Londra’daki Olimpiyat Açılış Töreni’ne nasıl hazırlandık?

Londra 2012 Olimpiyat Oyunları Açılış Töreni'nde rol alma şansına nail olan gönüllülerden biriydim. İşte toplamı 160 saati bulan 23 provayla hazırlandığımız 'Sanayi Devrimi' gösterisinin sahne arkası...

2011 yılının baharında Londra’da dördüncü yılımı tamamlarken, hakkında çelişkili düşüncelere sahip olduğum Olimpiyat Oyunları’nda birkaç sportif etkinlik ve Açılış Gösterisi’ne gidebilmek için bilet başvurusunda bulundum. Çekilişlerde tek bilet bile kazanamadım ama Açılış Gösterisi’ne başvuran herkes gibi; “Gösteride bulunmak istiyorsanız, bir parçası olmaya ne dersiniz?” sorusuna, ‘Gönüllü Başvuru Formu’nu doldurarak yanıt verdim. İki seçme toplantısında, senkronize hareket, sosyal iletişim kurabilme, belirli bir ritme ayak uydurabilme gibi konulardaki yeteneklerimiz ölçüldü.

Ocakta “Tebrik ederiz, seçildiniz! Büyüleyici bir sekansta hareketlilik/faydalılık rolünde bulunacaksınız” e-postasını aldığımda gözlerime inanamamış, tam olarak ne yapıyor olacağımı anlamak için ise mayısta başlayacak provaları beklemek durumunda kalmıştım. Farklı dedikodular da dönmeye başlamıştı bile: Ulusal Sağlık Hizmeti’nden yüzlerce doktor ve hemşire görev alacakmış, Spice Girls konser verecekmiş, meşaleyi David Beckham taşıyacakmış… İngiltere ‘yi zorlu bir sınav bekliyordu. Ülkeniz, Büyük Buhran’dan beri en derin ekonomik krizini yaşamaktayken, dünyanın en büyük sportif etkinliğinin açılış törenini nasıl olup da görkemli bir halde sunabilirsiniz?

Yedi yıl geriye saralım… 2005 temmuzunda Londra, Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapacağını öğrendiği sırada İngiltere ekonomisi normal seyrini sürdürmekteydi. Fakat popülaritesi gittikçe azalmakta olan dönemin Başbakanı Tony Blair için prestij açısından uğrunda mesai harcanması gereken önemli bir mesele haline gelmişti, 2012 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği etme yarışı.

Britanya hazinesinden böyle bir işe girişebilmek için alınması gereken yetkilerin faturasının 2.4 milyar sterlin olması bekleniyordu. Yıllar içerisinde toplam bütçe 9.3 milyar sterline fırlarken, finansmanın özel sektör kaynaklarının çekildiği ve yükün kamunun sırtına bindirildiği gerçekleri halkın suratının iyice asılmasına sebep oldu. 2008 itibariyle bankacılık ve finans sektörleri ile siyasi düzeneğe karşı güvenini yitiren vatandaşların en son duymak istedikleri şeylerden biri ise açılış töreni için 27 milyon sterlinlik bir bütçenin ayrıldığıydı. Aslında bu, 2008’de Pekin’de gerçekleştirilen tören için harcanan paranın (65 milyon sterlin) yarısı bile etmiyordu! Bütün olumsuz gelişmelerin ışığında, yaklaşan açılış töreni hakkında herkesin tek bir temennisi vardı: “Bizi bütünleştirecek, gururumuzu yeniden inşa edecek ve dünyaya neler başarabileceğimizi gösterebilecek bir tören istiyoruz.”

Beni ve diğer 10 bin gönüllüyü ise başka bir zorlu sınav bekliyordu. Nisan ortalarına doğru, toplamda 160 saati bulacak, 23 provadan oluşan program elime geçtiğinde, bunun beş altı haftalık tam zamanlı bir iş karşılığına gelen ve zaman zaman iş günlerinden izin alınmayı gerektirecek devasa bir taahhüt olduğunun farkına varmış ve korkmaya başlamıştım. İlk iki provayı daha önce İngiltere ‘nin ilk ‘Biri Bizi Gözetliyor’ programının da yapıldığı stüdyolarda gerçekleştirdikten sonra, bir ay boyu provalarımıza ev sahipliği yapacak ve Londra’nın epey doğusunda bulunan Ford’un eski fabrikasına geçtik. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirdikten sonra ağır sanayi üretimi ile ekonomisini şekillendiren, 1980’lerden itibaren ise fabrikalarını birer birer kapatıp hizmet, finans ve bankacılık sektörlerine odaklanan bir ülkede, tam da krizin ortasında, burada bulunmamız anlamlıydı. Hele ki dahil olduğum 1000 kişilik performans grubunun, törende ‘Sanayi Devrimi’ bölümünü canlandıracağı göz önünde bulundurulduğunda!

Provalar tam bir kardeşlik ve dayanışma havasında geçiyordu. 50 kişilik alt grubumuzda Almanya, Avustralya, Bahamalar, Çin, Hırvatistan , İrlanda Cumhuriyeti, İspanya , Kolombiya, Moritanya gibi ülkelerden gelenler de vardı. Londra dışında oturup dört, beş saatlik tren yolculuklarıyla Newcastle’dan provalara katılan kendini adamış kişiler de mevcuttu. Rolümüz itibariyle çoğunluğumuz erkekti, fakat her yaştan insan bu muazzam karışımda yer bulmuştu.

Yönetmenimiz Danny Boyle mümkün olduğu sürece ilk provalara da bizzat katılırken, kendisini durduran gönüllülerle fotoğraf çektirdiği yetmiyormuş gibi, aramıza katılıp fikir alışverişinde bulunmak ya da hal hatır sormak için sohbete girdiği de oluyordu. Koreograflar ve dans öğretmenleri birçoğunun herhangi bir performans deneyimi olmayan binlerce insan ile tek tek ve büyük sabırla ilgileniyordu. Provalara başlayalı birkaç hafta olmuştu fakat sahnede kullanılacak araçlar ve onların teknik altyapılarının oluşturulmasına 2011’in ekim ayında başlanmıştı. Yönetmen Danny Boyle aylar öncesinden teknik ekibini toparlamış, müzik için ise daha önce sinema filmlerinde çalıştığı Underworld grubu ile kafa yormaya başlamıştı.

Bütün hazırlıklara rağmen her şey biz gönüllülerin de ortaya çıkacak eserin bir parçası olduğunu hissettirmek üzerine tasarlanmıştı. Tek tek çizgi ve karelerle çizilmiş hareketlerimizin koreografisi, üç aylık prova sürecimizde, en son kostümlü provaya kadar sürekli değişecek ve değişikliklerin önemli kısmında biz gönüllüler, dans öğretmenleri ve koreograflarla birlikte aktif rol oynayacaktık. Tören günü geldiğinde Boyle “Ben sadece arkada oturup izleyeceğim; her şeyi gerçekleştirecek olanlar gönüllüler” diyerek mütevazı bir şekilde gösteriyi gönüllülere adadığını söyledi. Bir Londra vatandaşı ve bir İstanbul vatandaşı olarak, bunun parçası olmak benim için unutulmaz bir deneyim oldu.

Olimpiyat mahallesi yeni bir getto mu olacak?
2007’de London School of Economics’de (LSE) Kentsel Tasarım ve Sosyal Bilimler Programı’nda master eğitimimi almaya gittiğimde, İstanbul ‘daki muazzam kentsel dönüşüm ile ilgili yeni yeni fikir sahibi olmaya başlamış ve bunu uluslararası bir bağlamda karşılaştırmalı çalışabilme şansına erişmiştim. İstanbul ‘un 2020 adaylığı süresince, Londra’nın deneyimini tekrar göz önüne almakta fayda var. Olimpiyatların baştan yarattığı Stratford ‘en iyi ihtimalle Londra’nın yeni ve organik bir parçası olacak’, en kötü ihtimalle ‘yeni bir gettoya dönüşecekti.’ Bir mahallenin kaderini baştan tayin eden, bu tepeden inme devasa örgütlenme, kent plancılar ve kent düşünürleri için muazzam bir tartışma alanı. İnsan başına ve yapılı alanda metrekareye düşen güvenlik kameralarının sayısı açısından ‘önde gelen’ kentlerden Londra için, sıkılaştırılan güvenlik önlemlerinin üzerine bir de G4S isimli özel şirketin, güvenlik görevlisi sayısını karşılayamaması üzerine silahlı kuvvetlerden destek isteyen hükümet, şehri daha paranoyak bir kimliğe büründürdü. Parkın girişine açılan devasa alışveriş merkezi, yerel ekonomiye darbe vurmakla kalmayıp, yerel işgücüne iş imkânı verme sözünü yerine getirmediği eleştirilerine maruz kaldı.

#sürprizibozmayın (#savethesurprise)
Londra’nın 2008 Pekin gösterisiyle baş etme konusunda karşılaştığı önemli zorluklardan biri de gösteri hakkında bilgi sızıntısını düşük seviyede tutmaktı. Twitter ‘ın çok daha yaygın kullanıldığı 2012’de birçoğunun elinde akıllı telefonlar olan gönüllü ve görevlilerden, gördüklerini&duyduklarını paylaşmamaları için imzalatılan sözleşmenin ötesinde bir de ‘parçaları oldukları’ heyecana ihanet etmeme duygusuna olan naif bir güven vardı. 23 ve 25 Temmuz’da 60’ar bin kişiye yapılan kostümlü provalarda, seyircilerden aynı şeyi beklemekse daha zor olacaktı. Danny Boyle, gösteri öncesi seyircilere seslenirken, bir gönüllünün Twitter ‘da başlattığı #savethesurprise hashtag’ini tanıttı ve tek bir şey istedi: “Gelin, gösterimizin parçası olun ve sürprizleri şimdilik kendinize saklayın.” Fikir mükemmel şekilde işe yaramıştı. Birkaç sızıntı dışında, ‘#savethesurprise’ hashtag’i 24 ve 26 Temmuz’da benzer yazılarla dolmuştu: “Dün kostümlü provadaydım. Sürprizi bozmayacağım, söyleyebileceğim tek şey, cuma günü televizyonların başında olmanız gerektiği!”

Etiketler

Bir yanıt yazın