YEM Mimarlık Haftası Etkinlikleri’nin İlk Gününde Adliye Binaları ve Engelsiz Tasarım Konuşuldu

“Dünya Mimarlık Günü” kapsamında Şişecam Düzcam ana sponsorluğunda ve Türk Ytong sponsorluğunda 3-7 Ekim 2016 tarihleri arasında düzenlenecek Mimarlık Haftası Etkinlikleri Yapı-Endüstri Merkezi’nde başladı.

Aytöre Mimarlık Kurucusu Mustafa Aytöre moderatörlüğünde yapılan panelde; Türkiye Baralor Birliği Başkan Yardımcısı Av. Başar Yaltı, İstanbul Barosu Vergi ve İdare Hukuku Komisyonu Başkan Yardımcısı, Yurtman&Kara Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı Av. Dr. Nevin Yurtman, Gayrimenkul ve İnşaat İş Birliği Platformu (GİİP) Genel Sekreteri ve Kandemir Partners Avukatlık Bürosu Kurucusu Av. Mehmet Ali Kandemir ve SYS Hukuk Bürosu Kurucu Ortağı Av. Yalım Canveren kullandıkları adliye yapıları hakkında bilgi verdi.

“İdeal bir adliye binası öncelikle adalet duygusunu yansıtmalı.”

Panelin ilk konuşmacısı olan Av. Başar Yaltı, avukatlık ve mimarlık arasında bir ilgi olduğunu ve mimari düşünce tarzının hukukta da olduğunu belirtti. Yaltı, bir avukat için bu düşünce tarzının çok önemli olduğuna değinerek, “Her dava bir projedir. Davanın nasıl gelişeceğini avukat kafasında tasarlar. Bu mimariden aldığımız metodolojik bir yöntemdir” dedi. Yaltı, adliye binalarının tasarlanmasında dikkat edilmesi gerekenleri şu şekilde özetledi: “İdeal bir adliye binası öncelikle adalet duygusunu yansıtan, gelişime açık ve esnek yapılar olmalıdır. Adliye binalarında sosyal tesisler, kreş, sağlık merkezleri, yemek yerleri, konferans-sergi ve spor salonları yer almalı, asansörler yeterli ve hızlı olmalı, bina içi mekânlar iç açıcı, rahatlatıcı ve aydınlık olmalı, gürültüyü absorbe eden sistemlere daha çok önem verilmeli ve doğal ve temiz hava alacak binalar inşa edilmeli.”

“Her ilçede bir adliye olması gerekiyor.”

Panelin ikinci konuşmacısı olan Av. Dr. Nevin Yurtman, adliyelerin birleşmesinden ziyade her ilçede bir adliye olması gerektiğine değindi. Zamanın kıymetli olduğuna vurgu yapan Yurtman, adliyenin yakın mesafede ve ulaşımının rahat olması gerektiğini söyledi. Bir adliye binasının, baş aktörlerinin ihtiyaçlarına cevap vermesi gerektiğini vurgulayan Yurtman, “Vatandaş, personel, avukat, savcı ve hakimin ihtiyacına cevap vermeli, işlevsellik ve fonksiyonellik önemli. Rahat çalışma ortamları olmalı, ışık ve renkler iyi kullanılmalı. Mekânlar dikey değil, yatay olmalı” dedi.

“Adliye binaları tasarımında binaların asıl kullanıcıları vatandaşlar göz önünde bulundurulmalı.”

Panelin üçüncü konuşmacısı olan Av. Mehmet Ali Kandemir ise, eski ve yeni adliyeleri karşılaştırarak bir değerlendirme yaptı. Eski adliyelerin konut olarak ya da hükümet konakları içinde üretildiğine dikkat çeken Av. Mehmet Ali Kandemir, son yıllarda önemli sayılarda adliye yapıldığını, sadece İstanbul’da bu sayının 3 olduğunu belirtti. İhtiyaçların göz önünde bulundurularak adliyelerin yapılması gerektiğine değinen Kandemir, adliye binaları tasarlanırken asıl bina kullanıcılarının vatandaşlar olduğunu ve bunun genellikle göz ardı edilen bir konu olduğundan bahsetti. Adliye binalarını en çok vatandaşların kullandığının önemle altını çizen Kandemir, adliye binaları tasarım sürecinde vatandaşların mutlaka düşünülerek yapıların tasarlanması gerektiğini vurguladı.

“Konforlu Adliyelere ihtiyaç var.”

Panelin son konuşmasını yapan Av.Yalım Canveren ise, adliye binalarının ruhsuz kamu binası şeklinde tasarlanmaması gerektiğinin altını çizdi. Kullanıcıların istekleri ve ihtiyaçları göz önünde tutulmadan Türkiye’de adliye tasarımlarının yapıldığına işaret eden Canveren, fonksiyonel ve konforlu adliyelere ihtiyaç olduğunu vurguladı. Anadolu’da kamu binaları içinde yer alan adliyelerin de ayrı bir yerde olması gerektiğini söyleyen Canveren, adliyelerin TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi tasarlanması gerektiğini ve kamu binaları arasındaki eşitsizliğin vatandaşların adalet duygusunu sorgulamasına neden olabileceğini belirtti.

Canveren, “Yapının kullanımı sırasında doğabilecek ihtiyaçlardan ve çeşitli müdahalelerden dolayı adliyelerde kadrolu mimar olmalı. Adliyeler, kampüs şeklinde tasarlanabilir. Gün ışığı iyi kullanılmalı. Avukat, hakim ve savcılar için kütüphane olmalı” dedi. Özellikle icra dairelerinin durumunun çok kötü olduğuna değinen Canveren, konuyla ilgili olarak şunları aktardı: “İcra daireleri hakimlerin odasından da küçük. İyi çalışma ortamları olarak tasarlanmamış. İcra daireleri ve mahkeme kalemleri, işin asıl yapıldığı bölümlerdir. Buraların daha büyük ve konforlu olması gerekir.” Diye sözlerine devam etti.

Mimarlık Haftası etkinlikleri kapsamında yapılan günün ikinci oturumunda ise “Engelsiz Tasarım” teması ile söz yine kullanıcılardaydı. Oturum, moderatör Sultan Arınır’ın, Türkiye nüfusunun yüzde 13’ünün yani yaklaşık 10 milyon insanın engelli olduğunu ve engellilerin hayatını kolaylaştıracak çözüm önerilerini tartışmak üzere bir araya gelindiğini belirtti

“İnsan-mekân ilişkisi yerine canlı-mekan ilişkisi üzerine odaklanılması gerekiyor.”

Panelde ilk sözü Dünya Engelliler Vakfı (WDF) / Dünya Engelliler Birliği (WDU) Kurucu Başkan Yardımcısı Necdet Öztürk aldı. ‘Engelsiz Tasarım’ın tartışılması gereken en önemli mihenk taşının ‘erişilebilirlik’ olduğuna vurgu yaparak günümüzün belediye uygulamalarının ne yazık ki evrensel standartlarla uyum göstermediğine dikkat çekti. Öztürk bu noktada mimarlık mesleğine atıfta bulunarak mimarların engellilerin erişilebilirliğini artırmak için insan-mekân ilişkisi yerine daha kapsayıcı bir tasarım anlayışıyla canlı-mekân ilişkisine odaklanmaları gerektiğine değindi.

“Ülkemiz 18-40 yaş arasındaki atletik vücutlu erkeklere göre tasarlanmıştır.”

Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD) Genel Sekreteri Hakan Özgül, “Ülkemiz bebekli, hamile, yaşlı ya da engelli insanlara göre değil; 18-40 yaş arasındaki atletik vücutlu erkeklere göre tasarlanmıştır” diyerek etkili bir ifadeyle giriş yaptı. Özgül, konuşmasına gündelik hayatta engellilerin en çok karşılaştıkları zorluklara değinerek devam etti. Bu engellerin ancak İnsan Hakları Modeli’ni temel alan İçermeci yani Kapsayıcı Tasarım anlayışıyla ortadan kaldırılabileceğinin altını çizen Özgül, bugün Türkiye’de 1 milyon 525 bin 178 adet binadan sadece 3.380 adedinin yüzde 75 oranında erişilebilir olduğuna dikkat çekti. “Kapsayıcı tasarım modeli, engelliler için özel bir otel yapmanızı değil, yaptığınız otelin engelliler tarafından da kullanılabilir nitelikte olmasını önerir” diyen genel sekreter, erişilebilirlik konusunda çeşitli çalışmaları bulunan iki Türk mimar; Cengiz Bektaş ve Şükrü Sürmen’i de andı.

Özgül sunumuna engelliler için tasarlanmış ancak kullanımı mümkün olmayan uygulama örneklerinden bazılarını salondaki dinleyicilerle paylaşarak devam etti. Standartlara uygun olmayan trabzan ve küpeşteler, tekerlekli sandalyedeki bir insanı kaldırmaya yeterli olmayan hidrolik merdiven lift’leri, görme engellilere zorluk yaşatan dokunmatik asansör butonları ve hissedilebilir zemin uygulamaları, detayları yanlış çözülmüş tuvaletler ve fotoselli kapılar gibi örneklerle yaşadıkları zorlukları dile getiren Özgül, erişilebilirlik sorununun birbirine bağlı bir zincir gibi ele almamız gerektiğini belirterek “Bu zincirin bir tanesinin bile eksik olması bütüne etki ediyor” dedi.

“Öncelikle kendi körleşmemizden kurtulmalıyız.”

Alternatif Yaşam Derneği Kurucu Başkanı Ercan Tutal ise “Şu anda Türkiye’de uyuyan bir dev var. Engellilerimizi sokağa çıkarmalıyız. Bunun için de öncelikle kendi körleşmemizden kurtulmalıyız” diyerek farkındalık yaratmak amacıyla kurdukları Düşler Akademisi’nin projelerinden bahsetti. Tutal, engellileri yaşama kazandırmanın önemini vurgularken kent uygulamalarının da çok önemli olduğuna dikkat çekti. Dünyanın en erişilebilir kenti Barselona’dan ilham almamız gerektiğini ve Olimpiyat Oyunları için yapılan hazırlıklar sürecinde son 10 yılda mükemmel bir ‘erişilebilir’ kent yarattıklarını dile getiren Ercan Tutal, bunun çok para harcamadan da iyi bir planlamayla gerçekleştirilebileceğini sözlerine ekledi.

“Duygusallığımız yerine duyarlılığımızı harekete geçirmemiz gerekiyor.”

Oturumun son bölümde sözü Dialogue In The Dark (Karanlıkta Diyalog) İstanbul Rehber Koordinatörü Harun Sarıkaya aldı. Kendi hikayesini anlatarak söze başlayan Sarıkaya, sonrasında dinleyicilerle hayata geçirdikleri Karanlıkta Diyalog projesinin detaylarını paylaştı. “Bütün bir günü zifiri karanlıkta geçiriyor ve kör olmayı deneyimliyorsunuz. Yanınızda bir yardımcınız oluyor. Birinin yardımıyla karanlıkta ilerlemenin ne demek olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Herkesin bu deneyimi yaşayışı birbirinden çok farklı olabiliyor. Kimi günün sonunda ‘eskiden kördüm şimdi daha iyi görebiliyorum’ diyor, kimi gülme krizine tutluyor, kimi de çığlık atıyor…” şeklinde projeyi kısaca aktaran Sarıkaya, mimarlık eğitiminde erişilebilirlik konusuna daha fazla yer verilmesi gerektiğinin altını çizerek bu noktada akademisyenlere de büyük görev düştüğünü söylüyor ve ekliyor: “Duygusallığımız yerine duyarlılığımızı harekete geçirerek içinde birlikte daha iyi yaşayabileceğimiz kentler yaratabileceğimize inanıyorum.”

Etiketler

Bir yanıt yazın