Dünyanın En Büyük ve En Az 3 Bin Yıllık Yer Altı Şehri Nasıl Olur da 3. Dereceden SİT Alanı İlan Edilir?

Süper Kent Kapadokya dosyası kapsamında bölgenin isyankar korumacılarından aktivist Mükremin Tokmak ile Kapadokya'nın sorunlarını konuştuk.

Mükremin Tokmak Kapadokya bölgesinde “isyankar korumacı” olarak biliniyor. Kapadokya’daki tüm değişimi gözler önüne serme potansiyeline sahip arşiviyle Tokmak, aslen Avanoslu. Aynı zamanda tarihi dokudaki bozulmalara karşı sadece duyarlı olmakla kalmayıp; arşivini herkesle paylaşıyor, eylemlere katılıyor, sorumlulara davalar açıyor, kısacası taşın altına elini koyuyor.

Aslı Özbay eşliğinde yaptığımız sohbette eski zamanlardan bu yana Kapadokya bölgesinin sorunlarına değindik ve bu sorunların karşısında nasıl bir dayanışma sergileneceğini konuştuk. Şu sıralar Nevşehir’de dünyanın en büyük yer altı şehrinin ortaya çıktığı yerleşim bölgesindeki talana, “öz” diye nitelendirilen tarım alanına yapımı devam eden Dini İlimler Merkezi’nin eklemlenmesiyle yok edilmeye çalışılan kentsel dokuyu korumanın yöntemlerini araştıran Mükremin Tokmak’ın sözlerine kulak verelim.

“Ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz, bilgililerin ilgisiz olduğu bir bölge burası.”

Kapadokya’nın korumacılarından olarak kendinizden ve bölgenin sizce en önemli sorunlarından bahseder misiniz?

Mükremin Tokmak: Ankara’da doğdum ama burada büyüdüm, Avanoslu’yum. İçine doğduğum bir tarih var burada. Eski evimiz de, dedemin evi de önü kemerli, arkası mağaralı evlerdi. Burayı sadece Avanoslu olduğum ya da mimari dokusu nedeniyle sevmiyorum; burada bir tarihsel düğüm var ve çok derin. 3-5 yıllığı bırak, 3-5 bin yıllık bir geçmiş bile değil, daha eski; ta Paleolitik çağlara giden bir tarihten söz ediyoruz. Belki 10 binden 100 bin yıl öncesine giden izler bulduk buralarda. Bu nedenle seviyorum.

Ama ne yazık ki, ilgililerin bilgisiz, bilgililerin ilgisiz olduğu bir bölge burası. Kapadokya bölgesinde farkındalığa sahip olanların oranı maalesef sadece yüzde altı. Turizm gibi bir mefhum var; olmazsa olmaz, ama bununla birlikte ciddi bir yıpranma da mevcut. Tarihi kentleri sit alanı ilan etmek yerine afet bölgesi ilan eden devlet politikaları var.

1965-70 yılları arasında Avanos’ta ırmağın öbür tarafında yer alan tarım arazilerini imara açtılar örneğin. Kapadokya’nın en güzel, en verimli arazileriydi burası. Binlerce ev yaptılar, betona boğdular orayı. Devletin göç ettirme, sistemin içine sokma, standartlaştırma politikasıydı. Sonuçta insanlar mekanla birlikte gelişir, dönüşür. Yaşayarak, deneyimleyerek öğrendim, yapıların insanlar üzerinde çok ciddi bir etkisi var.

Benim kaygım bu politikaların devam edecek olması. Hemen ileride, Başköy(Potamya), Güzelöz(Mavrucan) gibi 2000 yıldır kesintisiz yaşayan köyler var. Bugün orası da afet bölgesi ilan edildi. İnsanlar köylerden sürüldü. Prefabriklerde yaşıyor şimdilik.


Başköy, Kapadokya

“Arsa nereden yaratılır? Ya orman ya da tarihi alanların yağmalanması ile.”

Evet, Başköy’de kaya düşüyor diye tüm köyü afet bölgesi ilan etmişler. Ama, köyün boşaltılıp herkesin başka bir alana taşınması mı gerekir, başka bir yol bulunamaz mı?

Önlem alınabilir bence. Bugün teknoloji inanılmaz noktalara geldi, çözüm bulmayı istemek gerek. Buradaki sıkıntı şu; her şeyi zaman ve insanın keyfiyetine teslim ediyorsun. Farkındalığı bu kadar düşük olan bir bölgede, bu gibi problemleri zamana ve keyfiyete bırakırsan, burası yarına çıkmaz. Saldırgan ve tüketen bir dönemdeyiz Kapadokya için. O taşları, kayaları, eski evlerin parçalarını söküp söküp götürecekler. Böyle giderse 10 yıla çıkmaz diyorum ben. Benim kaygım bu. Bu bilmez halimle bana izin versinler o kayaları orada tutar bir çakıltaşı bile düşürmem oradan niyet önemli burada, tarihi sevmek ve korumak fikrinin gücü önemli.

Niye bu kadar heyecanlıyım, niye hızlı davranıyorum? Çünkü, insana güvenmiyorum. Özellikle elinde imkan ve yetki olan devlete asla güvenmiyorum. Devlet iki yüzlüdür. Bir tanesi sempatik görünür ama öteki gerçekten vahşi ve milliyetçidir. Sonuçta bu bölgenin din ile alakalı bir geçmişi var. Bundan hala rahatsız olan bir taraf, yıkmak isteyen bir zihniyet var devlette.

Aynı zamanda son 15 yıldır korkunç bir yağma meselesi ve ranta yöneliş var. Bu 2B yasaları ile beraber AK Parti eski bakanlarından biri demişti ki “Biz yasayı çıkarttık, iş artık belediye başkanlarımıza kaldı. Arsalarını yaratabilirler.” Arsa nereden yaratılır? Ya orman ya da tarihi alanların yağmalanması ile.

Ya da tarım alanlarından…

Aynen. Bunlar insanların yaşam alanı, tarihi, doğası, dokusu. Vahşi kapitalist sermayenin bir saldırısıdır bu. Böyle bir yağmaya açık hale getirildi bu ülke ve son hızla da devam ediyor. Bunların en son noktası da işte kentsel dönüşümler. Nevşehir’deki son talan da bunun bir sonucu. Üniversitenin arkeoloji bölümünden ne bir profesör, ne bir doçent hiçbir öğretim görevlisi ağzını açmadı. Müze Müdürlüğü var mesela orada, İl Kültür Müdürlüğü, Koruma Kurulu var. Kimse tek laf etmedi. Belediyenin asli görevi nedir? Tarihini, kentini korumak, kültür mirasını geleceğe aktarmak. Ama zaten onlar da yağmacı. Kısacası bu yağmaya göz yuman, gücün karşısında itaat eden bir memurlar silsilesi var karşımızda. Bu böyle bir sorun.

Farkındalığın az olmasından şikayetçisiniz genel olarak. Ama daha önce Uçhisar’daki oteller ile ilgili insanlar bir araya gelmişti. Eğer insanlar bazı konularda fikir birliğine varabiliyorsa neden şimdi olmuyor? Farkındalığı arttırmak veya sürekli hale getirmek için neler yapılmalı sizce? Bir de bütün suçu devlet mekanizmasına yüklemek doğru mu? Sonuçta bu duyarlılığı paylaşıyormuş gibi görünüp, aslında çaba göstermeyen, hatta tarla sürmek yerine oraların imara açılmasını bekleyen, torunlarına daire bırakmak için apartmanlar isteyenlerin hiç mi suçu yok? Afet alanı ilan eden gerçekten devlet mi, yoksa o devleti destekleyen yerli halk mı? Onları bilinçlendirmek için neler yapıldı, neler yapılabilir?

Sorun yine bence farkındalığa gelip oturuyor. O köylünün toprakla ilişki kurması lazım. Sadece karnını doyuran bir ilişkiden bahsetmiyorum. O mirası koruma ve aktarma konusunda duygusal bir bağdan söz ediyorum. Bu da biz sivillerin değil, devletin işi. Eğitim yoluyla insanların bu bilinç düzeyine çıkartılması gerekiyor.

Avanos’u örnek alalım: Bu mahallelerde, bu harabe evlerin hepsinde bir hayat vardı. Cıvıl cıvıl insanların yaşadığı, ortak yaşamların olduğu bir kültür. Sonra ne oldu? Hepsi ırmağın karşısına geçtiler. Peki neydi o zamanki slogan: Modern Türkiye, Modern Aile’ydi. İşte böyle böyle modernleştik. Götürdük, kibrit kutusu gibi evlerin içine soktuk o insanları. Değişim sadece fiziksel mekan değişimi ile olmaz. Önce eğitimle başlaması gerekiyor.


Avanos tarım arazilerinde yeni konut bölgesi

Evini bırakıp giden insanlardan geri dönmek isteyen olmuyor mu peki?

Politik bir dille cevaplayayım bunu: Biz hala bu ülkeyi fethediyoruz. Bu fetih duygusu başka bir şey değil. Bağlı hissetmiyorsun, kökünün burda olduğunu düşünmüyorsun. Bak kentlere, bana Bursa dışında Türkler’in kurduğu bir kent göster. Hep Ermeniler, hep Rumlar, hep Süryaniler…

1071’den beri gelen Türkmenler ne yaptılar peki, yerleşmediler mi?

Göçebe bir halktı, kerpiçten evler yaptılar. Kentleri kuranlar hep diğerleri oldu.

“Nevşehir’in altı yerinde koca koca pankartlar vardı: ‘Nevşehir’in gelişmesine engel SİT alanları kaldırılsın’. İmza, Sanayi ve Ticaret Odası.”

Katkıları olmadı diyorsunuz o zaman?

Askeri anlamda, devlet anlamında katkıları oldu. Osmanlı’nın sloganlarından biri “dört dönüm bostan, yan gel yat Osman”dı. Kitleleri bir yerde tutmak, özellikle Müslüman ahaliyi vergiye bağlamak ve asker almak için kullanırlardı. Çünkü ya savaşa gidecekler, ya da bulunduğu yerde kalacaklardı, yasaktı. Etrafları askeriyeyle zapturapt altına alınmış aşiretler, kabileler olarak yaşarlardı. Osmanlı, göçebe Türkmenler’den çok çekti. Yerleşmediler hiçbir zaman. Viyana’nın kapıları açılsaydı, kalmazdı hiçbiri bu topraklarda. Bugün Almanya, Avrupa Birliği açsın kapılarını, herkes gider, bir ben gitmem.

İnsan karakter olarak da hegemonik bir canlı. Doğada insandan başka hükmetme duygusu olan hayvan var mı? Bir biz varız, hükmetmek, her şeyi kendi keyfiyetimize göre dizayn etmek istiyoruz. Kural koyuyoruz, sonra o kurallara da uymuyoruz. Şimdi, benim gibi 1980 öncesinde devrim yapmak üzere yola çıkmış bir adam bugün diyor ki “kurallara, kanunlara uyun bari”. Korkunç bir değişimden, dönüşümden geçtik. Ama böyle deyince sermaye düşmanı oluyorsun, gelişmenin önündeki engel oluyorsun. Hasan Ünver diyor ki: “Bunlar hain, gelişmenin önündeki engeller”. Nevşehir’in altı yerinde koca koca pankartlar vardı: “Nevşehir’in gelişmesine engel SİT alanları kaldırılsın”. İmza, Sanayi ve Ticaret Odası.

Nevşehir’de yaşananlara da daha detaylı değinmek lazım aslında. Kapadokya denince sadece ulaşımda bir geçiş noktası olarak ele alınan Nevşehir, aslında sahip olduğu benzer mimari ve coğrafi yapısıyla turizm açısından değerli bir bölge, ya da bölgeydi. Oradaki değişim ve dönüşümleri tartışmak, yaşanacakları öngörmek ve kaderini belirlemek açısından faydalı olacaktır. Nevşehir’den bahseder misiniz biraz? Nasıl bir kenttir Nevşehir ve kentsel dönüşümle başlayan süreç nelere yol açtı?

Nevşehir sonradan bir kenttir, 1954’te il olmuştur. Kırşehir’de Demokrat Parti’ye oy çıkmadığı için Menderes sinirlenmiş, Kırşehir’i ilçe yapmış, Nevşehir’İ il yapıp, Kırşehir’i de Nevşehir’e bağlamıştır. Yani politik bir karar. 1716’lara kadar Nevşehir Muşkara denilen, 17 haneli bir mezra, köydü. 1718’de Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadrazam olduğunda vefa borcunu ödemek üzere bu köyü imara açtı. Şehirleşme için belli bir bütçe oluşturdu, kanunname hazırladı ve davullarla duyurttu: “Her kim gelir Muşkara’da yaşamaya başlarsa, 5 yıl vergiden muaf olacak.” Nevşehir’in kurulma fermanlarında böyle yazıyor.

Böylece, bir fermanlar zinciriyle insanlar buraya yerleştirildi. Ev arsası, iş yeri arsası, bağ bahçe, hepsi verildi. Tek bir şart konuldu, gelen buradan ayırlamaz. Ancak izin çıkarsa İstanbul’a ya da başka bir şehre göçebilir. Bu kadar avantajın karşısında sadece bir şart. Amaç bir nüfus barındırmak ve üretim yapılması. Bu çağrıya ağırlıklı olarak Rumlar, sonra bir mahalle Ermeniler karşılık verdi, yani 9600 kadar gayri müslim bu bölgeye yerleşti. Dengesiz bir dağılım olmasın diye de Damat İbrahim Paşa’nın karısının Antep’te yaşayan zengin akrabalarından iki aşireti buraya getirdiler. Biri tarımla uğraşırken, biri zanaatle uğraşsın, ticaret yapsın diye. Sonra işte, yıllar sonra 1915’te Ermeniler tehcirle çıkartılıyor, Kasaplar Çarşısı dediğimiz o mahalleden. 1923’te de Büyük Mübadele yapılınca tüm Rumlar o mahallelerden gönderiliyor. İşte arda kalan Antepli iki aşirettir. Bu nedenle buralarda yaşayanlarla Nevşehir’de yaşayanlar farklıdır. Kültürümüz, algımız farklı.


Nevşehir’de keşfedilen dünyanın en büyük yer atı şehri

“Nevşehir Koruma Kurulu tahminen 3 bin yıllık bu yer altı kentini 3. dereceden SİT alanı ilan etti. 1. dereceden SİT alanı olması için kaç yıllık olması gerekiyor?”

Sadece Nevşehir’den değil, Kapadokya bölgesinden büyük bir gayri müslim nüfusu gitti. Geride kalanlar nasıl paylaşıldı?

Toplam 1 milyon 200 bin Rum nüfus gittiyse, 300 bini bizim buradan gitti. Paylaşım dediğin ise, yağmayla oldu tabii. Kayaköy’deki, Ege’deki hikayeler neyse, burada da aynısı yaşandı. Şurada işte Mustafapaşa Köyü var, Sinasos eski adı. Mustafapaşa, İsmailpaşa, Taşkınpaşa, tüm paşalara bahşedildi bu yerler. Araziler, evler, mülkler, konaklar… Muhacirlere dağın başında arsalar verildi işte.

Ama merkezden uzak düştüğü için Kapadokya farklı. Turizmle birlikte göz önünde olan bir yer. Nevşehir’de bugün belediye başkanı koca bir kentin üstünü yıktı, altından çıkan şey dünyanın en büyük yer altı şehri! Şimdi de büyük puntolarla bu bilgiyi yaymaya, oradan rant çıkarmaya çalışıyorlar. Nevşehir Koruma Kurulu da tahminen 3 bin yıllık bu yer altı kentini 3. dereceden SİT alanı ilan ediyor. Nasıl bir şeydir bu? 1. dereceden SİT alanı olması için kaç yıllık olması gerekiyor?

İktidar oyunu bunlar. Ranta açık olmasını istiyor. Diyor ki; AVM, butik oteller, yürüyüş alanları, dükkanlar olsun. Yukarıda yıktığı alanda artık villa yapamayacağı için, o rantı mağaraları kullanarak elde etme peşinde.


Nevşehir Kale çevresinin zamanla dönüşümü


Nevşehir’deki eski Rum mahallesi Kentsel Dönüşüm nedeniyle yok edildi, altından yer altı şehri çıktı 

Bu da yetmiyor tabii, şimdi de gözünü bizim “öz” dediğimiz tepenin aşağısında kalan tarım alanlarına dikti. Nevşehir’in bir ucundan ta Göre Kasabası’na kadar neredeyse 5 km uzunluğunda, 497 bin m2 o alana, 7 bini yeşil 490 bini kapalı olmak üzere bir proje geliştirdiler: Dini İlimler Merkezi. İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip Lisesi, Dini İlimler Araştırma Merkezi, beş bin kişilik cami, müştemilatları vs… Nevşehir’in ciğeri Hem eski Nevşehir’i mahvediyor, hem de bunun önüne bilmem kaç metrekarelik bir tesis yapıyor.

Temelleri atıldı, ama daha başlamadı inşaat, belki de durdurmak için son şansımız.


Nevşehir’de tarım arazisinde temelleri atılan dini tesis

Peki bu duyarlılığı harekete geçirmenin, bir arada davranmanın kültürünü oluşturmanın, koruma bilincini Uçhisar’daki gibi bir uzlaşı konusu haline getirmenin bir yolu var mı?

Uçhisar bir saman alevi gibiydi. Geldi, yükseldi ve geçti. Kapadokya Bölgesi’nde tabii ki örgütlü yapılar da var, ama onlar da kendi çıkarları peşinde. Örneğin bence Kapadokya bölgesinin rehberleri tarihsel, coğrafi her tür bilgiye sahip, en duyarlı olması gereken insanlar. Ama turizmden beslendikleri için, gözlerinin birini kapatıyorlar.

Ama eğer bu bir eğitim meselesiyse, bu kadar bilgiyle yoğrulmuş insanlar böyle yapması umutsuz bir durum oluşturur. Sonuçta buranın korunmaması herkes gibi onların da işini bozar.

Evet, ben de onu söylüyorum. Neden seslerini çıkarmıyorlar? Her gün Ihlara’ya gidiyorlar, orada Bakanlık eliyle inşaatlar başladı. Kafedir, dükkandır, özel şirketlere peşkeş çekiliyor. Bu kadar rehber gidip geliyor, bir tanesi bile bir yerde bundan bahsetmiyor. Ben okurum, yazarım, merak ederim. Bir Rehberler Odası Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşım Cihan’ın yazısı var bununla ilgili, başka yok. Kimsenin sesi çıkmıyor.

Bu sadece rant ile ilgili bir mevzu mu peki?

Siyaseten güce tamah etmek ile ilgili. Güç karşısında ses çıkartmamak ile ilgili. Biz genelde, her şey bittikten sonra kavgaya tutuşuruz, olay başlamadan önce müdahale etmeyiz. Bundan bence.

“Bu ülkede örgüt zaten tehlikeli bir kavramdır ama örgütlü bir şekilde tepkini gösterebilirsen, taşları yerinden oynatabilirsin.” 

Peki bu bizim doğru iletişim kuramamızla ilgili olabilir mi? Yani belki de gerekli çabayı ve çalışkanlığı gösteremediğimizdendir. Bizim de örgütlenmeyle ilgili bir sıkıntımız yok mu?

Kesinlikle. Ama unutmamak lazım, bu ülkede örgüt zaten tehlikeli bir kavramdır ama örgütlü bir şekilde tepkini gösterebilirsen, taşları yerinden oynatabilirsin. Ben örgütlülüğe inanan bir insanım.

Şöyle bir şey anlatayım: Ben bundan 4-5 yıl önce Kale Mahallesi’nde kentsel dönüşüm başlıyor diye Nevşehir’e gitmiştik. Başkan yardımcılarından biriyle görüştük. Dedik ki; “Kapadokya’yla özdeşleşen bir yer burası, yıkmayın. Böylece Kapadokya’daki turizmden pay alabilirsiniz.” Tarihini, dokusunu, kimliğini anlattık başkan yardımcısına, hiç konuşmadı. En son “Siz benim başıma bela mısınız? Hemen şuradan kalkın gidin” dedi. Normalde , karşılıklı sözler söylenir, sesler yükselir, herkes gerilir. Hiç böyle bir şey yaşanmadı, direkt bizi tehdit etti ve zabıtalarla salondan dışarı attırdı. Bu duyarsızlıktır, ilgisizliktir.

HES’ler yapılıyor biliyorsunuz. Bu konuyla ilgili valiye gittik yine 3-4 sene önce. Kızılırmak üzerinde şu anda tam 9 tane HES var, bu sayıyı 22’ye çıkaracaklar. Projeler belli, her birinin ayrı ayrı ÇED raporları var. Erinmedim, 5-6 tanesini okudum. Noktası virgülüne, parantez içinde yazan değerlerine tüm metinler bire bir aynı, değişmiyor. Bitki örtüsü, hayvan yapısı, nemi, vs… Kopyalayıp yapıştırmışlar, altlarındaki firma isimleri ve imzalar farklı sadece. Kale Mahallesi için de ÇED istememişlerdi örneğin.

Ya da Himmetdede’deki altın madenini ele alabiliriz. Siyanürsüz altın elde edeceğiz dediler ama siyanür zehirlenmeleri başlayalı çok oldu. Kuş ölümleri, hayvan zehirlenmeleri inanılmaz derecede arttı, çalışan işçilerin yüz ve ellerinde döküntüler oluştu. Tabii ki toprağa da karıştığı düşünülüyor. Sonuçta en yakın köye sadece 6 km uzaklıkta. Bu havza derelerle ırmağa bağlı. Güçlü bir yağmur yağsa, siyanür tüm Kızılırmak havzasına yayılacak. Ve Nevşehir Borsalar Birliği Başkanı diyor ki; ” Kalaba ve Himmetdede arasındaki bölgede siyanür seviyesi korkulacak dereceye yükselmedi hala”. Neyi bekliyorlar?

Kısacası; herkesin bir araya gelmesi, bir ucundan tutması gerekiyor. Bir örgütlülük gerekiyor.

Bu güzel ve verimli sohbet için teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın