On binlerce yıldır farklı uygarlıklara ev sahipliği yapan Anadolu'nun tarih ve kültürüne ait izler müzelerde korunarak gelecek nesillere taşınmaya çalışılıyor.
Çeşitli kaynaklardan derlenen bilgilere göre, bulunduğu coğrafyanın zenginliği nedeniyle adeta “her taşının altından tarih fışkıran” Türkiye’de müzeciliğin temelleri, 19. yüzyılda atıldı. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de koleksiyonculukla başlayan müzeciliğin ilk izlerine 13. yüzyılda Selçuklular döneminde rastlandı. Bu ilk kalıntılarda Selçuklular, eski Konya’nın bulunduğu höyüğü çevreleyen ve bugüne hiçbir izi kalmayan sur duvarlarının etrafına, ellerine geçen her döneme ait kabartmalı eserleri bir nizam çerçevesinde dizmişlerdi. Ayrıca Dulkadiroğulları Beyliği (1339-1522) döneminde bugünkü Kahramanmaraş Kalesi etrafında Geç Hitit eserlerinin biriktirildiği de biliniyor. Osmanlı döneminde ise saraylarda bulunan hazine dairelerinde ata yadigarı kıymetli eserler, hediyeler ve savaşlarda elde edilen ganimetler korunmaktaydı.
19. yüzyıla gelindiğinde Türk müzeciliğinin temelleri atılmaya başlanırken, 1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından İstanbul’da Aya İrini Kilises’inde ilk müze kuruldu.
Sadrazam Ali Paşa (1815-1871) müzeyi yeniden düzenleyerek buraya “Müze-i Hümayun-İmparatorluk Müzesi” adını verdi. Müze müdürlüğüne önce 1869 yılında İrlandalı Edward Goold, daha sonra da 1872 yılında Alman Dr. P.A. Dethier getirilerek müze Çinili Köşk’e taşındı. 1881 yılında Osman Hamdi Bey Müze Müdürlüğü’ne getirildi ve Türk müzeciliği için yeni bir dönem başladı. 1884 yılında yeni bir Asar-ı Atika Nizamnamesi hazırlanırken, aynı dönemde eski eserlerin yurt dışına çıkarılması da yasaklandı.
Osman Hamdi Bey, Çinili Köşk’ün bahçesine İstanbul Arkeoloji Müzesini yaptırdı ve onun döneminde, 1902 yılında Konya’da, 1904 yılında Bursa’da müze kuruldu. Osman Hamdi Bey’in 1910 yılında vefatından sonra yerine kardeşi Halil Ethem Bey getirildi. Halil Ethem Bey, özellikle Anadolu müzelerinin gelişmesine katkıda bulunurken, Türk İslam Eserleri (1914) ve İstanbul Şark Eserleri Müzesi (1925) onun zamanında kuruldu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında yurt dışına kaçırılmış olan eserlerin yeniden Türkiye’ye getirilmesine de çalışıldı. Amerikan Konsolosluğu tarafından, Yunan ordularının İzmir’i terk etmelerinden önce İzmir Lisesi depolarında korunan “Sardes” kazısı eserleri bir gemiyle New York Metropolitan Müzesi’ne gönderildi.
Eserler, 30 Ağustos Zaferi’nin ardından Atatürk’ün emriyle 1924’te yeniden Türkiye’ye getirildi. Atatürk, TBMM’nin açılışından sonra 9 Mayıs 1920’de göreve başlayan ilk hükümetin yapacağı işler arasında eski eserlerin derlenmesini ve yeni müzeler kurulmasını istedi.
Bu amaçla, Maarif Vekaletine bağlı Eski Eserler Müdürlüğü (Asar-ı Atika Müdürlüğü) kuruldu. Bu müdürlük, eski yıllardan kalan kıymetli mimari eserlerin ve ören yerlerinin korunmasından sorumluydu. Daha önce vilayetlerde kurulan Müze-i Humayun şubelerinin gözetim ve idari işlerini de yürüten müdürlük, 1 yıl sonra Asar-ı Atika Müdürlüğü, Hars (Kültür) Müdürlüğü’ne dönüştürülerek kadrosu daha da genişletildi.
5 Kasım 1922’de bir genelgeyle arkeolojik ve etnografik eserlerin toplanması, envantere alınması ve yeni müzelerin kurulması istendi. 14 Ağustos 1923’te hükümet programında müzecilik geniş boyutlarıyla ele alınırken, Atatürk’ün isteği üzerine 1923’te kurulan Heyet-i İlmiye’nin görevleri arasında Ankara’da bir milli müzenin kurulması, Türk Etnografya Müzesi’nin hemen açılması ve Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin gözden geçirilmesi konuları da yer aldı.
Atatürk’ün talimatıyla 3 Nisan 1924’te Bakanlar Kurulu, Topkapı Sarayı’nın müze olarak ziyarete açılmasını kararlaştırdı.
Atatürk, Fatih Sultan Mehmet dönemindeki eklemelerle 700 bin metrekarelik bir alanı kaplayan ve 1855’e kadar 400 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi olan sarayın müzeye dönüştürülmesi çalışmalarını yakından takip etti.
Büyük Önder, 1934 yılındaki son ziyaretinde sarayın kütüphanesinde bulunan, Piri Reis’in Amerika haritasının gizli olmamasını, dünyaya tanıtılmasını ve özellikle Amerika’ya gönderilmesini istedi.
Her fırsatta tarihi yerleri ve müzeleri ziyaret eden Atatürk, 1929’da Sultan Ahmet Camisi’nin restorasyonunu inceleyerek onarımın çabuklaştırılması talimatını verdi. Bu sırada, Ayasofya’nın harap halini de gören Atatürk, binayı Maarif Vekaleti’ne bağlayarak müze olmasını sağladı.
Böylece, 911 yıl kilise, 481 yıl cami olarak kullanılan Ayasofya müze olarak hizmet vermeye başladı. Ayasofya, 1934 yılından bu yana en çok ziyaretçisi olan müzelerden biri olmayı sürdürüyor.
Yine Atatürk döneminde kurulan ve Türkiye’nin ilk resim heykel müzesi olan İstanbul Resim Heykel Müzesi için Dolmabahçe Sarayı’nın 9 bin metrekarelik Veliaht Dairesi tahsis edildi. 1937 yılının Eylül ayında açılan müzeye Ankara Halkevi, Dolmabahçe Sarayı, Maarif Vekaleti ve TBMM gibi yerlerdeki resim ve heykeller gönderildi. Atatürk, çıktığı yurt gezilerinde müze ve ören yerlerine de uğradı ve o dönemde birçok müzenin kuruluşuyla bizzat ilgilendi.
Cumhuriyet’in ilk müzeleri, eski binaların bakım ve korunmasının da sağlanması amacıyla tarihi binalarda kuruldu.
Atatürk zamanında kurulan müzelerden bazıları ise şöyle:
“Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi (1921), Antalya Müzesi (1922), Sivas Müzesi (1923), Adana Müzesi, Bergama Müzesi, Topkapı Sarayı Müzesi (1924), İzmir Müzesi, Edirne Müzesi, İzmir Müzesi, Etnoğrafya Müzesi (1925), Tokat Müzesi, Konya Müzesi, Amasya Müzesi (1926), Kayseri Müzesi (1929), Efes Müzesi (1930), Afyon Müzesi (1931), Sinop Müzesi, Van Müzesi (1932), Ayasofya Müzesi, Diyarbakır Müzesi (1934), Manisa Müzesi, Tire Müzesi (1935), Çanakkale Müzesi, Niğde Müzesi, Tire Müzesi (1936), İstanbul Resim ve Heykel Müzesi (1937).”