Erken Cumhuriyet Mimarlık Ortamı ve Zeki Sayar

Mimarlar Odası Genel Merkezi, 9-10 Aralık 2011 tarihleri arasında "Zeki Sayar ve Arkitekt: Tasarlamak. Örgütlemek. Belgelemek" başlıklı bir sempozyum düzenliyor. Bu vesileyle Zeki Sayar'ın Arkitekt'teki yazılarına göz attık.

Zeki Sayar 1923 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girmiş, mimar Vedat Tek ve Guilio Mongeri’nin öğrencisi olmuştur. Arkitekt’teki etkinliği karşısında ikinci planda kalan, azımsanamayacak kadar verimli mimarlık hayatıyla Zeki Sayar, 1931 senesinde Abidin Mortaş ve Abdullah Ziya Kozanoğlu ile kurduğu Türkiye’de çıkan ilk sanat ve mimarlık dergisi olan Arkitekt’i 1981 senesine kadar istikrarlı bir şekilde çıkarmaya devam etmiştir. Bu yazıda Zeki Sayar’ın 1935-40 seneleri arasındaki baş yazılarının incelenmesi hedeflenmektedir.

Bu yıllar arasında genel olarak büyümekte ve gelişmekte olan şehirlerin planlanma sorunları ve o dönem yaşanan göçler sonucu iç kolonizasyon, mimarların gördüğü yetersiz ilgi, devlet dairelerindeki kadro eksikliği ve II. Dünya Savaşı itibariyle yeni gereksinmeler sonucu yapılması gereken binaların teknik özellikleri üzerinde durulmuştur.

Şehirlerimiz Nasıl Planlanıyor?

Sayar 1935 tarihli makalesinde Cumhuriyet dönemi şehircilik faaliyetlerini eleştirmiş, 1933 senesinde, Fransızlar’ın 1905 senesinde kabul ettikleri kanun ile ana hatları benzer olan Kamutay (2290) Numaralı Yapı ve Yollar Kanunu’nun içeriğinden bahsetmiştir. Bu kanunun şehir planlarına değinen bölümünde birçok detaya (adaların boy ve enleri, köşeler, meydanlar) kadar girilmesine rağmen, müstakbel planların nasıl, hangi ölçekte ve istekler içerisinde oluşturulacağı hakkında detay verilmemesi konusunu eleştirmiş; müstakbel planların, herhangi bir kasabanın planını üzerine alan kimsenin dileğine bırakıldığı belirtilmiştir.

Şehirlerin müstakbel planlarının eksiltme yöntemiyle bir firmaya veya bir şahsa verilip yapılmaması gerektiği, yarışma açılarak sonuca varılması gerektiğinin altı çizilmiştir. Bunun gerekçesi olarak da şehrin müstakbel planının “yalnız bir şekli” olan bir iş olmadığı, şehircilik ilmine dayanan, estetik bir konu olduğunu belirtilmiştir.

Sayar, bunların dışında şehircilik için teknik resim üzerinde de durmuş ve topoğrafya planları üzerindeki süper pozisyonlar için uygun renk kriterlerini belirlemiştir. Buna göre; çok fazla renk kullanmamak gerektiğinin, kullanılan renklerin topoğrafya ile uyumlu olması gerekliliğinin ve birbirine benzeyen renklerin ayırt edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. Ayrıca, şehir planları yapılırken hazırlanması gereken belgelere ait ayrıntılı bir bordro tipi örneğine yer vermiştir. Bu örnek tüm planların ölçekleri ve verilmesi gereken belgeler dahilinde; Anket Belgeleri, Proje Belgeleri, Su İşleri İşlem Dosyası, Nizamnameler ve İdari Belgeler başlıkları altında gruplanmıştır.

Düzeltme, temizleme ve güzelleştirme unsurlarının şehircilerin ayrıntılı olarak üzerinde durması gereken bir süreç olduğunu belirten Sayar, ayrıca şehir amenajman planlarının gerekliliği üzerinde durmuştur. Bir şehir amenajman planının yapılacak bir gayrimenkul gibi programlanması gerektiği ve ekonomik olarak da gereğince etüd edilmesinin zorunlu olduğunu belirtmiştir. Amenajman planını da içeren dosyanın hangi formatta olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Buna göre; 1/2000 ve 1/5000 ölçeğinde topografik planlar, şehrin monografik raporu, 1/2000 ölçeğinde amenajman planı, 1/5000 ölçeğinde genişletilme planı, projenin müsbet raporu, sıhhi nizamname ve yol ve inşaat nizamnamelerini içeren bir dosyanın teslim edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Son olarak da bu dosyanın nasıl tastik edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur.

“La ville Radieuse” (The Radiant City)

“Bizim tahsil süremizin sonuna doğru dünya mimarlığında kübizm akımı, kübizm cereyanı karşımıza çıkmıştı. Eski üsluplar, mimari tarzlar terkedilerek modern mimari ve kübizm hakim oldu. Biz de tabii genç mimarlar olarak bu akımın tesiri altında kaldık. (…) Modern çalışmaya başladık” (Tanyeli, 2007: 138,139).

Kendisinin de belirttiği gibi dönemde modernizm hakim olmaya başlamış, Sayar da yine 1935 senesinde Le Corbusier’nin “La ville Radieuse” (The Radiant City) isimli kitabının eleştirisini kaleme almıştır. Corbusier’nin klasiklikten, üsluptan kurtulmasına yardımcı olan mimarlardan olduğunu belirten Sayar, şehircilik üzerine yazılan bu denemenin içeriği üzerinde durmuştur. Corbusier’nin makine devrinin teknolojisine göre şehirler yapılması gerektiği, şehirlerin gelişmekte olan otomotiv sanayi doğrultusunda vasıta yollarının yetersiz kaldığı, geleneksel şehir yapımından vazgeçilmesi gerektiği ve bu yöndeki istekleri kitabın içeriğini oluşturmaktadır. Sayar ise bu düşüncelerin mutlaka okunması gerektiği fakat dönem koşullarında Corbusier’nin fikirlerinin kabul görse de eskinin bir anda sökülüp atılamayacağı, insanlığın varolmasından itibaren eski ve yeni medeniyetin kurduğu şehirlerin toplumsal hayatı oluşturduğunu belirtmiştir.

İç Kolonizasyon (Kolonisation İnterieure)

Zeki Sayar 1936 senesinde ana olarak o dönem için dünyada da önemli olan iç kolonizasyon konusuna değinmiştir.

Yazar makalesinde, Türkiye’de bir nüfus siyaseti olduğunu ve sınırlar dışındaki Türkler’in, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu nüfusu karşılamak için büyük gruplar halinde ana yurda geldiğini belirtmiştir. Dünyada ise kolonizasyon sorununun 1929 buhranından sonra kente göçenleri kırsala döndürme politikası olarak vücuda geldiğini yazmaktadır.

1934 senesi itibariyle Trakya, Diyarbakır ve Ankara’da birçok köyün meydana getirildiğini belirten Sayar, yeni köyleri kurarken, içerisinde ikamet edecek insanların yaşayış ve adetlerinin göz önünde bulundurulması gerektiğinin, bununla birlikte medeni yaşamın gereklerinin de (Standardize edilmiş bir ocak takımı, tuvalet takımı ve mutfak takımı) sağlanmasının önemini belirtmiştir.

Sayar 1935 senesinde yapılmış olan köylerin tek tip plan üzerine kurulduğunu ve bu uygulamanın son derece yanlış olduğunu belirtmektedir. Yapılacak her köyde en az birkaç plan tipi olmasının gerektiğini fakat malzemede tek tipin uygun olacağının altını çizmiştir. 20. yüzyıla yakışacak tasarımlar açısından her köye, oranın mimari, sıhhi vaziyetlerini temin edecek, su, kanalizasyon meselelerini halledecek bir mimari büronun gerektiğini belirtmiştir.

Rasyonel bir şekilde köylerin inşaası için malzemenin önemli bir yer tuttuğunu belirten Sayar, 20. yüzyılda kerpiçin bir malzeme olarak görülmemesi gerektiği, iptidai bir yaşayışa ait olduğunu ifade etmektedir. Yapı işlerinde tuğla kullanılmasının daha yararlı olacağını belirtmektedir. Fakat yine de malzemenin yerel olması gerektiğinin üzerinde durulmuş, örtü malzemesi olarak Trakya’da kullanılmış olan kiremitin devlet eliyle yapılması sonucu kolayca Eskişehir ve Kütahya’dan getirildiği ve bunun da inşaat bitiminde, köylünün tadilata ihtiyaç duyduğunda kendisine maliyetli olacağını belirtmiştir. Çimentonun köy kanalizasyonunda, sıhhi tesisatında, ahırlarında, bahçe duvarlarında kullanılması gerektiğini belirtmiş fakat o dönem koşullarında köylere çimento ve malzemelerini götürmenin mümkün olmadığını ifade etmiştir.

Sayar, Türkiye’deki köy mimarisin en büyük sorunları olarak mimarların tasarım ve yapımda yer almamasını, bunun sonucu olarak kış mevsiminde çok soğuk bir bölge olan Elazığ gibi bir şehirde örtü olarak galvanizli sac kullanılması gibi yanlış uygulamalar yapıldığını, bunun yanı sıra standardizasyon eksikliğinin yaratttığı ekonomik problemieri eleştirmiştir.

Yine 1935 senesinde Sayar aynı konuya değinmiş, bu defa diğer ülkelerdeki uygulamaları “İç Kolonizasyon (Başka Memleketlerde)” başlığıyla ele almıştır. Başka ülkelerde boş kalan sanayi işçileri için inşaa edilen ziraat kolonileri, Filistin’e göçeden Yahudi yerleşmeleri örnekleri verilerek, bu uygulamalar yapılırken gerekli teşkilatın tertip edildiğini, kanunların çıkarıldığını ve teknik esasların yerine getirildiğini belirtmiştir.

İç kolonizasyon konusunda en başarılı uygulamaların Nasyonel-Sosyalist rejim altındaki Almanya’da gerçekleştiğini belirten Sayar, yaşanan ekonomik buhran sonrası, büyük bir işsiz kitlenin tekrar toprağa dönmeleri için 1934’te 5000 adet, 1936’da ise 8500 adet küçük çiftliğin meydana getirdiğini ifade etmiştir. Yazının devamında Almanya’daki uygulamalr üzerinde durulmuş, çıkarılan kanunlardan bahsedilmiştir. Devletin köylüye gayet az faizle köylüye kredi açtığı, inşaata yöneltmek için nizamnamelerde kolaylık sağladığı, ilk beş sene içinde yapılan yapıları vergiden muhaf tuttuğu, mektep ve kilise gibi kamu yapılarının inşaatlarına mali yardımda bulunduğunu belirtilip bu işlerin ekonomik olarak iyi bir şekilde teşkilatlanmış devlet politikasıyla yürütüldüğüne dikkat çekmiştir.

Devlet İnşaatında Tip-Plan Usulünün Mahzurları

Sayar 1936 senesinde kaleme aldığı yazısında devlet binalarında tip-plan uygulamasının milli mimarinin daha doğmadan ölümü olacağını savunmaktadır. Bu tip bir uygulamanın yol menfezleri, demiryolu kulübeleri, köprü tipleri ve buna benzeyen sade ve sanat tarafı olmayan, ihtiyaç sebebiyle inşaa edilecek yapılarda uygulanabileceğini öngörmektedir. Mimari eserlerin tip planla uygulanamayacağının üzerinde durulmuş buna rağmen 1928 senesi itibariyle Maarif Bakanlığı’nın bütün Anadolu için tip plan uygulamasına gittiğini ve makalenin yazıldığı 1936 senesine gelindiğinde hala mektep ve postane gibi binaların bu şekilde inşa edildiğini belirterek yurt mimarlığının yok olmakta olduğunu ifade etmiştir.

Tip plan uygulamalarının sebeplerini devlet fen bürolarının proje işlerine önem vermemesi, kadrosuzluk ve tip inşaat uygulayarak milli mimari yaratıldığı düşüncesinin kabulu olarak sıralayan Sayar, yurttaki mimari çeşitliliğin yitirilmemesi gerektiği, bu sebepten projelerin yarışma yöntemiyle verilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Belediyeler Niçin Mimar Bulamıyorlar?

“Bütün mimarlık işleri, yapı işleri mühendislerin elindeydi. Bürokratlar bize iş vermek istemiyordu, çünkü gerçekten tanımıyorlardı. Mimarları daha ziyade decorator gibi görüyorlardı o günlerde, öyle bir zihniyet vardı.” (Tanyeli, 2007:139)

Sayar, dönemin mimarlarının belediye işleri ile ilgili sorunlarını 1937 senesinde yazdığı “Belediyeler Niçin Mimar Bulamıyorlar?” adını taşıyan yazısında ele almıştır.

Yazının kaleme alındığı senede belediyelerin mimar almak için müracat ettiği belirtilmekte, sayı olarak 500’den fazla olan belediyelerde Ankara, İzmir, Adana ve İstanbul dışındaki şehirlerde bir mimarın dahi bulunmadığı ifade edilmektedir. Bu duruma rağmen mimarların kadrolarının kalıcı olmadığını, bu sebepten proje bitiminden sonra işsiz kaldıklarını ve belediyede çalışmak istemediklerini belirten Sayar, mimarların belediyede çalışmalarını temin için maddi olarak tatmin edilmeleri, mesleki otorite sağlanması gerektiğini öngörmektedir.

Kadıköy Hali İşletilemez mi?

1937 kaleme aldığı bu yazısında Sayar, dönemden 10–12 sene öncesinde büyük bir yatırımla Kadıköy için inşa edilen hal binasının uzun süre boyunca kiracı bulamadığını belirtilmiş, sonrasında bir dönem itfaiye garajına çevrilen hal binasının neden kullanılmadığı tartışmıştır. Kadıköy’de, dönemde Moda, Haydarpaşa ve Acıbadem gibi semtlerden gelenlerin ana yollarının buluştuğu alan ve yine deniz yolu ile yapılan ticaret sayesinde vapur iskelesinde kendiliğinden gelişen bir çarşı bulunmaktadır. Yapılan hal binasının yerinin iyi seçilemediği belirtilmiş, yapılan binanın çarşıya yarım kilometre uzak olması sebebiyle halkın hala eski çarşıyı kullandığı ifade edilmiştir. Bu binanın bir hal olarak işletilemeyeceğini belirten Sayar, plandaki kusurlara dikkat çekmiş, açık plana sahip binanın İstanbul gibi bir iklimde kullanılamayacağını ayrıca dükkan adedinden fazla büro adedi olması ve birimlerde havalandırma olmaması gibi gerekçeler göstermiştir.

Eminönü Meydanı

Bu yazıda Sayar, Avrupa şehirlerinde meydanların veya mahallelerin tanzim projeleri için yarışmalar açıldığını belirten Sayar, İstanbul gibi bir şehrin, en önemli meydanının gelecekteki şeklinin, karakterinin tek bir düşünce ve zevkin ürünü olmaması gerektiğini savunmuştur.

Sığınak İnşası Usülleri

1938 ve 1939 senelerinde binalarını betimlediği yazıları dışında makalesi bulunmayan Sayar, 1940 senesine geldiğinde II. Dünya Savaşı etkisiyle gelişen bina tipleri ve teknikler üzerinde durmuştur. “Harpte, şehirlerde hava bombardımanlarından korunma çarelerinden en mühimmi ve kabili olanı sığınaklar tesisidir,” diyerek sığınak tekniklerini “Sığınak İnşaası Usulleri” adlı yazsında ele almıştır. Almanya’da bütün sığınakların Polonya Savaşı başlamadan önce yapıldığı, yine İngiltere’de zaman kazanmak için standart tip, çelik sığınakların inşa edildiği, Hollanda’da ise en uygunu olarak ahşap malzeme kullanıldığı belirtilmiştir. İstanbul Belediyesi’nin 1931 yılında yayınladığı talimatname ile inşa edilen sığınakların yanlış uygulamalar olduğu ifade edilmiş, buna bir örnek olarak da Taksim, Ayaspaşa’daki apartman bloklarının bodrumundaki sokağa çıkışları olmayan sığınaklar verilmiştir.

Sığınakların Türkiye koşullarında nasıl uygulanacağı üzerinde de durulmuş, buna göre ahşap evlerin içerisinde sığınak yapılmaması gerektiği, bahçede ya da umumi olan sığınakların kullanılmasının uygun olacağını, iki, üç katlı kagir evlerin bodrumlarının kolaylıkla sığınağa çevrilebileceği, kat adedi yüksek binalarda sığınak yapımına özellikle statik açıdan dikkat edilmesi gerektiği ve ikametgahlarda uygulanan sığınaklardan başka sığınak inşaatının zorunlu olduğu dile getirilmiştir.

Seri ve Basit İnşaat

Savaş sebebiyle göç etmek insanların yerleşmesi için gerekli yapı teknolojisini inceleyen Sayar, inşaat yapmak durumunda kalınan bölgelerde sac, fabrika kerestesi, çivi, bitümlü muşamba ile hızlı bir şekilde yapılmasını gerektiğini fakat bunu sağlayamayan ülkelerde de bulunabilen malzeme ile kısa süren inşaa tiplerinin seçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu tip hızlı ve basit tipte inşa edilen binalara örnek olarak Japonlar tarafından gerçekleştirilen dairesel plan şemasına sahip, genç ormanlardan temin edilen kereste ile yapılmış binalar örnek olarak gösterilmiştir.

Kaynaklar

Arkitekt Aylık Yapı Sanatı, Şehircilik ve Dekoratif San’atlar Dergisi 1935-1940 Sayıları

Tanyeli, U., 2007. Mimarlığın Aktörleri – Türkiye 1900/2000, Garanti Galeri, İstanbul.

https://www.arkitera.com/h24038-mimar-zeki-sayar-ve-arkitekt.html

Etiketler

Bir yanıt yazın