Mimarlığın Topoğrafya ile Diyaloğu

Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölümü atölye yürütücüleri Sercan Özgencil Yıldırım, Zulal Korur, Fitnat Cimşit, Kamil Kaptan ve Levent Arıdağ'ın yapmış oldukları tasarım yöntemi önerilerini, Sercan Özgencil Yıldırım şu şekilde ifade ediyor:

“Dünyanın her yerinde birbirinin aynısı olan binaların inşaasının zaman&mekan duygusunun yitirilmesine yol açtığı düşüncesinden hareketle topoğrafik farklılıkların mimarlık aracılığı ile açığa çıkarılması üzerine bir tasarım yöntemi önerisi.

XX. yüzyıldan itibaren, Viollet Le Duc’ten günümüze, mimarlığın topoğrafya ile diyaloğu tasarımın temel problemi olarak ele alınır. Bu diyaloğun kurulmasının, mimarlığa özgünlük kazandırdığı, binayı yere ait kıldığı ve onu biricik-yegane hale getirdiği düşünülür. Bu düşünceye göre farklılık oluşturan özellikler, mimarinin kendisinden, özellikle morfolojisinden değil, topoğrafya ile kurduğu diyaloglardan gelmektedir.

Topoğrafyanın ekolojik ve mekansal farklılıkları içerdiği açıktır. Bu nedenle doğal yapısal farklılıklar, coğrafi verilerin farklılığı mimarlığı özgün kılacak ve doğal olarak yere ait hale getirecektir. Topoğrafyanın doğal yapısı, peyzajı farklılığı oluşturan en temel faktör olarak ele alındığında Vicente Guallard’ın düşüncesi önem kazanır;

“Eğer mimarlık peyzaj ise, binalar dağlar, tepelerdir…

“Eğer binalar dağlar, tepelerse, geometri de coğrafyanın ta kendisidir.”

Mimarlık farklılıkları barındıran coğrafi bir bütünün, sürekliliğin bir parçası, tamamlayıcısı haline gelir. Bu yaklaşım, mimarlığın otonomisini-özerkliğini yeniden gözden geçirmeyi zorlar. Mimarlığın otonomisini-özerkliğini tartıştığımızda temel olarak iki farklı yaklaşımdan söz edebilir. XIX. yy ateş, su ve elektriği kapalı alanlarda üretme konsepti geliştirerek mimarlığa tam bir özerklik kazandırır. Buna karşın kapitalist dünyada mimarlığın otonomisinin doğayı kaynak haline getirdiği, hızla büyüyerek kırsal alanları dahi yatırıma dönüştüren bir ekonomik düzenin bir unsuru olarak gördüğü mimarlığın otonomisini red eden yaklaşımlar için ise mimarlık çevresel verilerin, bağlamın, hafızanın doğrultusunda belirlenmelidir. Günümüzde mimarlığı topoğrafyanın bir devamı olarak tanımlayan tasarımlar ise her iki yaklaşımın dışında kalmakta, bir üçüncü durum olarak mimarlık eylemi ve etiğini oluşturmaktadır.

Mimarlık, sözü edilen üçüncü durumda, Guallard’ın betimlemesinden hareketle ne çevresine bir dogma uygulamakta ne de bağlama göre biçimlenmektedir. Mimarlık doğal olanın oluşum sürecini içselleştirmekte adeta onu sürekli kılmakta ve tıpkı doğada olduğu gibi mimarlık esnek, değişebilme kabiliyeti gösteren bir yapıya kavuşmaktadır. Böylece projelendirme eylemi biçim değil, oluşum sürecinin dışa vurumunu yönetir. Mimarlık böylece kendini yeniden üretecek bir zemin kazanır.

Doğanın tasarladığını mimarlıkta devam ettirmek bunun metodolojisini kurmak tasarımın en temel problemi haline gelmektedir. Bu metodolojinin temel felsefesi doğal yapının büyüyebilir, değişebilir yapısını bir organizma gibi davranan sisteme dönüştürmek olmaktadır. Bu bakış mimarlıkta geometrinin kullanımını da farklılaştırır. Geometrinin katı donmuş bir yapıda kullanılması yerini esnek, üretken ve akıcı sistemlere bırakmakta ve geometri adeta canlı bir organizma olarak davranmaktadır. Geometri bu açıdan farksızlıkları oluşturan sistem olarak değil farklılıkları ortaya çıkaran bir tasarım aracı haline gelir. Ancak soyut düzlem olarak bir geometrik düzenin, gridin ya da bal peteği ağın farklılıkları içermesi için bozulması, dönüşmesi gerekir.

Doğal yapının farklılıkları ilk planda geometriyi bozan en temel faktördür. Ancak yeterli görülemez. İklimsel veriler, gün ışığı, rüzgar, komşuluk ilişkileri ve program sistemi dönüşmeye zorlayan faktörlerdir. Bu faktörler, aynı zamanda geometrik düzeni yatayda ve düşeyde katmanlı hale getirmeye zorlar. Bu katmanlı yapının birbiriyle ilişkilenmesi ve süreklilik kazanması adeta doğal olan sürecin bir yansıması olarak gerçekleşmelidir aksi takdirde esneklikten-süreklilikten söz edilemez. Katmanlar arasındaki ilişki birbirinin içine akma, geçme olarak gerçekleşmeli, yatayda hareket eden bir yüzey doğal bir hareketle düşeye dönüşebilmelidir. Bu hareketin katmanlaşması ise birçok olasılığın yaratımına imkan vermekte, komşuluk ilişkileri güçlenmekte, zemin artımı sağlanmakta, yaya-yeşil akışları güçlenmektedir. Düzlemlerin hem topoğrafyaya bağlı hem de özgür hareketi mimarlıkta yeni kavramların açığa çıkmasına olanak verir: Düşey peyzaj, yeşil rampa, eko-hücre…

Mimari tasarımın metodolojisini, önce topoğrafyanın derisi gibi davranan düzlemin oluşturulması- soyut düzlemin topoğrafik farklılıkları içine alarak dönüşmesi daha sonra katmanlaşması ve katmanlar arasındaki diyalogların, sürekliliklerin tasarımı oluşturur. Topoğrafyanın potansiyellerinin keşfi ve zıtlık&uyum diyalektiğinde kurulan diyaloglar üzerine temellendirilen bu metodolojik yaklaşım atölye çalışması olarak Beykent Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde, beş yarıyıldır üçüncü sınıf tasarım derslerinde uygulanmaktadır. Bu çalışmada mimarlıkta güncel tasarım teorilerinin anlaşılmasının ve eleştirilmesinin yanında atölye deneyiminin teorisini üretmek amaçlanmaktadır. Bu noktada bu yaklaşım üzerine eleştirileri almak önem kazanmaktadır. Mimarlık eğitimindeki çağdaş arayışların paylaşılmasının mimarlık ortamına yararlı olacağı düşüncesiyle deneyimlerimizi paylaşmayı hedefledik. Seçilen örnekler dışında kalan, tatil olması nedeniyle ulaşamadığımız, üçüncü ve dördüncü yıllarda atölyede çalışan tüm mimarlık öğrencilerime katkılarından dolayı teşekkürler. Geleceğe umutla bakmak, kendini yeniden keşfetmek imkanını buldukları tasarım atölyelerinin mimarlık okullarından hiç eksik olmaması dileğimizle..”

Etiketler

1 Yorum

  • berkay-firat says:

    ‘Modern Mimarlık’ bu olsa gerek 🙂 Doğayı katletmek yerine doğa ile uyumlu yapılar, ne kadar da güzel. İleride; bu kapitalist dünyada, doğayı bir kaynak olarak asla kullanmayacağız hocam.
    Saygılarımla,
    Öğrenciniz Berkay FIRAT-(İAÜ)

Bir yanıt yazın