“Ucu Olmayan Şehir” Sendromu

Çevre Düzeni Planı’nın önemli ölçüde işlevsiz kaldığını belirten Prof. Dr. Hüseyin Kaptan, ‘İstanbul, üç yöndeki uzantıları ve 30-35 milyon nüfus hedefleriyle ekümenopolis (ucu olmayan şehir) sendromuna yönelmiştir’ dedi.

İstanbul’un çağdaş normlarda planlı bir yapıya kavuşturulması için 2004 yılında İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın isteğiyle kurulan İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP)’nin kurucusu Prof. Dr. Hüseyin Kaptan, İstanbul’la ilgili tartışmaları Milliyet’e değerlendirdi.

Aralarında 100 bilim insanın olduğu 650 uzman tarafından hazırlanan ve İBB Meclisi tarafından oybirliğiyle onaylanan Çevre Düzeni Planı’nın önemli ölçüde işlevsiz kaldığını belirten Kaptan, İstanbul’un üç yöndeki uzantılarıyla ekümenopolis (ucu olmayan şehir) sendromuna yöneldiğini söyledi.

5’er milyonluk şehirler

İstanbul’un planlamasındaki temel meselelerin öncelikle yönetim kademesinden kaynaklandığını belirten Kaptan, merkezi otoritenin metropol planlamadaki tasarruflarının kendilerinin aldığı planlama kararlarıyla önemli çelişkiler içerdiğini kaydetti. Bu çelişkilere bağlı olarak İMP çalışmalarının yarım kaldığına dikkat çeken Kaptan, İstanbul’un geleceğine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:

“1980’de onaylanan İstanbul Nazım Planı, kentin 5 milyon nüfusu barındırabileceğini öngörüyordu. bugün ise 15 milyon nüfuslu İstanbul’da ülke ihracatı ve finans hareketlerinin yüzde 50’si gerçekleşiyor. İstanbul kendi kabına sığmayan enerjisiyle, ekolojik ve kültürel hassasiyetlerin yok olması pahasına, sınırlarından taşarak, doğu, batı, güney güzergahlarında yayılmaya devam ediyor. Onaylı Çevre Düzeni Planı kararları doğrultusunda; doğuda Kocaeli, güneyde Bursa 5’er milyonluk nüfus hedefleriyle hızla gelişiyor. Tersane projeleriyle Yalova milyonluk bir kent olma yolunda. Tekirdağ, Kırklareli, Edirne için 10 bin hektar sanayi alanı ve 4 milyon nüfus tartışılıyor. Böylece İstanbul, üç yöndeki uzantıları ve 30-35 milyon nüfus hedefleriyle Ekümenopolis (ucu olmayan şehir) sendromuna yönelmiştir. İstanbul’un planlanması Marmara coğrafyasının planlaması ile vazgeçilmez bir bütünlük içindedir. Bu coğrafya kentleşme anlamında bir bütünün uzuvları gibidir.”

3 İstanbul modeli

Çevre düzeni planı ile stratejik kararların birinci kutsalının kuzey ormanlarının, su havzalarının ve mutlak tarım alanlarının korunması olduğunu anlatan Kaptan şöyle devam etti: “İstanbul yüzde 75 oranında yasadışı bir kent. 1950’li yıllardan günümüze kuzey ormanlarının tükenişi belgelenmiş durumda. Tarihi yarımada ile Küçükçekmece arasında yağ lekesi formunda gelişen 5 milyon nüfus var. Bu gerçeklerden hareketle gelişme stratejileri için, üç İstanbul modeli seçilmişti. Merkez İstanbul, Doğu İstanbul ve Batı İstanbul olarak planlama yapmıştık. Projede Merkez İstanbul; Kadıköy’den başlayarak Büyükçekmece’ye kadar olan alanı kapsıyordu. Bu alan içinde İkitelli-Hadımköy dışında kalan demode sanayi alanları, doğu ve batıdaki il sınırına kaydırılacaktı. Doğuda Gebze-Kartal, batıda Silivri-Çorlu bölgelerinde yaklaşık 20 bin hektarlık organize sanayi bölgeleri kurulacaktı. Sanayi kent merkezinden çıkartılacak, İstanbul’da, uluslararası güçlü ilişkiler içinde, hizmet, kültür, turizm işlevlerini öne çıkaracak ve rehabilitasyon alanları yaratılacaktı. Sanayi işlevi üniversiteler ve teknoparklarla destekleniyor; ulaşımda; deniz, demir, kara ve havayolu entegrasyonu bulunuyordu. Plan çerçevesinde limanlar lojistik köylerle destekleniyordu. Doğu-Batı metropoliten alt bölgelerinin kapasite nüfusları Ankara’ya eşdeğer olarak 5’er milyon büyüklüğünde olacaktı. Gebze-Kartal bölgesinde Sabiha Gökçen Havaalanı gelişmenin dinamosu olurken, Silivri’deki batı bölgesi için 3. havalimanı işlev görecekti.”

“TEM gelişmeleri yeni nüfus kâğıdı oldu”

Ulaşım konusunda yoğun tartışmaların sürdüğüne değinen Prof. Dr. Hüseyin Kaptan, planladıkları ulaşım ağına ilişkin olarak da, “Ulaşımı, insan taşımacılığı ve lojistik sistemler olarak iki başlık altında değerlendirdik. İstanbul ulaşımı her iki sektörde de yoğun olarak karayolu taşımacılığı üzerinde ilerliyor. İstanbul, yaşayan konumuyla tek merkezli bir metropol olarak yorumlanıyor. Karaköy’den Ayazağa’ya uzanan merkezi iş alanına (MİA) ulaşmak ve alandan geri dönmek en büyük temel sorunlardan biri. MİA’nın işlevini, kademeli bir sistematik içinde metropol geneline dağıtarak ulaşım için çözüm planlarımız vardı. E-5 ve TEM güzergâhı metropolün ana omurgaları. TEM güzergâhının inşasından bu yana, Gebze’den Büyükçekmece’ye kadar olan yasadışı gelişme alanlarında 8 milyon insanın yaşadığı hesaplandı. TEM gelişmeleri adeta İstanbul’un yeni kimliği, yeni nüfus kâğıdı olmuştur” dedi.

“TIR imparatorluğuna teslim”

Prof. Dr. Kaptan, lojistik sistemlerin yüzde 90 oranında karayolu üzerinden ilerlediğini belirterek, “Lojistik sistemlerde İstanbul adeta TIR imparatorluğuna teslim durumdadır. Liman gerisinde olması gereken 16 gümrük alanı, 400’e yakın antrepo ve lojistik alan İstanbul geneline dağılmıştır. Stratejik plan doğuda ve batıda demiryolu destekli yeni limanlarla birlikte lojistik köylerin düzenlenmesini öngörüyordu” dedi.

“AKM restore edilip yerinde kalacaktı”

İstanbul Çevre Düzeni Planı’nın temel stratejilerinden birinin de kent meydanlarını artırmak olduğunu dile getiren Kaptan, “Planlarımızda Taksim’e altgeçit yapılmasını düşünüyorduk. Ancak Topçu Kışlası projelerimizde yoktu. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) de restore edilip yerinde kalacaktı. Projelerimizde Taksim’e cami yapılması da yer almıyordu. Meydanı yayalaştırmayı düşünüyorduk. Trafiği aşağı almak projelerimizden biriydi. gezi parkı’nın denize bakan bölümünün olduğu Mete Caddesi’ndeki binaların bir kısmını kaldırarak Boğaz’ın seyredileceği bir yeşil oluşturmayı düşünüyorduk.”

“İstanbul bir efsane”

Kaptan, İstanbul silüetine ilişkin de şunları söyledi:

“8 bin 500 yaşındaki İstanbul coğrafi ve mimari silüetiyle dünya ölçeğinde bir efsanedir. İstanbul’un dünya metropolleri arasındaki kıyas kabul etmez üstünlüğü silüetindedir. İMP, yüksek yapılar için plan lejantında, silüet master planını şart koşmuştur. Park Otel’in yapım ve yıkımı önemli bir ibrettir. 16/9 üzerine yapılan tartışmaları ve yargı kararlarını ibretle izliyorum. İMP sürecinde bu yanılgıların hiçbiri gerçekleşmemişti. İMP İstanbul silüetinin sigortası, güvencesi olmuştu.
Siluet konusundaki en önemli örnek Haydarpaşa’dır. Devlet Demiryolları’na verilen yetki kapsamında, Haydarpaşa için birçok proje üretildi. Bu projelerin ortak özelliği hepsinin 7 gökdelen önermesiydi. Bazıları yukarıdan bakınca laleye benziyordu. Bu projeden vazgeçilme aşamasında İMP’nin mücadelesi iki seneyi kapsadı. Başta DDY Genel Müdürü, emlak Daire Başkanı ve devamı olan kadroların işbirliğine açık olmaları ve konuyu ehil insanlara emanet etmeleri Türkiye gerçeğinde olağanüstü takdiri hak eden bir davranıştır. O projeler 16/9 İstanbul gökdelenleri gibi gerçekleşebilirdi. Sebep olan, sorumlu yönetimin her kademesi yürekten bir ‘vah’ çekecekti. Bir musibet bin nasihatten iyidir derler. Bugün artık bizi yönetenler yatay demeye başladı. Geçmişte maruz kaldığımız haksız eleştiriler bizim yanımıza kâr ve gizli onur belgesidir.”

“Planlama 1984’ten itibaren sıkıntılı”

İstanbul’daki planlama sorununun 1984 yılında yürürlüğe giren yasadan sonra daha da arttığını kaydeden Kaptan, şöyle devam etti: “1984’te, Özal zamanında onaylanan 2981 sayılı İmar Islah Yasası, bugün yaşadığımız kentlerin kimliğini ifade eden bir süreci yönetmiştir. Yasa, ülke genelinde hazine işgallerini (gecekonduları) plan dışı hisseli ifrazları yasalaştırırken; planlamanın temel kuralları olan, nüfus projeksiyonlarını, donatı standartlarını, kentsel işlev kararlarını gözardı etmiştir. Bugün risk alanları olarak görülen Ayamama Deresi, Tavukçu Deresi ve kolları gibi balçık alanlarda gelişmeler ortaya çıkmıştır. Metropol mülkiyeti yaygın bir şantiye alanına dönmüştür. 6306 sayılı Dönüşüm Yasası ise deprem riskine karşı düzenlendi. Dönüşüm yasası, ıslah yasasının tersine tapuları bütünleştirmeyi zorlamakta. Ancak dönüşüm yasası da donatı standartlarını umursamıyor.

“Kabul görmedi”

İMP’de bu yasanın oluşumunda görev aldım. Başlangıçta dönüşüm yasası bir semti yeniden yaparken; kişi mağduriyetlerini önlemek için katılım değeri ve bölüşüm değeri eşitliğini esas alıyordu. Sermaye Piyasası’ndan akredite olan uzmanlar tarafından saptanan yapı değeri, yenilenen yapı alanında, aynı değerde mülk sahibine verilecekti. Bu sistem toplumda kabul görmedi.”

Etiketler

Bir yanıt yazın