Frank Gehry’nin Tasarladığı İlk Gökdelen Manhattan’da İnşa Ediliyor

Birçok New Yorklu, Belediye Başkanlığı Binası'nın hemen güneyinde yer alan 8 Spruce Street adresinde yükselen yeni konut binasına heyacan ve korku ile yaklaşıyor.

Bu projenin mimarı olan Frank Gehry, New York’ta oldukça zor zamanlar geçirdi. İlk aldığı komisyon olan Yukarı Doğu Yakası’ndaki bir ev projesi inşa edilme fırsatını elde edemedi. Petrol zengini olan işveren Frank Gehry’yi şampanya ve çilek yüzünden kovdu.1 Daha yakın zamanda yaşadığı başka bir problem ise, Brooklyn’de inşa edilmesi planlanan Atlantic Yards projesi yüzünden aktivistlerin kendisini şeytanla aynı yatağa giren yaşlanan bir liberal olarak tanımlamasıydı. “Şeytan”dan kastedilen de New York’lu bir emlak yatırım firmasıydı.

Spruce Street projesi (ilk ismiyle Beekman Kulesi) Frank Gehry’nin inşa edilmiş ilk gökdeleni olacak. Bu proje aynı zamanda şeytan olarak refere edilmiş emlak yatırımcısı Bruce Ratner ile gerçekleştirdiği ilk proje niteliğinde. New York şehrinin tarihinde inşa edilmiş en yüksek konut kulesi ünvanını da alacak olan bu proje aynı zamanda gökdelenler silüetinin şekillenmesinde eskiden ticari kurumlar etki ederken artık zengin bireylerin de bu konuda katkıda bulunabileceği hususunda iyi bir örnek teşkil ediyor.

Yavaş yavaş binanın tamamlanması aşamasına yaklaşıldığı bugünlerde Frank Gehry’nin başarısını takdir etmek gerekiyor. Eero Saarien’in 46 yıl önce inşa ettiği CBS binasından beri New York’ta inşa edilmiş en güzel gökdelen bu. Bu gökdelen ve Philip Johnson’un tasarladıgı AT&T Binası’nın (günümüzün Sony Binası) ardından 8 Spruce Street projesi de kültürel tarih sürecinde önemli bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Bu bağlamda Frank Gehry’nin projesi modern çağdan dijital çağa geçişi temsil ediyor.

76 katlı ve buruşmuş izlenimi veren paslanmaz çelik cephesiyle New York şehrinin finans bölgesinin kuzey ucundaki tek yönlü caddelerin arasında yer alıyor. 1970 yılında tamamlanmış ve Brutalist stile sahip Pace Üniversitesi binası, bu projeyi kuzeydeki diğer binalardan tamamen ayırıyor. Bu binanın gerisinde de adeta spagettiye benzeyen ve Brooklyn Köprüsü’ne uzanan yürüme rampaları yer alıyor. Yapının batısında gökdelenler tarihinde oldukça önemli yere sahip olan Cass Gilbert tarafından tasarlanmış ve 1913 yılında inşa edilmiş Woolworth Binası ile kuzeyde 1912 yılında McKim, Mead & White tarafından tasarlanıp inşa edilmiş Belediye Binası yer alıyor.

Frank Gehry’nin tasarımının alt katları da oldukça başarılı. Kulenin oturduğu altı katlı baza alanında bir okul ve hastane yer alacak. Özel sektör ile kamunun tuhaf bir şekilde birbiri ile kesiştiği bir durum bu; büyük ihtimalle karşılıklı verilen politik ödünlerin sonucu bu fonksiyonlar bu yapıda yer alacaklar.

Okulun cephesi portakal rengi tuğla ve ağır çelik çerçeveli pencerelerden oluşuyor. Bu kombinasyon adeta bu yapının bir fabrikadan dönüştürüldüğü izlenimini veriyor. William Street’e bakan ana cephesi cam kaplı ve düzgün bir lobiden oluşuyor. Ancak yukarıda yükselen etkileyici cepheye kıyasla hayal kırıklığı yaratıyor (Frank Gehry halen inşaatı devam eden okulun iç mimari projelendirmesini yapmıyor. Bu okulda okuyacak öğrenciler, üzerlerindeki katlarda yaşayanlar süperstar bir mimar tarafından tasarlanmış apartmanlarda yaşarken, kendilerinin ismi olmayan bir kişinin tasarımı ile idare etmek zorunda kaldıkları sorusunu soracaklardır muhtemelen).

Hiç de şaşırtıcı olmayan bir tasarım unsuru da bu iki kullanım grubunun birbiriyle karışmayacağı. Bu yapıda yaşayacak olanlar, binanın batı tarafında yer alacak ve bloğun ortasından geçen üstü kapalı bir yol ile buraya ulaşacaklar. Devasa tuğla sütunlar ile desteklenen ve cam ile kaplı giriş lobisi son derece geniş bir alana sahip. Bu cömert ölçekteki alanda taksiler ve limuzinler klasik bir Manhattan apartmanına değil de, adeta lüks bir otelin girişine varacaklar.

Aslında bu bahsedilenlerin hiçbirisinin önemi yok, çünkü bu kulenin şehir silüetindeki yeri görüldüğü zaman, Aşağı Manhattan bölgesini uzun zamandır içinde bulunduğu kasvetten çıkardığı farkediliyor. Bu yapı özellikle Brooklyn sahillerinden bakıldığı zaman inanılmaz etkileyici bir görüntüye sahip, oldukça keskin geri çekilmelerin binaya eski moda bir etki verdiğini de söylemek mümkün. Gündüzleri çizik şeklinde hatlardan oluşan cephe düzenlemeleri adeta suyun oluşturduğu küçük dere yataklarını andırıyorlar. Güneyde yer alan ve 1980’li yıllarda inşa edilmiş hantal cam kulelerin yanında bu etki daha da belirginleşiyor. Daha yakında olan Belediye Binası’nın önündeki parktan bakıldığı zaman bu dere yatakları etkisi, adeta kırışık bir kumaş parçası gibi, daha hafif bir şekilde algılanıyor. Son derece düz şekilde inşa edilmiş güney cephesi diğer cephelere kıyasla daha alışıldık bir görüntüye sahip. Bazıları binanın arka cephesi olan bu yüzünün Wall Street’e dönük olmasından sinsice keyif alıyorlar.

Hemen yanında yer alan ve Gilbert’in tasarladığı Woolworth Binası ile karşılaştırıldığında, tasarımın ne kadar etkili olduğu hissi daha da iyi anlaşılabilir. Çelik taşıyıcı sistem üzerine Neo-Gotik stilde terrakotta panellerle kaplı bu şahane eser gökdelenlerin inşa edilmesine olanak sağlayan teknolojik gelişmelerin, bir önceki döneme ait el işlemeleri sanatı ile muhteşem evliliği sonucu ortaya çıktı.

Frank Gehry’nin tasarımı da aynı hassasiyeti dijital çağda gösteriyor, incelikle işlenmiş dokulara odaklanma, bir şeylerin insan eliyle şekillendiği hissini veren bir planlama sezgisi. Binanın cephesi neredeyse her birisi birbirinden farklı şekle sahip 10.500 adet çelik panelden oluşuyor, bu sebeple binanın çevresinde yürümeye başlandığında binanın şekli de sürekli değişim gösteriyor. İspanya’nın Bilboa şehrinde inşa edilen Guggenheim Müzesi için kullanılan bilgisayar modelleme sisteminin aynısını kullanarak aynı kalitede hizmeti, çok yüksek bir maliyet olmadan sağlamayı başardı.

Fakat Frank Gehry aynı zamanda bir mesaj da vermek istiyor. Binanın sürekli dönen cephe düzenlemeleri, yapının güneyinde yer alan ticari şirketlerin standartlaşmış ve birbirine çok benzeyen binalarına bir saldırı niteliğinde. Frank Gehry kariyeri boyunca mimarlıkta birbirine benzeyen seri üretim yapıları şehir hayatının sürekli değişen farklılığını yansıtan bir mimari stil ile değiştirmeyi hedefledi. Frank Gehry için bilgisayarlar bu farklılığı başarabilmenin bir yöntemiydi.

Bu hedef binanın iç mimarisinde en az cephedeki kadar ifade ediliyor. Frank Gehry sadece maske niteliğinde olan ve son derece vahşi heykelimsi dış formları tasarlamak ve iç mekanla bu formlar arasında kalın bir perde çekmek eleştirisine sık sık maruz kaldı. Bu projede ise binanın cephesinde gidip gelen dalgalanmalar iç mimaride açısal pencerelerin oluşmasına neden oluyor.Bu şekilde apartman dairelerine alışılmadık samimi bir etki veriyor. Bu şekilde binanın çevresinde yer alan manzarayı dramatik açılardan gözlemlemek de mümkün oluyor. Bazı apartman dairelerinde komşu daireleri görmek de mümkün. Bu yan etkinin iyi mi kötü mü olduğu binada kaç tane teşhirci yaşadığına bağlı olsa gerek.

Başka bir önemli yapı olan İkiz Kuleler ile ilişkisi de 8 Spruce Street binasını daha heyecan verici bir proje haline getiriyor. Frank Gehry bu yapıyı tasarlama hakkını, yeniden inşa edilecek Dünya Ticaret Merkezi tasarımı tartışmalarının ateşli bir şekilde devam ettiği 2003 yılında kazandı. Proje arazisinin master planının uygulamaya konulması önünde çıkan engeller adeta Amerika’nın da en kötü döneminin yansıması gibiydi. Hükümetin beceriksizliği, özel sektörün açgözlülüğü ve aşırı milliyetçilik kavramlarının son derece vahşi bir şekilde birbirine karıştığı bir dönem. Bu dönemin ana sembolü olan ve inşaatına günümüzde ancak başlanabilen, zamanında Özgürlük Kulesi adı verilen bu yapı ulusal kibirin içi boş bir sembolü olmaya devam ediyor.

Bu yapıdan farklı olarak, Frank Gehry’nin binası Manhattan’ın silüetine hakim olmaya çalışmıyor. Aslında açık olan ticari hedefleri bir kenara koyarsak, son derece mütevazi hedeflere sahip. Yaratıcı özgürlüğün sonucu ortaya çıkan sevinci kutlamak ve dolaylı olarak bireyin sosyal statüdeki yerini sağlamlaştırmak. Frank Gehry’nin amacı şehirlere anlam kazandıran bir unsur olan farklı seslerin çarpışmasından geçiyor ki bu özünde demokratik bir amaç.

1: (Çevirmenin Notu: Yazar burada 1980’li yıllarda işvereni olan Christophe de Menil ile yaşadığı anlaşmazlığa referans vermektedir. Bir görüşmede şampanya yüzünden bir tartışma yaşadıkları, o yüzden bu projenin iptal edildiği söylenmektedir.)

Etiketler

Bir yanıt yazın