz de onların yere düşmesine engel olacaksınız. Düşerse kaybedeceksiniz. Birinci oyunu oynadık, çocuklar birbirleriyle itişip kakışıyorlar. Orada mesela bir tane bomboş balon düşüyor, ama öbür taraftaki “onun balonu” ya, onu tutmaya çalışıyor. doğal olarak 5 ya da 6 tane balon yere düştü. Dedik ki; “kaybettiniz”. “Nasıl kaybederiz. Ben balonumu hiç düşürmedim. Bak balon hala elimde.” gibi sesler yükseldi. Direkt kendilerine yoruyorlar “ben düşürmedim, o düşürdü” şeklinde. Biz de onlara açıkladık: Bireysel bir oyun değil ki bu, bütün balonlara karşı koymanız lazım. Siz bir takımsınız.

İkinci oyunu oynadık, bir daha düşürdüler, üçüncüye de bir konuşma daha yaptık böyle, birbirinize pas vererek, spor yaparken olduğu gibi, birbirinize güvenin gibisinden. Gözümüzü kararttık artık, ya olacak ya olacak diye. Baktık bu sefer hiç birbirlerini iteklemediler. Gerçekten yaptılar ve hiç balon düşmedi.


Mandala Atölyesi Balon Oyunu

Karcan Kaya: Böyle ortam sağlansa etkilenmeye çok açıklar aslında. İkinci atölye başında “Ne yaptık geçen hafta?” dedik. “Balonlar kazandı, biz kaybettik.” dediler.

Duygu Saygı: Birbirimize güvenmeyi öğrendik.

Çocuklarda ben olma durumunu yaratıp, biz olma durumunu nasıl anlamlı hale getiririz diye çalışıyoruz.

Çocukların gelişiminde belli yaş dönemlerinde ben merkezcilik, sonra kolektif çalışmaya uygunluk gibi evreler oluyor. Benim anladığım kadarıyla, sizin yapmaya çalıştığınız daha çok sistemin yarattığı problemleri çözmek.


Sunay Paşaoğlu:
Zaten manifestoda tam da o var mesela. Kolektif kişilikle ben olmak arasında kaygan bir sınır var. Çünkü kolektif kişiliklerde, bir cemaatte ya da bir toplulukta veya üniversite kulüplerinde bir amaç etrafında bütünleşen kişilerde, bir tüzüğü, mazisi ve gelecek vizyonu olan topluluklarda benlik diye bir şey yoktur. Çünkü o kolektif akıl olur, mürit olur. Ben derken topluluk olmak, ben olarak kolektif hale gelmek. Ben olmadan biz olmak şeklinde oluyor bu toplumda çoğunlukla. Ama ben olmak ayrı bir şey. Çocuklarda ben olma durumunu yaratıp, biz olma durumunu nasıl anlamlı hale getiririz diye çalışıyoruz.

Birbirine güvenme burda önemli bir kavram aslında. Peki Mandala sürecini genel olarak ele alırsak, nasıl aşamalara sahip?


Sunay Paşaoğlu:
Geçen sene çok özetle denemeler senesiydi. Genel değerlerle, farklı şeylerle. Yazın gittiğimiz Limyra da o denemeler içerisinde zaman açısından farklıydı ve çok şeyler kattı. 

Bu seneki sürecin fikir filizlerinin atıldığı o deneme, “amip” süreci de bir sergiyle sonuçlandı. Şu anda da Mandala’nın atölye aşamasındayız, genel süreç şöyle oluyor:

  1. Tema, kavram ne? “Mandala” – Üst başlık altında ilgili araştırmalar, geliştirmeler
  2. Alt kavramlara ulaşılması
  3. Bunların basitleştirilmesi, eylem basamaklarına dönüştürülmesi – yoksa uçarsın gidersin ve karşındaki seni anlamaz.
  4. Eylem basamaklarının uygulanarak çocukların ürünlerini tasarlamaları – ama biz ne kadar uçarsak uçalım onlar çok daha farklı yerlere gidebiliyorlar
  5. Tasarımcıların sürece dahil olması ve sergi

Şu anda biz eylem basamakları kısmında, 3. aşamadayız.

Karcan Kaya: Tüm bunları yaparken, onların gözünde hala etkinlikçi olarak devam ediyoruz. İlk atölyede “Biz sizce kimiz? Nereden geldik? Ne yapıyoruz?” diye sorduğumuzda, belki üniversitede olduğumuzu biliyorlardır da, daha önceden duyulmamış bir şey yarattılar ve “etkinlikçisiniz” dediler. Onların gözünde öyle kalmak da çok değerli bir şey aslında. 

Hem biz onların hayatına dokunuyoruz, hem de onlar bizim hayatımıza dokunuyorlar.

Sizi öğretici olarak görmemeleri yaratıcılıklarında ilerlemelerini sağlıyordur belki de. 

Merak ettiğim birşey var. Grup, sonuçta öğrenci olan bir grup. Değişen de bir grup diye tahmin ediyorum, mezun olduktan sonra iş hayatına atılanlar, mali nedenler yüzünden ayrılanlar vs. Bu grubun ileriye dönük bir temel amacı var mı?


Duygu Saygı:
Şundan bahsedebiliriz bence: Yerden Yüksek fikri Sunay’ın bir dersinden çıkardığı bir fikir aslında. Ve biz gerçekten içinde bulunularak, anlamlı bularak devam ediyoruz bu sürece. Başka insanlar da aslında böyle bir şey yapıldığını bilirse, belki onlar da çok anlamlı bulur ve bunu devam ettirmeyi isterler diye düşündük.

Bunun için, şu anlık Mandala Seyahat dediğimiz aslında Yerden Yüksek’in anlatılacağı bir program planladık. Üniversitelerle görüşüyoruz ve okullar kapandığı zaman 9 günlük bir turnemiz olacak. Anadolu’da çeşitli üniversitelerle, mimarlık öğrencileri olsun veya bambaşka bölümlerden öğrencilerle olsun, toplantılar ayarlamayı düşünüyoruz ve atölyelerle, söyleşilerle ve başka etkinliklerle yerden Yüksek’i aktarmayı düşünüyoruz.

Murat Usta: Şöyle bir fikrimiz de var: Şu anda mesela gittik Beykoz’daki çocuklara bir dokunduk. Bu bir süreç de olsa, onlar yine çocuklar, yine unutacaklar ve etraftaki baskı altında çoğu çocuk yine körelecek. Onu engellemek için de çalışacağız. En son konuştuğumuz gündem o.

Duygu Saygı: Hem biz gelişiyoruz, hem onlar gelişiyor. Hem biz onlara bu tip işler yaptırarak matematiksel veya bilimsel, akademik bir çalışma dışında, onları bu yönde aktif tutuyoruz ve aslında bu çoğu insan tarafından reddedilse de kişiliğin gelişiminde en önemli faktörlerden biri. Bu şekilde daha fazla kendilerini ifade etme olanağı buluyorlar ve kendilerini daha fazla tanıma fırsatı buluyorlar. Onlara bu imkanı sağlıyoruz bir yandan, bir yandan da kendimiz açısından “böyle bir şey de olabiliyormuş”u görüyoruz. Ve bu bizim için çok besleyici oluyor. Bir yandan zaten çocukları seviyoruz, onlar da bir şekilde bizi seviyorlar.

Karcan Kaya: Hem biz onların hayatına dokunuyoruz, hem de onlar bizim hayatımıza dokunuyorlar.

Sunay Paşaoğlu: Kısa vadede yapılacaklar var. Uzun vadedeki planlar ise genelde “şu andaki durumların daha böyle mi olsalarıyla” gidiyor.

Zaten belki de önünüzde bu konuda başka birileri olsaydı, istemediğiniz şekilde kurumsal bir hale gelmiş olurdu çalışmalarınız.


Sunay Paşaoğlu:
Başta buna benzer bir şey yaşandı aslında. Mimarlar Odası sahiplenmeye çalıştı en başında. Daha kendini bulmamış bir grupta, karar, tüzük… Böyle bir şeye bağlanmaktansa bir sene boyunca denemiş olduk ve şu an ikinci senesinde daha başka şeyleri tartışıyoruz. Şu anda bir yere bağlı olmaması aslında bir yandan güzel. Maddi anlamda bazı ihtiyaçları oluyor, evet ama destekleyenler de oluyor. Olmaya da devam etmesi gerekiyor tabii.

Belki de ilerleyen dönemde, şu an Beykoz’daki okulda olan özel oda gibi mekanların her okulda varolmasını sağlayan bir topluluk olabiliriz. Bunun yollarını arayabiliriz.

Zoru seviyoruz.

Son sözleriniz?


Deniz Engin:
Karadağ’a gideceğiz. Çok net değil daha ama bazı prosedür sıkıntılarımız var sadece.

Duygu Saygı: Bir arkadaşımız var ekipte Karadağlı. Babası şair ve yeni bir kitap çıkarmış. Onun tanıtımında çocuklarla bir etkinlik yapmamızı istedi.

Murat Usta: Her ne kadar Arnavutça bilmesek de.

Deniz Engin: Sarıyer’deki çocukla Beykoz’daki çocuk nasıl farklıysa, Karadağ’daki çocuk ne kadar başkadır.

Karcan Kaya: Bizi de zorlayacak. Ama “zorlamak” iyi bir anlamda.

Murat Usta: Zoru seviyoruz.

Sunay Paşaoğlu: Yerden Yüksek, uluslararası bir topluluk olacaksa belki de bir başlangıç noktası, onun bir provası olacak.

Arkitera Mimarlık Merkezi’ne gelip de “selfie”siz ayrılmak olmaz. Çocuklar size emanet, a dostlar! E tabi, siz de çocuklara…

Etiketler

Bir yanıt yazın