Tanpınar’ın izinde Huzur’a çıkan yollar

Star Gazetesi'nden Neziha Çakıroğlu'nun Murat Belge ile röportajı...

Tanpınar’ın ölümünün 50. yılında düzenlenen İstanbul gezisine rehberlik eden Murat Belge: Huzur romanının en önemli kahramanları İstanbul ve Türk musikisi.

Türk edebiyatının üzerinde en çok konuşulan yazarlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar, ölümünün 50. yıldönümünde Küçükçekmece Belediyesi tarafından düzenlenen etkinliklerle anıldı. Bu kapsamda Murat Belge rehberliğinde ‘Tanpınar’ın İzinde İstanbul Gezisi’ de gerçekleştirildi. Uzun zamandır İstanbul gezileri düzenleyen Belge’nin istikametinde bu sefer ‘Huzur’un büyük yazarının iz bıraktığı semtler vardı. Bu kapsamda, İstinye, Yeniköy, Emirgan, Rumelihisarı, Beşiktaş, Karaköy ve Süleymaniye civarı Belge rehberliğinde gezildi. Belge’ye göre, Tanpınar, Huzur’u yazarken, kaybolmaya yüz tutmuş bir medeniyeti yeniden canlandırmak emelindeydi. Belge ile Tanpınar’ın ‘Huzur’unu konuştuk.

Bugünün İstanbul’u Tanpınar’a ne hissettirirdi? Huzur’u yazdırır mıydı?

Huzur’un yazıldığı dönemde İstanbul’da henüz modern yapılar yok ama bir hayli harap olmuş bir şehir var. Çünkü İstanbul pek çok felaketlerden geçmiş, moral olarak çökmüş bir şehir ve ahali var. İşte Tanpınar, burada müziği canlandırarak İstanbul’u yeniden kuruyor adeta. Eski haşmetini hatırlatmaya çalışıyor. Mesela bugünün romancısı Orhan Pamuk, o da İstanbul’u seven ve önem veren bir yazar. O mesela Boğaziçi kurusa, yahut Galata Kulesi’nin altında dehlizler, orada mankenler, olmayan bir takım şeyler tasavvur ediyor. O mesela bir tür arkeoloji yapıyor, çukurlara iniyor. Buna karşın Tanpınar’ın derdi çukurları doldurmak. Ama sonuç olarak iki projede bence birbirinden farklı değil, ikisi de İstanbul’u sevmek, İstanbul’u anlamak derdinde. Tanpınar, bu devirde yaşasaydı belki de o devirde yazdıklarına hiç benzemeyen şeyler yazabilirdi. Ama gene aynı mizaçla olurdu.

Boğazdaki yalılardan bahsettiniz ve son dönem tarihi Boğaz’da geçti dediniz. Bu mutena yapıları bugünkü sahipleri üzerinden biraz konuşacak olursak?

Aslında Boğaziçi büyük tehlikeli dönemini geçirdi. Geçmişte gerçek bir kadirbilmezlik dönemi yaşandı. Estetikten yoksun, gözünü mal hırsı bürümüş insanlar, yeni ve büyük binalar yapmak için Boğaziçi’de pek çok binayı yakıp yıktılar. Şimdi kalanları zenginler satın alıyor. Bu zenginler neyin nesi? Çok ince ruhlu adamlar mı? Muhtemelen değiller. Estetikten de belki haberleri yok. Belki oradaki estetik bir nesneyi kaldırıp onun yerine çanak anten koymayı tercih edecekler. Ama en azından bu kadar parayı verip böyle bir şey alıyorlarsa, şunu yaksam da yerine sekiz katlı bir apartman yapsam diyen adamdan daha başka türlü bakmak zorundadır. Yani birçoklarının kaba sabalıkları muhtemelen vardır ama bunlar traşlanabilir kabalıklardır. Bir de hiçbir şey yapılamaz kabalık vardır, onu atlattık galiba.

Bugünkü Türk aydınının İstanbul’la nasıl bir ilişkisi var. Olması gereken ne?

Biz dar, zor zamanlardan geçtik. İlle maddi sıkıntı içinde olmasa da; kültürel kopukluk, zevk kopukluğu gibi bir yığın sorunlardan geçerek geldik.İnsanlar artık para kazansam şunu yıksam bunu yıksamdan başlarını kaldırıp, ya bak burda şu da varmış demeğe, İstanbul’un tadını çıkarmaya başladı.

Etiketler

Bir yanıt yazın