İstanbul projeleri (5): Teşvikiye devam..

İhsan Bilgin, İstanbul Projeleri başlıklı yazısının Teşvikiye bölümünün devamını yayınlıyor.

Teşvikiye’nin bütünsel bir proje olarak değil, 20’lerdeki görgülü ilk apartmanlarıyla dikkat çekip moda olduğunu söylemiş ve planlanıp yapılmasından yaklaşık yüz yıl sonra onun bütünlüğüne dikkat çekmekle sadece teker teker binalarının değil, yapım sürecinin de bugün yaşadığımız iskân sorunlarını yeniden değerlendirmek bakımından ufuk açıcı olabileceğine dikkat çekmiştim. Bu nedenlerle, Levent ve erken Ataköy’le birlikte, model arayışlarında örnek alınabilecek modern yerleşme mirası içinde değerlendirmiştim. Tabii zaten bu kadar gözönünde ve dikkat çeken cazip bir yerden öğrenilecekler kadar onu koruyup saklamak da bir mesele; onun için bu devam yazısında önce yüzyüze olduğu tehditleri, sonra da bir yerleşme biçimi ve modeli olarak hangi açılardan bize halâ söyleyecek şeyleri olduğunu sırayla dile getirmeye çalışacağım.

Tehditler ve imkânlar

İlk tehdit, moda ve gözde olan ve “yüksek tavan” diye anılan apartmanlarının kopyalanarak yeniden piyasaya sürülürken orijinallerini de dejenere etme tehlikesiydi. Ama onunla sınırlı da değil, moda ve gözde olmanın yarattığı ikinci tehdit özel değil, kamusal alanlarıyla ilgili: kamusal bir etkinlik burada yapılırsa daha değerli olacağı gibi asılsız bir kanı nedeniyle, her zaman inek heykellerinin tüm semte yayılması türünden çağdaş sanat denemeleri gibi ilginç ve eğlenceli de olmayabilen etkinliklerin parazitine maruz kalmakta ve aşırı uyarılmanın kör enerjisiyle yüzleşmektedir. Ayrıca özellikle de popülist belediye başkanının gözünün hep burada olması bu tehtidi semtin iliklerine kadar işletti. Bu populist iştah yılbaşı kutlaması benzerleriyle ve Boğaz’dan buraya göçtükleri anlaşılan “piyanist şantör”lerin avaz avaz haykırmalarıyla doruğa çıkarak, semti koruduğunu söylediğim sabit doğal ve kentsel sınır eşiklerini bile darmadağın edebilecek bir saldırıya dönüşmekte. Teşvikiye, artık mevcut olmayan Taksim, Time Square, Trafalgar gibi yerlerin tersine yeni yıl kutlaması için son akla gelen yer olacakken, New York’ta Time Square yerine Tribeca’yı seçmek benzeri bir tercihle saçılmıştır orta yere; daha da ısrar edilirse ki, zorlanıyor, yüz yıllık hikâyesinin sonu kaldıramayacağı bu basınçtan gelebilir. Popülizm ve gövde gösterisi hevesi hırslı belediye başkanıyla da sınırlı da değil üstelik. Yatırımcının gözü de burada, işte City’s, Abdi İpekçi gibi pahalı bir alışveriş caddesiyle Reasürans gibi bir merkezin yüzer metre ötesine onlara rakip diye böyle bir binayı üstelik de sıkışık dokusunun en gözde boşluğuna oturtmak için etrafa hiç bakmıyor olmak gerek. City’s gibi özentiliği aşikâr bir ortamla Sarıgül buluşmasının sentezi de otuzar metre ötedeki saksafoncuyla, akordeoncuyu bastırıp öteleyecek bir bandoyu caddeye salmak oluyor ancak.

Yerleşmenin tamamı referans alınmıyor dedim ama bugüne kadar duyduğum yegâne yüksek sesli bütüne atıf, Topbaş’ın “Zeytinburnu’nu Teşvikiye’ye yapacağız” cümlesiydi ki, sınıfsal tutmazlık bir yana, gecekondu gibi biteviye değişen bir yerleşme türünün en eski ve değişim izlerinin katmanlarını hâlâ derinliğiyle taşıyan bir örneğini, katmanları ve tarihiyle birlikte silip süpürmek üzere anılmak, ona model diye gösterilmek, Zeytinburnu kadar Teşvikiye’ye de haksızlık olsa gerek. Görüldüğü gibi kopyadan hayır çıkmıyor pek, övgü niyetiyle olsa da.

Teşvikiye’nin nasıl bir model olabileceğine gelince, özel mülkiyetle birlikte dönüştüğü şekliyle üretim sürecinin dünyada en çok tekrarlanan sistemlerden olduğunu söyledim. Özel mülkiyet hakkından üç, hızlı kentleşme yükünün İstanbul’a yığılmasından iki çeyrek yüzyıl sonra; arazi bölünmesini içeren imar planıyla başlayıp cazip bir kamusal merkezle sürüp, sonra binaların teker teker parsel sahiplerince üretildiği bir modelin değil işlemesi, sözü edildiğine bile sadece bir kez Durusu-Park projesinde tanık oldum ki, o da bir temenni sohbetinden öteye gitmedi. Bu modelin “tahsis” yerine piyasa mekanizması ile işlemesinden bugün ne beklenebileceğine ve neyi değiştirebileceğine gelince:

Konut sektöründe ciddi miktarlarda mali kaynak dönmesine rağmen rutin dışı ve kalite üretmeye dönük kalıcı bir hamlenin bir türlü yapılamadığı, işleyen bütün süreçlerde ilk by-pass edilenin mimar olduğu bir ortamda, konakları, orta-karar evleri ve ilk kuşak apartman stokuyla Teşvikiye’nin hikâyesi, en azından mimarın formasyonunu sürece katmaya zorlayan bir sistemin kalite üretimine yapacağı katkı hakkında epeyce şey söylüyor sanırım. Tabii mimarın formasyonu ve sürece katılımından, sigara/gazete kâğıdına çizilmiş bir şemadan ıslak imzalı resmî evrak üretimini değil de, hümanist geleneğinin olanca ağırlığıyla mimari birikimin sürece derinlemesine nüfus edip belirlediği bir mimari proje üretimini anlamak kaydıyla. Son çeyrek yüzyılda özellikle de şahıslar ve sivil toplum katında mimar kullanma alışkanlığının belirgin şekilde geliştiği de düşünüldüğünde kaliteye dönük sonuç almanın 80-100 yıl önceye oranla daha da hızlı ve gözle görülür olacağı beklentisinin de motivasyonları arttıracağı kanısındayım ki, yüz yıl öncenin epeyce de hırpalanmış bir yerleşmesinden daha da fazlası beklenemez sanırım. Sadece popülizmin değil, elitizmin zorlaması da taşınamayıp altında kalınan bir yük hâline gelebilir.

Sadece sonuç itibariyle değil; süreciyle, bekleyen tehditleri ve bugüne sundukları imkânlarla da apayrı modern yerleşme dünyaları olan Levent ve erken Ataköy’de aramaya devam edeceğim kare prizma apartmanlı mahalle ve sokaklarımızdan çıkış yolunu….

Etiketler

Bir yanıt yazın