1. Ödül (1. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

1. Ödül (1. Bölge), İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması

PROJE RAPORU

DER*-ZEMİN
*Farsçada kapı

“O Bizans Surları kalıntıları, o beş-altı yüzyıl önce şehri korumak için yapılmış duvarların kalıntıları, şehir-deniz ilişkisini, hiç ama hiç kesmiyordu ki… O surlar kapıları, delikleri, yıkıntıları ile, birdenbire denize dalan gövdeleriyle artık kalbura dönmüş sanat eserlerine dönüşmüştü ya!”
Aydın Boysan, “Nereye Gitti İstanbul?, YKY, İstanbul, 2004, 45.

Akışkan ve bilinmez su yüzeyinin, çizilebilen, geçilebilen ve her daim seyr’edilebilen hali olan Haliç’le ilk karşılaşma kıyı kenar çizgisi ile başlar. Haydar Karabey’in tanımıyla “denizde ufuk çizgisine, karada ise siluet çizgisine dayanan ve bakınca havaya ve su altına doğru devam eden” bu çizgi, beşinci yüzyılda yapılan Bizans Deniz Surları ile üçüncü boyutta beden kazanır. Moloz taş ve harçla yapılmış iç örgünün beş sıra tuğlalı hatıllar arasında kesme taş sıralarla örülen dış cidarla birleştiği bu sur duvarı, üzerinde yer aldığı dolgu zeminin bir yansımasıdır da aynı zamanda. Haliç oluşumundan beri, Kağıthane ve Alibey derelerinden gelen tortuyu, Bizans ve Osmanlı dönemleri limanlarından gelen molozla batığı, tacirle atığı biriktirir ve “yeri” doldurur. Böylece içeri kısımdan kente dönük, dışarı kısımdan ise dünyanın geri kalanına bakan bir ön-alan olan sur önünü üretir (Erkal, 2011, s.81). Yapılan ölçümlerde Tarihi Yarımada’nın kuzeyinde, eski limanların yer aldığı Sirkeci – Eminönü hattında ve Unkapanı, Balat kıyılarına ulaşan vadi ağızlarında, kıyı dolgusunun 200-250 m genişliğe vardığını göstermektedir (C. Sayar ve M. Sayar, 1962, s. 13). Kentin görünüşünü, duruşunu, okunuşunu ve deneyimini eşzamanlı tanımlayan bu dolgu zemin, 1. Bölge proje alanının mutlak halidir.

Surlar zamana bağlı olarak genişler, çizgi olmaktan çıkar, kalınlaşır, kalınlaşırken bölünür, parçalanır ve tabii açılır. Düzenli aralıklarla tekrarlanan, yapısal özellikleri ile ayrışan ve yer yer 2-3m genişliğe varan bu derin açıklıklar, Haliç sur kapılarını oluşturur. Bir yandan temsil görevi üslenirken, diğer taraftan ticaretin, alış-verişin, ulaşılabilirliğin, erişilebilirliğin ifadesi olur sur kapıları. Zamansal akışın düzenleyicisi olurken, hız ve ona bağıl hareketin aracısı olurlar. İçe ya da dışa dahil olmayarak, yeni şeyler/aktörler/seçenekler ve önceden kestirilmemiş yeni senaryolara yol verip, tüm taraflar için görüş açıları ve karşılaşma taktikleri üretirler. İçeriyi dışarıya açarken, dışarıyı filtreleyerek içeri alırlar. Surun algısına transparan, geçişken ve saydam tanımlamalarını eklerler. Jorge Luis Borges’i alıntılarsak, “dünyaya içeri girme veya geri dönme olanağını sunan” çokyüzlü bu aralıkların Bizans döneminde 14 iken, Osmanlı döneminde 44’e kadar çıktığı yazılır. Seyahatnamesinde “Şehre hangi kapıdan gireceğini bileceksin” diyen Evliya Çelebi’nin adımladığı 10 adet Haliç kapısı da yarışma alanındadır (Balık Pazarı Kapısı, Zindan Kapısı, Odun Kapısı, Ayazma Kapısı, Unkapanı, Cibali Kapısı, Aya Kapı, Yeni Aya Kapısı, Petri Kapısı, Fener Kapısı). Yılar içinde farklı dillerde anılan her bir kapı, denize ulaşmak için, hem su hem kara olan birer arayüze el verir, Haliç iskeleleri. Beşinci yüzyıldan 1844 tarihinde ilk Galata Köprüsü inşa edilene kadar işleyen Eminönü’ndeki iskele (Kömürciyan, 1988, s. 138), Zindan Kapının devamında Yemiş İskelesi (Van Millingen, 1899, s. 216), Odun kapının iki yanında kereste iskeleleri (Kömürciyan, 1988, s. 17), Unkapanı’nın iki yanında Tüfenkhane İskelesi ve Unkapanı İskelesi, devamında Cibali İskelesi ve Fener İskelesi alanda yer aldığı bilinen iskelelerdir.

Dışardan gelenin ilk ayakbastığı, tanımı gereği her seferinde üstüne daha fazla “şey”in yığıldığı iskeleler sur kapılarıyla birleşince, kentin suya açıldığı, hem fiziksel hem kavramsal anlamda bütünleştiği alanları üretir. Aydın Boysan’ın sözleriyle şehir deniz ilişkisinin asıl aktörü sahnededir – taa ki 1950lere kadar.

1950lerle başlayan imar faliyetleri Haliç tarihi dokusunda geri dönülmez etkilere neden olan yıkım ve yeniden inşa sürecini başlatır. Tarihi yarımada içinde modern bir yol sistemi oluşturulması amacıyla gerçekleştirilen yıkımlar sonrasında, Unkapanı-Aksaray-Yenikapı aksını birbirine bağlayan Atatürk Caddesi’nin genişletilmesi ve sahille kurduğu bağlantıların oluşturulması, Unkapanı’ndan Eminönü’ne uzanan Ragıp Gümüşpala Bulvarı’nın açılması sırasında deniz suru, kapılar ve iskele kalıntıları zamanla –neredeyse tümüyle- yok olur (Semiz, 2014, s. 415). Özellikle sahil yolunun getirdiği hız ve yokettiği kıyı dokusu yüzünden yaya ve taşıt sistemleri birbirinden ayrılır. Haliç dolgu zemininde yaya izi ve hızı silikleşir, yaya ölçeği geçersizleşir. Yol, kolay geçilemez yeni ‘sınır’ olur, kıyı ve kent ilişkisini koparır.

Bu ilişkiyi yeniden kurmak üzere yola çıkan proje önerisi, Haliç’i, yok olmasına rağmen varlığı hala hissedilen sur duvarının arkasına, tarihi kente yeniden entegre edecek kapı-iskele ikilisinin günümüz karşılığını üretir: Der-Zemin. Tarihsel süreçte Haliç’te yer alan birarada varoluşlarının, belirli zamanlarda sundukları çoğullukların izlerinin sürülmesiyle ortaya çıkan bu yeni yüzey, hem bellekte hem de fiziksel yapıda kaybolmuş ‘kapı olma’ işlevini günümüze çeviren aktivite odaklarıdır. Önerilen Haliç der-zeminleri kentin insana dokunduğu, insanın kent olduğu, üretimin aslolduğu, mekanın da bizzat oyuncu olduğu günlük oyunda, çok yüzlü sahnelerdir. Her yere gideni ve geleni, herşeyden alanı satanı, her yönden yaklaşanı, her yaştan yetişeni, her dilden konuşanı karıştırıp biraraya getiren, zaman-mekânda üretken bir kuvvet oluşturandır.

Der-zemin, Haliç’in doğasında yer alan kıyıya ait olma hissinin, yeni üretilecek ya da iyileştirilecek kullanıcı senaryolarıyla yeniden formüle edilmesi yoluyla yaya sürekliliğini sağlayacak ve dolayısıyla da 1. Bölge proje alanın tarihi ve kültürel kimliğinin güçlendirecek ana aktör olarak sunulur. İlk aşamada, ayrık benzeşik bir mekân olan Eminönü ele alınır. Alanda kaybolan kent kapılarının huzurlu bir biçimde işgal edilmesindense, geleni gideni izleyen, gelene gidene geçit veren, dolayısıyla tüm akışları kendi saçağı altına toplayıp dağıtan bir der zemine dönüştürülmesi ile işe başlanır. Meydan’ın Hareketlilik/Buluşma Hub’ı olarak ele alınması ve “mix-mobility” (karma hareketlilik) kavramından yola çıkarak yaya, araç, tramvay, bisiklet hareketlerinin ortak zemin üzerinden devam edebilmesi için hız düzenlemeleri yapılması ile devam eder kurgu. Galata Köprüsü’nün kısmen (Karaköy-Eminönü kısmının) yayalaştırılması ve hareket akslarının önerilen kentsel donatılarla (saçaklar, iskele, peyzaj elemanları vs.) belirginleştirilmesi ise yeni kimliğin habercisidir. Bu yaklaşım Balıkpazarı Kapısı, Zindan Kapı ve Odun Kapısı ile önlerindeki iskelelerden öğrenip, tüm alanı bir gel-git tiyatrosuna dönüştürür. Günün her saatinde devam eden bu işlev devingendir, başdöndürür ve izleyenle izlenen sürekli yer değiştirir. Önerilen seyir basamakları bu noktada hızı keser ve hem izleyene hem izlenene ‘yer’ açar. Haliç belleğinin simgesi balık ekmek kültürünün devam ettirilmesi önerilirken, yine yerin tarihi ile bütünleşecek olan Ticaret Tarihi Arşiv/Araştırma Merkezi ve Liman Müzesi için kullanılmayan yapıların yeniden işlevlendirilmesi istenir.

Kıyıya erişecek yaya sürekliliğini desteklemek amacıyla kıyı boyunca yaya hareketini kesen eşik ve sınırların ortadan kaldırılması için otopark kullanımlarının tarihi yarımada çeperindeki açık alanlara taşınması planlanır. Tarihi sur kapılarının izlerine yerleştirilen der zemin bağlantıları ve üzerinde önerilen peyzaj düzenlemeleri ile Patrikhane, Cibali Karakolu ve Kadir Has Üniversitesi gibi kültürel odakların kıyıya ulaşımı güçlendirilir. Bitkisel peyzaj öngörüsünde tarihi ve kültürel alan olarak belirlenen bu noktaların kendi güzelliklerini ve özelliklerini sergileyebilecekleri tasarımlar yapılmış, yaşayan kıyı kavramıyla mevcut kullanımlar nedeniyle hasar görmüş bitkilerin sağlıklılaştırılması veya korunması, ve kıyı alanlarında rekreasyonel ihtiyaçları karşılayacak, kullanıcıların doğa ile baş başa kalmalarını sağlayacak düzenlemelerin ekolojik süreklilik içerisinde ele alınması önerilir.

Günümüz İstanbul imgesinin kanıtı olan ve sıklıkla koruma sorunlarına dikkat çekilen tarihi yarımada silueti düşünüldüğünde alana çoğunlukla ‘dışarıdan’ bakıldığı görülür. Halbuki bu ilişikinin çift taraflı da olabilmesi, 1. Bölge ile kurulan ilişkinin önerilen bakı enstrümanları ile alana ‘içeriden’ de bakarak yeniden kurgulanması olasıdır. Bu noktada Der-zemininin çok yönlü atmosferini kavrayabilmenin, araştırabilmenin, meraklı gözlere gösterebilmenin yolu da zaten fokuslanmaktan geçer. Haliç’e bakarken ya da Haliç’ten bakarken başınızı ne denli hızlı çevirirseniz çevirin, ne denli dikkatli bakarsanız bakın, gözünüzün önündeki hareketi, bütünüyle, tüm ilişkileriyle kavramak zordur. Edmondo Amicis’in dediği gibi, “Bir şey görebilmek için Köprünün [Galata] bir kısmına göz dikip hep oraya bakmak gerekir; bir oraya bir buraya bakılacak olursa görüntü bulanıklaşır, kafa karışır.” Alanın tarihsel silüetteki yerini vurgulamak amacıyla farklı formlarda ve yüksekliklerde üretilen bakı enstrümanları, izleyiciyle manzara arasındaki mesafeye yerleştirilmiş, uzağı yakına getiren çerçeve-yapılardır. Bunlar yere olabildiğince az dokunan, dokunduğu yerde ise konar-göçer olabilecek kadar hafif ve etrafı yansıtacak reflektif malzeme kullanımıyla tasarlanmış, yerleştiği noktalardaki tarihi ve mekansal zenginliğe saygı duyan mimari yerleştirmeler olarak önerilmiştir. Bir yandan illüzyonu güçlendirirken, öte yandan manzaranın yatay alt sınırını silikleştirirler. Yer yer platformlarla hareketlenen ve kimi yerde kabul edilebilir ölçüde yükselen formlar, yapı dili gereği, açıklıklarından aldığı gün ışığını bakış yönü ile birleştirir, böylece manzaranın üst bitişini de izleyiciden gizler. Böylece özgünlüğü ile tartışmasız tek olan Haliç, bağlam olarak her zaman kentsel performansın bir parçasıdır.

Kaynaklar:

  • de Amicis, Edmondo (2010) İstanbul, YKY, İstanbul.
  • Erkal, Namık (2011) “Dolgunun Arkeolojisi: İstanbul Kıyısının Katmanlılığı Üzerine,” Arrademento Mimarlık, (2011), s.80-86.
  • Kömürciyan, E. Ç. (1988). İstanbul Tarihi: XVII. Asırda İstanbul. (H. D. Andreasyan, çev.). İstanbul : Eren Yayınları.
  • Sayar, C. ve Sayar, M. (1962). İstanbul’un Surlar İçindeki Kısmının Jeolojisi = The Geology of the Area within the Ancient Walls of Istanbul, Turkey. İstanbul : İTÜ Yayınları.
  • Semiz, H. Nisa. (2014) İstanbul Haliç ve Marmara Surları Belgeleme Çalışmaları, Tarihi ve Peyzaj Değerlerinin Korunmasına Yönelik Öneriler, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul : İTÜ.
  • Van Millingen, A. (1899). Byzantine Constantinople, the walls of the city and adjoining historical sites. London : J. Murray.
Etiketler

5 yorum

Bir yanıt yazın