Türkiye’nin İlk Temapark’ı Açıldı

Tatilya'nın kapanmasından yıllar sonra, İstanbul yeni eğlence merkezine kavuştu!

Küçükken her şey daha büyük görünürmüş ya insanın gözüne, hiç gitmemiş olmama rağmen Tatilya’nın çocukların gözünde büyüklüğünü anlatılanlardan hayal edebiliyorum; her ne kadar kapalı alanda lunapark fikrini tuhaf bulsam da… Böyle düşününce Vialand Tema Park, Barış Manço’nun deyimiyle “kısa boylu vatandaşlarımız” olan çocuklar için tam bir cennet olmalı. Tabii yetişkinlerin de çocuklaşacağı bir mekan!

Ramazan ayı içerisinde bir Cumartesi günü Vialand’ı fotoğraflama ve yazma görevini (!) hakkıyla yerine getirebilmek adına hem alışveriş merkezinde dolaştık, hem de lunaparkta binebileceğimiz her üniteyi sizler için denedik. Ramazan ayı boyunca eğlence parkı her gün hafta içi fiyatı ile hizmet verdi; 55 liralık giriş biletini aldıktan sonra bütün gün istediğiniz kadar koşturabilir, mideniz isyan edene kadar aletlere binebilirsiniz (Ramazan ayı hariç hafta sonu bilet fiyatları ile ilgili bir güncelleme bulamadık, internet sitesinde hala aynı fiyatta görünüyor. Çocuk biletleri ise 44 TL.).

“Vialand’a nasıl ulaşabiliriz” diye baktığınızda, yerinden Eyüp diye bahsedildiğini göreceksiniz, aldanmayın. Eyüp denince ilk aklınıza gelebilecek yerlerle ilgisi olduğu pek söylenemez. Taksim, Eminönü ve Şişli’den kalkan İETT otobüsleri ile ve ayrıca müşteri servisi ile ulaşım mümkünmüş ancak biz özel araç ile gitmeyi tercih ettik. Yolu bulamama imkanımızın olmadığını da, her tarafı donatmış olan “Vialand” tabelalarını görünce anladık; masraftan kaçınmamışlar…

Gecekondu mahallelerinin arasından bu tabelaları takip ederek Vialand’a ulaştığınız zaman, sizi ölçeği biraz kaçmış bir boşluk karşılıyor. Henüz peyzaj çalışmaları devam eden bu “boşluk”ta bir yapay göl, konser alanı, açık otopark ve gölge vermek için birkaç yıla ihtiyacı olan fidancıklar yer alıyor. Boşluğu da araba ile kat ederek, devasa kapalı otoparka aracımızı bıraktıktan sonra AVM’ye giriyoruz. Kapalı alanında standart bir AVM’den farklılaşan herhangi bir özellik göremeyip “Avrupa sokağı” tabelalarını takip ediyoruz. Gaziosmanpaşa’nın ortasında Avrupa taklidi bir sokakta yürümenin (binalar arasındaki boşluklardan “Avrupai olmayan” Türk usulü müteahhit işi binalar görünüyor) ilginçliğini şimdilik anlatmayalım. Gölgeliklerle ve çeşitli mimari üsluplarla, “baroklarla” donatılmış sokağı geçince saat kulesine ulaşıyoruz, lunaparkın girişindeki şato da buranın biraz ilerisinde. Girişin yan tarafında iş makineleri çalışırken, bilet gişelerinde acı haberi alıyoruz: trenlerden biri (en yüksek ve hızlı olanı) henüz açılmamış. Şaşırmadık, iş bitmeden açılış yapmak eski geleneklerimizden gelir zira…

Temapark’a girişte öncelikle çocuklar için tasarlanmış olan alanlar görülüyor, masal dünyası, tren, neşeli çiftlik, salıncak kısımlarını çocuklu ailelere göre oldukça hızlı bir şekilde kat ediyoruz. Bu rengarenk kısımların dikkat çeken yanı öğlen güneşinde kendini iyice hissettiriyor, kaçılabilecek gölge yok. Hediyelik eşya satan dükkanların ve kafelerin yer aldığı, iki katlı cumbalı evlerin bulunduğu “İstanbul sokağı (?)”ndan geçince Topkapı Sarayı’nın meşhur adalet kulesine ulaşıyoruz. 50 metre yüksekliğe çıkıp 3-4 saniye içince son sürat aşağı inince adaleti sorgulamamak elde değil. Naçizane tavsiyemiz, kendinizi bağırmaya şartlayın, bu satırların yazarı gibi tıkanıp kalmanızı engelleyecektir (ikinci ve üçüncü binişlerde test edilmiştir).

Adalet Kulesi’nin yanındaki salıncak ve henüz açılmamış olan “Fatih’in Rüyası”nı geçtikten sonra 5D sinemadaki 20 dakikalık filmi izleyip, en merak ettiğimiz kısım olan trene ulaşıyoruz. Bu arada sıra beklediğimiz kısa zaman diliminde, park genelinde güvenlik kurallarının ne kadar uygulandığı ile ilgili kafamızda soru işareti oluşuyor. Her ünitenin girişinde çocukların boyunun ölçülmesi için büyük cetveller var, ama boyu kısa kalanları –aileleri de dahil- denetleyen/durduran yok. Görevliler yalnızca iniş-binişlerde ve sırada bekleyen insanların içeri alınması konusunda sorumlu gibi görünüyor. Bu arada açlık hissetmeye de başlayınca fark ediyoruz ki, Ramazan ayının etkisiyle olsa gerek, büfelerin çoğu kapalı. Ancak King Kong’un bulunduğu yerdeki restoranlar hizmet veriyor. Bu arada ziyaretimiz sırasında King Kong’u da yalnızca uzaktan görebildik, galiba o gün biraz midesi bozulmuş, çalışmıyordu.

Öğlen sıcağı iyice bastırdığı sırada, “sulu” aletlere binerek serinleme çabamız sonuç veriyor; Viking’e binenleri ıslatmadan bırakmıyorlarmış. 3 liraya satılan poşet yağmurluklar da “sulanayım ama ıslanmayayım” diyenler için bir alternatif sunuyor. Ayrıca dev kurutma makinesine 1 TL atıp içine girerek kurumayı da deneyebilirsiniz. Bizim lunapark ziyaretimiz bu noktadan sonra bir süre tren ile Viking arasında mekik dokuyarak geçti, en eğlenceli bulduğumuz kısım burası idi. Yine Ramazan’ın etkisi ile olsa gerek, binerken çok fazla sıra beklememiz de gerekmediği için mümkün olduğunca tadını çıkarmaya çalıştık. Ancak duyduğumuz kadarıyla o günden bu yana ziyaretçi sayısındaki artış ile beraber kuyrukta bekleme süreleri artmış.

Parkın sonunda yer alan yapay şelaleye ilerlerken “Zindan” ve “Safari Tüneli”ne de girmeyi de ihmal etmiyoruz. Zindan zombilerle ve cadılarla dolu ufak bir gezinti sunuyor, çocuklara tavsiye etmem. Safari Tüneli’nde ise trene binerek lazer oyunu ile puan toplamaya çalışıyorsunuz.

Parkın sonunda çıkış göremediğimiz için, yürüdüğümüz yolu tamamen geri dönerek şatonun bulunduğu yere geldik. Gezintimizin sonuna geldiğimizde binmeye cesaret edemediğimiz tek ünite olan “360” tepedeki insanların çığlıkları ile türlü kombinasyonlarda dönmeye devam ediyordu…

Etiketler

2 yorum

  • oruc-kenan-yildirim says:

    Resimlerde eski ve heybetli 1 tane bile ağacın olmaması dikkatimi çekti.
    Ekilen ağaçlar en fazla 5 senelik fidanlar.

    Büyük ihtimalle ve ironik şekilde park alanı yaratmak için ağaçlar kesilmiş, ve yeşillik yerine beton sokaklar ve binalarla heryer bezenmiş.

    Buna pek park denmez bence, zira elimdeki gizli silahım internet bana şu disneyland web adresindeki ağaçların çokluğunu gösterdi:
    http://rktr.co/186LIzK:Disneyland_Annaheim.JPG

    Hadi bu yetmedi dünyanın diğer örneklerinide bana buldurdu:
    http://rktr.co/186LIzP

    Her nedense Türkiye’de ağaçlar yok ediliyor. Az gelişmiş çöl olmayan ülkelerde bile parklarda 100-150 senelik binlerce ağaçlar var iken bizde yeni ekilmiş, göllenme olacak şekilde etrafında çukur açılmadığı için düzgün sulanmayan ve sıklıkla bellenmediği için en fazla 2 sene içinde kuruyacak fidanlar vardır.

    Eski ve yaygın dalları olan yüzyıllık ağaçlar kesilir, bu suçu kapatmak için “1000 fidan diktik” diye övünmeleri bilboard’larda görüyorum. Yukarıda da söylediğim gibi fidan dikmekle övünülemez, fidana 2 sene boyunca bakılmazsa fidan köklerini derine salamadığı için ölür.

    Eski ve yaygın dallı ağacı olmayan bir park, şehrin bir parçası, yani bir mahalleden başka birşey değildir. Bunu görmek için çok uzağa bakmaya veya gitmeye gerek yok, internetede gerek yok.

    Bu projeye çok büyük bir eksi puan veriyorum. Başarısız!

  • levent-coskun says:

    BIR büyük ölü AVM daha, hayirli olsun! Benim TEMA Park anlayisim farkli…

Bir yanıt yazın