Hayalhane

Yavuz Sultan Selim’in yerini Mimar Sinan’ın aldığı gün...

Geçen akşam, Mimar Sinan’ın yüzlerce yıl önce Üsküdar’da inşa ettiği Mihrimah Sultan Camii’nin önünden geçtim ve insanlık tarihinin gördüğü en büyük dehalardan birinin imzasını taşıyan bu mabedin görkemine, güzelliğine bir kez daha hayran olmaktan kendimi alamadım. Sonra Mimar Sinan’ın diğer eserlerinin görüntüsü tek tek gözlerimin önünde belirdi.Süleymaniye ile Selimiye camileri, Haseki Külliyesi ve daha niceleri… Yıkıcılık konusunda, güçlü silahlara sahip barbar ordularını bile geride bırakan zamanın karşısında dimdik duran yapılar… Bir yandan da aklımda gün boyu okuduğum, dinlediğim Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılımıyla yapılan temel atma töreni. İşte tam da o sırada takıldı zihnime, “Neden onbinlerce Alevi’nin katledilmesi emrini veren Yavuz Sultan Selim yerine Mimar Sinan’ın adını vermeyi düşünmezler Üçüncü Boğaz Köprüsü’ne” sorusu.

Nice köprü yapmıştı hâlbuki

Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim dönemlerinde Osmanlı Devleti’ne başmimar olarak hizmet etmiş olan Sinan, Anadolu’da, Balkanlarda bir kısmı günümüze kadar gelen ne kadar güzel köprüler inşa etmişti hâlbuki. Ancak ne yazık ki yöneticilerin aklına Üçüncü Köprü için onun ya da Anadolu kültürüne katkıda bulunmuş sanatkârların, ozanların değil Yavuz Sultan Selim’in adı geliyordu.Muhtemelen onların gözünde hilafeti Memluklar’dan devralıp ilk Osmanlı halifesi olmak; deha ürünü camiler, külliyeler, imaretler, köprüler, türbeler inşa etmekten çok daha önemli. O yüzden sadece adıyla bile Türkiye Alevilerinin tüylerini diken diken eden Yavuz Sultan Selim’in adını veriyorlar Boğaz’ın yeni köprüsüne. Bıraktık halk kararının önemsendiği, demokrasiyi içselleştirmiş ülkelerdeki gibi bu tür kararlar almadan evvel toplumun fikrini sormanızı; en azından birleştirici, Türkiye’de yaşayan hiç kimseyi rahatsız etmeyecek birinin ismiyle onurlandıramaz mıydınız yeni köprüyü?

Devirler, isimler…

Aslında Türkiye’de yöneticilerin düşünceleri ve hâkim ideoloji yer ve mekân isimleri konusunda her daim belirleyici oldu. 1980 darbesinden sonra yüzlerce okula, caddeye, sokağa Kenan Evren isminin verilmesi bunun bir örneği. Peki, ya İstanbul’da Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş semtindeki bir okula geçen yüzyılın başında milyonlarca Ermeni’nin ölüm emrini veren Talat Paşa’nın adının verilmesine ne demeli? Aynı semtteki Bozkurt ve Ergenekon caddelerini de unutmadan geçmemeli. Bir yanda milliyetçi, Kemalist düşüncenin, bir yanda da Osmanlı ve hilafet sevgisinin göstergeleri… Yavuz Sultan Selim, Talat Paşa ve diğerleri…

Şimdi, “Beklentilerin çok da gerçekçi değil. Kentine, parkına, ağaçlarına sahip çıkan insanları gaza ve şiddete boğan; ‘Ne istersem yaparım kimseye sormam’ diyen bir zihniyetten isimler konusunda hassasiyet beklemenin ne kadar tuhaf olduğunu görmüyor musun?” diyenler çıkacaktır. Doğrudur, şu ortamda taleplerim çok da gerçekçi değil. Aslında sorun tam da burada. Sanat, kültür, hümanizm, insan sevgisi; savaşçılık, milliyetçilik ve fetihçiliğin yerini aldığında bu tür beklentiler içinde olmamıza gerek kalmayacak. Çünkü o zaman yöneticiler, toplumun kullanımına açık alanlarda değişiklik yapmadan önce halkın onayını alma ve şehirde yapılması planlanan yeni köprüye isim seçerken ayrıştırıcı değil birleştirici olma olgunluğuna erişmiş olacak. İşte o zaman milliyetçilik ve hilafet sevgisi caddelerin, sokakların, köprülerin, okulların yakasından düşecek. Biz görebilir miyiz o günleri? Biliyorum önümüzde yürümemiz gereken uzun bir yol var ama ben umutluyum.

Etiketler

Bir yanıt yazın