“Le Corbusier’in 1,83’lük ya da Neufert’in 1,75’lik İnsanının Değil, Kendi İnsanımızın Ölçülerini Kullandım”

Bu yıl Uluslararası Mimar Sinan Ödülü'ne layık görülen Mimar Cengiz Bektaş'ın konuşması...

Uluslararası Mimar Sinan ödülünün beni onurlandırması bir yana, çok sevindirdiğini de söylemeliyim. 56 yıldır içinde bulunduğum mimarlık uğraşıma değer verilmiş oluyor böylece. Buna, gerçek yuvam saydığım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin ön ayak olmasının, ayrı bir anlamı var. Buna katkısı olmuş olan tüm kişilere, kuruluşlara ‘sağolun, varolun’ diyorum.

Bundan otuz- otuz beş yıl önce İTÜ’de “manifesto” olarak bir bildiri sunmuştum. Orada çalışma ilkelerimi saymıştım. Tüm mimarlık yaşamımda bunları tam bir tutarlılıkla sürdürdüm. Anadolu’nun halk yapı sanatının örneklerinden çıkarmıştım ilkelerimi… Özellikle son yıllarda, çağrılı olarak konuştuğum tüm mimarlık okullarında bunları dile getirdim. Gördüm ki, Bologna ilkelerine göre düzenlenmiş eğitimden geçen, çoğu umutsuz öğrenciler için, söylediklerim umut ışığı yaktı.

Saptadığım ilkelerden ilki “Kültür Birikiminin Bilincinde Olmak” idi.
Gene bu yuvamda vermekte olduğum “Kültür Oylumları” dersimde, bunun ne denli önemli olduğuna inandım.

Bizim kuşağımıza da pek çok “yanlış” aktarılmıştı.

Ama şimdi de gençler, kültür oylumlarımızı, yapıtlarımızı tanımadan yetişiyorlar.

Gelenekten neler öğrenebileceklerini duyumsamadan…
Geleneğe eklenmenin ilk koşulunun çağdaşlık olduğunu sezinleyemeden… Özellikle son yıllarda, geçmişin biçimlerini gineleyen örneklerle yaratıcılıklarını yitiriyorlar. Ülkeleri ile bağları kopuyor neredeyse. Batıda üretilmiş tasarımların altına imzalarını atan işliklerde perspektiflerini yitiriyorlar.

Uygarlığın, insancıl oylumlar yaratmak olduğunu gözden kaçırıp teknolojiyi ilerleme sanıyorlar.

Yirmi yaşımdan beri adım adım gezdiğim Anadolu’da doğduğum için mutluyum. İnsanları öldürenlerin, öldürmeyi öğretenlerin, ölüm silahları üretenlerin uygar olmadıklarına hergünkünden daha çok inanıyorum.

Üç büyük uygarlığa beşiklik etmiş Akdeniz’in, Halikarnas Balıkçısı’nın söylediği gibi 6. Kıta olduğuna da inanıyorum.
Bu kıtayı sömürmek amacıyla kuzeyde ya da uzaklarda kurulan birlikteliklerin yerine, kendi insancıl birlikteliklerimizi kurmakta geciktik.

Daha da gecikmeyelim…

İklimimiz, ilk felsefecilerin, ilk bilimcilerin, ilk ozanların iklimidir…
Bir başka ilkem, insana, çevreye, coğrafyaya, doğaya saygı…

Bugüne dek parmak kalınlığında bile olsa ağaç kesmedim. Kendisi için çalıştığım insanın mutluluğu tek amacımdı.

Yapılarımda iç-dış uyumu ana kaygımdı. Bu yolda hiç yalan söylemedim.

Tutumluluk, esneklik, gerçeklik, gerecini – yapım yöntemini en yakından seçmek, toplumumun bana göre olmazsa olmaz koşullarıydı.

Yapılarımda kendi insanımızın ölçülerini kullandım. Le Corbusier’in 1.83’lük insanının ya da Neufert’in 1.75’lik insanının ölçülerini değil.

Hiç bir depremde hiç bir yapım zarar görmedi.

Bütün bunlar, benim için mimarlıkta Akdenizliliktir. İnanıyorum ki bunlar üzerine kendi düşüncelerini geliştirmek, genç kuşağa yeni perspektifler açacaktır. Onlara kimlik, kişilik kazandıracaktır.
Bütün uygarlıkların beşiğinden elbette insanlık yararına yeni yaratılar çıkacaktır.

Etiketler

2 yorum

  • mahsuni-soylemez says:

    Cengiz Bey,….
    en doğal ve en doğrusunu yapmışsınız, ama duramadım ; Batıda üretilmiş tasarımların altına imzalarını atan işliklerde perspektiflerini yitiriyorlar demişsiniz. Katılıyorum.
    Ama şunuda söylemem gerekli ben tüm mimarlik egitimimi yurt dışında aldım, ve buna 14 yaşında başladım, yani bu bakıştan hep batıda üretilmiş düşünceleri aldım, eğerki doguya bakıldıysa buna çogunda “expedition” olarak bakıldı, ama her zaman degil.
    Evrenselleşme nezaman başladı?
    İnsan her yerde Insan değilmi ?
    Ölçeğimiz İnsan olunca, soru(n) ortadan kendiliğinden kalkmıyormu?
    Evrensellesme sanayileşme ile batı açısından kendisine yeni bölgeler açti. Evrenselleşme kesin şu anda yeni medya ile tekrar kendine alan aldı.
    Demek istediğim egitimim sürecinde ve şimdide her şeye rağmen, hep anadoludaydım, ama öyleki, batı veya dogu ayırmadan, her düşünceye açıktım buda belki anadolunun verdiği bir durum. Bu yüzden anadolulu olmamdan gururluyum, en az sizin kadar.
    Ülkeleri, kanunlari dışında# pek göz önünde bulundurmuyorum, daha cok doğal yapısına, oradaki geleneklere bakıyorum, ama 2014 ün imzasını atıyorum. Su an Glognitz`de bir çatı katı projesinde, anadolunun uygarlığından çıkıp, kayak turizminin, dağların yol vermediği bir yerde, oranın insanlarıni ölçüyorum. Aynı Proje Kuzey Irakta olsaydı, arap türk mimarisine,ıran’a, oranın insanına bakacaktım.
    Inanin güzel gençligimiz var, ve buna sizinde büyük katkınız bulunduguna inaniyorum. Mümkün olursa sizinle bir gün tanişmak (burası belkı cok uygun bir yer degil ama) isterim, biliyorum bana verecek çok anadolunuz, akdeniziniz var.

  • mithat-incitas says:

    mimarlik ve tasarim kultur sinemasi olarak algiladigimizda yapilan secimin en iyi secenek oldugunu anlamis oluruz.gunumuzdeki kulturel degisimlere ragmen asaletin simgesi olan kulturel zenginliklerimizi tasarimlarimizda ve mimari bakisimizda gostermemizde asaletimizi kalici ve kulturumuzu yaygin yapiyoruzdur.
    saygilar

Bir yanıt yazın