Kentin rantı

Dünyada New York, Chicago gibi Amerikan tarzı şehirlerin yanında, Roma, Paris, Londra, Viyana gibi Avrupa tarzı şehirler var.

Üçüncü tarz kentler ise sanıyorum bizdeki gibi yerler. İstanbul, Kayseri gibi biraz tarihi, biraz modern… Tarihle modernlik öylesine iç içe girmiş ki, bunların nasıl bir şehir olduğuna tam olarak karar verilemiyor. İki bin yıllık surların hemen dibinde üç yıllık spor komplekslerini ya da AVM’leri görmek mümkün. Bir de dördüncü tarz yani ipten kopmuş şehirler var ki bunların en güzel örneğini sanıyorum Bombay, Kalküta, Lahor gibi şehirler oluşturuyor.

Avrupa tarzı kentler, yüzlerce yıllık tarihsel geçmişleri olduğu için çok korumacı ve tarihsel geçmişine olabildiğince saygılı bir anlayışla yönetilirler. Tarihî dokunun içinde yeni tarz bir inşaat görmeniz asla mümkün değildir. Hiç kimsenin gücü bu şehirlerin içine betondan yeni bir bina yapılmasına yetmez. Eğer şehir büyüyor, nüfusu artıyorsa gelişim için yeni alanları yerleşime açarlar. Evet; Avrupa’nın belki bizim kadar nüfusu artmıyor, sürekli yeni konut ve iş merkezi ihtiyacı yok. Ancak ne olursa olsun oralarda eski şehre yeni bina yapmanın hayalini bile kurmak mümkün değil.

Amerikan tarzı şehirlerin çok ciddi tarihi geçmişi yoktur ama şehrin neresine ne yapılacağı önceden belirlenmiştir ve onun haricine çıkmak mümkün değildir. Mesela kentin iş alanı bellidir ve bütün gökdelenler ya da iş merkezleri o bölgededir. Neresi yeşil alan, neresi konut alanı, hepsi ince çizgilerle ayrılmıştır. Konut alanlarının ortasına bir gökdelen dikilemez. Hatta yerleşim yerlerindeki evlerin kaç katlı olacağı, çok sıkı bir şekilde denetlenir. Böylece tarım arazisi ya da yeşil alan görülen bir arazinin belediyede imar durumu değiştirilip iş alanlarına dönüştürülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla yerleşim merkezlerinin içerisinde sonradan yapılma 40 katlı bir binayı göremezsiniz.

Türkiye’de şehirlerin nereye büyüyeceği hâlâ belirsiz. Büyük bir dengesizlik var ve hâlâ nerede neyin yapıldığı ya da yapılacağı tam olarak belli değil. İş bölgelerinin ve konut alanlarının neresi olduğu karışık. Mesela İstanbul’un gökdelen bölgesi neresidir? Daha doğrudan soralım; İstanbul’un Manhattan’ı denilebilecek bir semt var mıdır? Diyelim ki Maslak-Levent bölgesi. Peki Beylikdüzü’ndeki, Topkapı’daki ya da Beşiktaş’taki, Zeytinburnu’ndaki gökdelenleri ne ile açıklayacağız?

Şehrin imar planlarıyla bu kadar oynamanın kul hakkıyla doğrudan alakası vardır. Kentin nasıl büyüyeceğinin, nasıl gelişeceğinin, nereye neyin yapılacağının çok önceden tespit edilmesi sonra da hayati bir mesele yoksa bununla asla oynanmaması gerekir. Çünkü planda yeşil alan olarak görünen ve bu nedenle değeri düşük olan bir arazi, imar planındaki değişiklikle sonradan çok değerli hale getirilebiliyor. Ya da alındığında çok kıymetli olan bir arazi ya da ev, bir imar değişikliğiyle çok ciddi değer kaybına uğrayabiliyor.

Türkiye’deki kentlerin geleceği konusunda yaşanan bu belirsizlik ve imar planlarında sık sık gerçekleştirilen değişiklikler kaotik şehirlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Her bir değişimde aşırı derecede değerlenen ya da değersizleşen araziler, spekülatörlüğü bir sektör haline getiriyor.

Doğrusunu isterseniz Türkiye, belediyecilikte son yirmi yılda çok büyük mesafeler kat etti. Özellikle İstanbul 20 yıl öncesine göre katbekat daha yaşanır bir kent haline geldi. Kayseri, Konya, Ankara hakeza! Ancak kent imar planlarının bu kadar kolay değiştirildiği şehirlerde kul hakkına çokça girildiğini hiç unutmamak gerekir.

Etiketler

Bir yanıt yazın