Hatay’dan ‘Olmayan Beyanname’yi İstiyorlar

Azınlık vakıflarının mülkiyet sorunları tartışılırken sürekli atıf yapılan 1936 Beyannamesi bu kez de Hatay’daki vakıfların başına bela oldu.

Azınlık vakıflarının mülkiyet sorunları tartışılırken sürekli atıf yapılan 1936 Beyannamesi bu kez de Hatay’daki vakıfların başına bela oldu. Cumhuriyet tarihi boyuncu, birçok azınlık vakfı mülküne el konulmasının hukuki kılıfı işlevi gören beyannamenin kullanımı, şimdi de benzer bir sorunla karşımıza çıkıyor. 2011 yılında mülklerin azınlık vakıflarına geri verilmesi için çıkarılan Vakıflar Kanunu’nun geçici 11. maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmelik uyarınca, vakıfların “1936 Beyannamesi’ne  kayıtlı olması” şartı koşuluyor.

Hurigil’in tepkisi

Kanunda geçen bu şartın en büyük mağduru ise Hatay’daki azınlık vakıfları. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Fadi Hurigil, azınlık vakıflarına mülklerin geri verilmesi konusunda, özellikle Hatay’daki vakıflar olarak sorun yaşadıklarını dile getirdi. “Hatay, 1936’da Türkiye’ye bağlı olmadığı için beyanname vermemiz gibi bir durum söz konusu değildi” diyen Hurigil, İstanbul’daki azınlık vakıflarıyla bir tutulmalarının en temel sıkıntı olduğunu dile getirdi. Hurigil, malların geri verilmesi hususunda vakfın yaşadığı bir diğer sıkıntıyı ‘sözde bağış ve satış’la ellerinden alınan mallar konusunda yaşadıklarını söyledi. Antakya’da bugün TEKEL’in ve cezaevinin bulunduğu arazilerin ve Mustafa Kemal Üniversitesi arazisinin bir kısmının ‘bağış ve satış’ adı altında ellerinden alındığını ifade eden Hurigil, bunun bir nevi istimlâk olduğunu ve bu sebeple, şu anda rayiç bedeli çok yüksek olan bu arazileri 2012’de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) başvurmalarına rağmen geri alamadıklarını belirtti.

Hurigil, bu hususta baskıların en çok 1970’lerde yaşandığını dile getirdi. Vakfın ve kilisenin isminin ‘Rum Ortodoks’ olmasından dolayı, kilise ve vakıf, 1970’lerdeki Kıbrıs gerginliği sırasında büyük sıkıntılar yaşamış, Mersin ve Hatay’da bulunan bazı kiliseler bir süre kapalı tutulmak zorunda kalmıştı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8 Mayıs 1974 tarihli kararıyla cemaat vakıflarının yeni taşınmazlar edinmeleri engellenmişti. Mülkiyet kaybına yol açan bir diğer olay da 12 Eylül Darbesi. 1982-88 yılları arasında Hatay’da Sıkıyönetim Valisi olarak görev yapan Sami Oytun’un Vakıf’a yaptığı baskı sonucunda Kilise’nin bir mülkü cüzi bir bedel karşılığı satılmıştı. Aynı dönemde istimlak edilen malların değerleri düşük gösterilmiş ve paraları Vakıf’a geç ödenmişti.

Hurigil, 2003’ten önce azınlık vakıflarının hiçbir şekilde mal edinemediğini; mal satmak istediklerinde de elde edilen paranın Vakıflar Bankası’nda ‘Akar Toprak Hesabı’nda devlet tarafından alıkonduğunu belirtti. Bu hesapta duran, mülkten elde edilen paranın karşılığında ancak paranın yıllık faizini aldıklarını söyleyen Hurigil, bu sebeple satıştan elde edilen paranın gün geçtikte eridiğini ifade etti. Vakıf, 1994’te Mustafa Kemal Üniversitesi’ne satılan yaklaşık 30 dönümlük arazinin bedelini, 4 ay önce mülkiyetinin büyük kısmı vakfa ait olan bir ev alarak değerlendirdi. Bu şekilde değerlendirilen para ise ancak 2 bin 250 TL.

Yönetmelik ne diyor?

5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun ‘geçici 11. maddesinin uygulanmasına ilişkin yönetmelikteki maddeye göre, azınlık vakıflarına ait mülklerin geri verilmesi, “Cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi’nde kayıtlı olup; malik hanesi açık olan, kamulaştırma, satış ve trampa dışındaki nedenlerle Hazine, Vakıflar Genel Müdürlüğü, belediye ve il özel idaresi adına kayıtlı olan taşınmazları ile kamu kurumları adına tescilli olan mezarlıkları ve çeşmelerinin tapu kayıtlarındaki hak ve mükellefiyetleri ile birlikte vakıfları adına tescili ile cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle Hazine veya Genel Müdürlük adına tapuda kayıt edilen taşınmazlardan üçüncü şahıslar adına kayıtlı olanların Maliye Bakanlığınca tespit edilen rayiç değerinin Hazine veya Genel Müdürlük tarafından ödenmesine ilişkin usul ve esasları kapsar.”

‘Başka ölçütler kullanılmalı’

Vakıflar Meclisi Üyesi ve Cemaat Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas’a göre, ilgili yönetmelikte ‘1936 Beyannamesi’ şartı aranması, fiili yetersizliklerden dolayı çözümsüzlüğe neden oluyor. 1936 Beyannamesi’nin adı üzerinde bir beyan olduğuna dikkat çeken Vingas, bu beyannamenin vakıfname olarak değerlendirilmesinin, beyannamenin hukuki niteliğinin muğlak olmasından dolayı sıkıntılara yol açtığını söyledi. 1936’da Türkiye sınırları içinde bulunmadığı için Hatay’da bunun uygulanmasının sorunlu olduğu yönünde yetkilileri uyardığını belirten Vingas, Hatay’da Fransa kadastrosu ile Türkiye kadastrosu arasındaki farklılıkların ve kadastro geçişlerinin çok geç tamamlanmasının da sorunlara yol açtığını belirtti.

1936 Beyannamesi olmayan Gökçeada’daki vakıflar için geçmişten kalan başka ölçütlerin kullanıldığını belirten Vingas’a göre, Hatay’da geçmiş kadastro verilerinin yanı sıra, şahitliklerin ve önceki mahkeme zabıtlarının kullanılması gerekiyor. İskenderun’daki mülkiyet meselesi üzerine konuştuğumuz Vingas, bahsedilen mülkiyet üzerine önceki mahkeme kayıtlarının ve beyanın çok açık olduğunu belirterek verilen kararın haksız olduğunu da dile getirdi. Vingas, 1936 Beyannamesi şartının, aynı zamanda, Hatay’daki gayrimüslim vakıflarının bir sıkışma yaşamasına sebep olduğunu söyledi. Vingas, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakından önce var olan 7 Ermeni köyünün ibadethaneleri ve mezarlıklarının Vakıflıköy’e verilmesi isteğinin Vakıflıköy Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi Vakfı tarafından kendilerine iletildiği ama ilgili yönetmeliğin bu haliyle bu isteği engellediğini belirtti.

‘Lozan’a aykırı ve uygulanamaz’

Hatay’da yaşanan azınlık vakıflarına ait taşınmazların geri verilmesinde yaşanan sıkıntıları Avukat Cem Sofuoğlu’na sorduk. İlgili yönetmelikte 1936 Beyannamesi’nde gösterilmeyen mülklerin geri verilmeyeceği ibaresinin açık olduğunu söyleyen Sofuoğlu, bu durumun, Lozan Antlaşması’nın “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları”nın Müslümanlarla aynı medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklarını söyleyen 39. maddesi ile Müslümanlara tanınan hak ve hukuki güvencelerde eşit haklara sahip olduklarını belirten 40. maddesine aykırı olduğunu söyledi.  

Sofuoğlu, hem Müslüman vakıflara 1936 Beyannamesi’nden ötürü benzer bir yükümlülük getirilmemiş olduğunu, hem de bu yönetmelikle antlaşmada öngörülen eşitlik ilkesinin bozulduğunu belirtti. Ayrıca Türkiye’nin Lozan Antlaşması’na aykırı hiçbir yasa, yönetmelik ve resmi işlemin yapılmayacağını taahhüt ettiğini söyleyen Sofuoğlu’na göre, bu taahhüt, 1936 Beyannamesi’ni de, ilgili yönetmeliği de geçersiz ve uygulanamaz kılıyor. Sofuoğlu, ilgili yönetmeliğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin mülkiyet hakkını düzenleyen 1 No.’lu Ek Protokolü’ne de aykırı olduğunu belirtti. Sofuoğlu, bu gerekçeyle mağdur olan vakıfların, yeni değişiklikle Anayasa’nın mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddenin ihlal edildiğini ileri sürerek, önce Anayasa Mahkemesi’ne, olumsuz bir karar çıktığı takdirde AİHM’e gitmeleri gerektiğini savundu. 1936 Beyannamesi’nin kutsal bir metin olmadığını belirten Sofuoğlu, siyasilerin ve bürokrasinin bu belge üzerinde neden bu kadar ısrar ettiklerini anlamanın mümkün olmadığını da ekledi.

Etiketler

Bir yanıt yazın