Mimarlığımızın Neresindeyiz? (3)

Ortak dilimizi bilim diline yüceltmek için devrimler yaptık.

Anadolu’yu uyandırmak için tasarı üzerine tasarı geliştirdik. Çünkü 1927 sayımına göre İstanbul’ da okuyup-yazma bilenler yalnızca %7’yi oluşturuyorlardı. Bursa’ da %4 idi bu sayı, Hakkâri’ de %0. 4…

Kitap basımı, Basım-Yayın kurultaylarıyla, onbaşılar, çavuşlarla, eğitmenlerle, Köy Enstitüleriyle, çeviri girişimiyle, okullarda eğitim birliğiyle eğitime en büyük önemi verdik.

Gene kaymak tabakamızı yitirmemek için ikinci paylaşım savaşımına girmememiz çok önemliydi.

Su uyur düşman uyumaz!

Bu sözün doğruluğunu son yıllarda anlamadık mı?

1930 lardaki ilk mimarlarımız, onların yetiştirdiği ikinci kuşak mimarlar 1940 larda faşizmin etkisine girdiler.Yanlış yönlendirildiler. Oysa 30 larda kaynağını bizden alan ama çağdaş bir mimarlığa yönelmiştik. İlkeleri bizim iklimimizden kaynaklıydı. 1950 lerde de uluslar arası bir yönelişe özendik. Örnekleri gözünüzün önüne geliyordur…

Mimarlık eğitimi ancak 1956 da İstanbul’ un dışına taşabildi.

1960 bir şenlikti… Çoğulluktu… 1960 larda 1930 ları daha iyi anlıyorduk… Yeni arayışlar başlamıştı…

Bu gün mimarlık okullarının sayıları yüze ulaşmış. Ama sanırım ayranın suyunu azıcık fazla kaçırdık. Avrupa Birliği, Bologna ölçütleri falan derken kendi koşullarımızı unuttuk.

Öğrencilerimiz, daha ilk sınıflarda yurt dışını düşünmeğe başlamıyorlar mı?

Zaha Hadid, Frank Gehry gibi yabancı örneklerle onları aşağılık karmaşasına düşürüyoruz sanki… Onlardan cambazlığı öğreniyorlar. Biçimlerle göz boyuyorlar.

1960 larda, ileriye bakan kimi yapıtlar gerçekleştirmedik değil.

Özellikle 1960 ların az da olsa düşünce özgürlüğü içinde “sosyal konut” olgusu önem kazandı. Bu bir bakıma 1970 lerde de sürdü. Bu alanda yeni açılımlar denendi. Kendi insanımızın yaşama kültürünü tanımağa çalıştık nasılsa… Yoksulların konut sorunları üzerinde çalışıldı.

Ne yazık ki bu alanda da bu günün TOKİ’ sine geldik.

Kiralık konut unutuldu. İş, devlet eliyle yapsatçılığa döndü… Her yerde, özellikle İstanbul’ da kent tasarları alt üst oldu. Bir çok kentimiz gibi Bursa da önemli bir Toki tokatı yedi bu arada… Kültür mültür bir yana bırakıldı…

“Toki” nin ürettikleri artık bizim yuvalarımız değildiler, MAL dılar… İstanbul bu vahşetin sergilendiği en büyük alandır.

Dönüşüm alanları yaratıldı her yerde… Mimarlığı kullananların tek dertleri vardı: Para, para, para…

Yoksulları düşünen falan kalmadı…

Küreselleşmenin neyin küreselleşmesi olduğu iyice anlaşıldı. Bunun en açık göstergesi yapılarımızla, maden ocaklarımızdır.
(Sürecek)

Etiketler

Bir yanıt yazın