Hrant Dink için hayaldi gerçek oldu!

Tuzla Ermeni Çocuk Kampı azınlık mülklerinin iadesine ilişkin kanun hükmünde kararname kapsamında. Ama yalnızca oradan çıkan hikâyeler bile bu kuru kanun metninin çok ötesinde...

Tuzla’nın lükse kaçan mahallelerinde ilerlerken her kapıda istisnasız “Dikkat köpek var” uyarısı göze çarpıyor. İstanbul’da mevsim yazsa, bu aynı zamanda evler köpeklere emanet de demektir. Peki güneşin alnında ne işimiz var Tuzla’da? Hükümetin azınlıklara bayram müjdesi üzerine, bir harabeyi arıyoruz.

Bir zamanlar çocukların koşturup süs havuzlarındaki balıklara yem attığı, Ermenice şarkılar söylenen, aynı zamanda yetimhane olarak da kullanılan bir yaz çocuk kampının peşindeyiz. 19 Ocak 2007’de suikastla hayatını kaybeden Türk Ermeni gazeteci Hrant Dink’in “Kırlangıçların yuvası” dediği, büyüdüğü yer burası. 1960’lardan 86’ya kadar faal olarak kullanılan bina şimdi yıkık dökük duvarlarıyla ağaçların, insan boyunca otların arasında duruyor. Azınlık vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri ve 74’ten sonra Hazine’ye devredilen gayrimenkullerin iadesine ilişkin kanun hükmünde kararname, kuru bir bürokratik cümleden ve bu binayı saran sükûnetten çok daha fazla şey söylüyor.

Satır aralarında binlerce insanın hikâyesi var. Mesela bu yetimhane Dink’in sadece büyüdüğü değil, âşık olup evlendiği, sonra yöneticiliğini de üstlendiği, iadesinin hayaliyle yaşadığı yer. Ayrıca herkes için müjdeli bir haber mi bu? Belki binanın şimdiki sakinleri de bu son soruyu yanıtlayabilir.

BABAMA ‘SELO’ DERDİ
“Günaydın” diye içeri seslenince “Gelin gelin de, siz kimsiniz” diye soruyor bir kadın sesi. “AGOS’tan mı geldiniz?” Belli ki AGOS’çulardan bir hatır ziyareti bekleniyor bugünlerde. 31 yıldır yetimhaneyi mesken tutan, bakımını yapan Ünsal ailesi, henüz kahvaltı sofrasında. Gerçi dedik ya, bakımlı olduğu da söylenemez hani. Ünsal ailesi aslen Bitlisli, Türk ve kentteki ilk günlerinden beri başka yerde oturmamışlar. 1980’de hem çalışıp hem de yaşamaya başladıklarından 6 yıl sonra yetimhane kapanınca Selahattin Bey ve eşi Meryem Hanım 5 çocukla başbaşa kalmışlar. Şimdi biri 3, biri 5 yaşında iki torun ceviz ağacından sarkan salıncakta sallanıyorlar.

Meryem Hanım ektikleri domates ve biberlerden ikram ediyor ama kimsenin bizimle konuşmasını istemiyor. “Yaşadıklarımız bize kalsın, şimdi herkes gelip aynı şeyleri soracak, istemiyoruz. Size anlatacak bir şeyimiz yok” diyor kızgınlıkla. Bana bakıp “Senin bir kabahatin yok, iç çayını” dese de kocasını paylayarak masayı terk ediyor. Gergin sessizliği “Biberler tatlı” Tuzla Ermeni Çocuk Kampı azınlık mülklerinin iadesine ilişkin kanun hükmünde kararname kapsamında. Ama yalnızca oradan çıkan hikâyeler bile bu kuru kanun metninin çok ötesinde diye lafa giren kızları Sabiha bozmaya çabalıyor. Şansıma acısı denk gelmiş. Neyse ki Sabiha (37) tatlı tatlı anlatmaya başlıyor: “Babam Hrant Dink’in yöneticiliği sırasında onun eli ayağıydı. Biz de buranın çocuklarıyla büyüdük, hepsi arkadaşımızdı. Bakmayın siz; burada yaşamak hiç kolay değil. Isıtması zor, suyu kuyudan çekiyoruz. Bir şey yapamayız, bizim değil ki ne yapalım? Asıl sahibi gelip ‘Haydi toplanın’ dese çıkıp gitmek zorundayız.” Kalmak da zor, gitmek de. 150-200 çocukla beraber büyümüş Sabiha ve 4 kardeşi. Okulların açılmasına bir hafta kala çocuklar evlerine döner, kimilerinin aileleri hafta sonları ziyarete gelirmiş. Ama yetim olanlar ve hep burada kalanlar da varmış.

Hrant Dink ve eşi Rakel’in öyküsü de bu yetimhaneden çıkıyor. Hrant Dink’in 7 yaşından 15’ine kadar hayatının önemli bölümü burada geçti. Aynı yerde Rakel’e tutulduğunda biri 12 yaşındaydı, Rakel ise 8’inde. Evlendiklerindeyse Hrant Dink 21, Rakel henüz 17 yaşındaydı. Annesi olmayan Rakel’i babasından istemeye de sözü geçen bir Ermeni din adamı gitti. Hatta Hrant’ı beğenmediğinden işi yokuşa süren babanın talep ettiği başlık parasını da o vermiş. Ama baba kızı verdikten sonra parayı Hrant Dink’in cebine koymuş. Sabiha, “Ben 6 7 yaşlarındayken Hrant ahparig de gelir, akşamdan sabaha bizimle vakit geçirirdi” diye devam ediyor. Ahparig, Ermenice ağabey demek. Dink, oyunlar oynatır, hediyeler getirirmiş. “Bizim ev bahçenin arkasındaydı, kış geldiğinde Hrant ahparig bizi büyük eve taşıdı” diye anlatıyor Sabiha. Babama ‘Selo’ derdi. O zaman da ‘Selo, siz de burada kalın artık’ demişti.”

KUYRİK İLE AHPARİG
Çocukluğunda Dink’in çocukları Arat ve Delal’le arkadaş olan Sabiha’ya göre “Rakel kuyrik (abla) ve Hrant ahparig çok cana yakın, çok esprili insanlardı.” Yetimhanenin tapusu ilk sahibine verilip kapatıldıktan sonra da Hrant Dink sık sık hal hatır sormaya gelmiş. “Öldürüldüğü gün, televizyon açıktı. Altyazı geçti, inanamadım” diyor Sabiha. Hrant ahparig mi; nasıl öldürülürdü? Kimseye kötülüğü olmamış bir insan, bunu hak edecek ne yaptı?” Babasının ölümünden sonra oğlu Arat bir, iki sefer gelmiş, ama her geldiğinde çok ağlamış. Baba Selahattin Ünsal da neden sonra lafa karıştı. “1986’dan sonra burası tamamen kapandı ve belirsizlik dönemi başladı. Bazı kişiler burayı satın aldığını söyleyip geldi. Ancak sahibinin kim olduğunu biz de bilmiyoruz. Hrant da gelirdi ‘Burayı geri alacağım’ derdi. Hayaliydi. Öldüğünde görmedin mi, ayağındaki ayakkabı delikti. Onun için varsa yoksa burasıydı, çocuklara yardım etmekti. Buranın bu haline çok üzülüyordu, manevi değerini yaşatmak istiyordu. Burayı düne de döndüremedi, bugünleri de göremedi.”

DUVARDAKİ BALIK
Yetimhanede Hrant Dink’in odasına giden koridorun duvarında kocaman bir balık resmi var; meğer ölmeden birkaç yıl evvel Rakel ile bir ziyaretlerinde ikisi tuğlaları boyayarak çizmişler. Üst kattaki geniş terasta yazın çocuklar oynarmış. Aşağıdaki büyük salon ise yemekhane. Ortasında bir pinpon masası hâlâ kederle dikiliyor. Hrant Dink iyi bir voleybolcu ve pinponcuymuş. Selahattin Ünsal “Buranın başındayken Hrant çocuklara ağaç bakımını öğretir her birine bir ağaç verirdi” diyor. “Onları alır Kınalıada’ya denize götürürdü.

Akşamları onlara mangal yapardı, yemekten sonra piyanonun başına geçer çocuklara Ermenice, Türkçe şarkılar çalıp söylerdi.” Peki ya hükümet azınlık mülklerinin iadesine karar verdiğine göre ne olacak buranın ve içindeki ailenin kaderleri; yolları ayrılacak mı? O konuyu açmak istemedikeri malum. “Ne yapalım, atarlarsa gideriz” diyor baba Ünsal. “Emeklilik maaşımla geçiniyoruz. Bakımını da yapamayız.” Bu mülklerin devrinde de. Azınlıklar sevinirken çoğunluktan kimileri üzülebilir. Bu kez kazan kazan formülü kısa vadede o kadar kolay değil sanki.

YETİMHANENİN TAPUSU
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Ruhani Önderi Kirkor Ağabaloğlu, 1962’de yetimhaneyi bedelini ödeyerek Sait Durmaz adlı şahıstan satın aldı. Yetimhane 16 Ocak 1983’te Ermeni vakıf mülkiyeti olduğu gerekçesiyle hiçbir bedel ödenmeksizin ilk sahibine iade edildi. Ardından yeniden dört kez satıldı, işin içine mafya bile girdi. Geçen hafta azınlık mensuplarına ve vakıflarına ait taşınmazların geri iadesiyle ilgili çıkan kanun hükmünde kararname, Hrant Dink’in yakınlarını harekete geçirdi. Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink yetimhanenin alınması için en kısa zamanda başvuracaklarını açıkladı.

DİNK BURADA UYURDU!
Ermeni Çocuk Kampı’nda Hrant Dink’in odası burası. Çok sonraları da ailesiyle yaz aylarını geçirmeye gittiğinde yine bu odada kalırlarmış. Odalarda banyo yok, kamptaki banyoların kullanımı ortak.

Etiketler

Bir yanıt yazın