Edirnekapı’da Değişim 6-7 Eylül’le Başladı

Tarih, yaşadığımız mekânlarda saklanır.

Tarihin öznesi olan insan, bir müddet yaşadıktan sonra elbette dünyadan gider ama mekân kalır; tarih, mekânlarda tortu gibi birikir de birikir. Üzerinde şekillendiği kocaman bir tarih olmasına rağmen, büyük bir şantiye gibi sürekli bir ‘yık-yap’ın olduğu Türkiye, ne yazık ki, bizlere, mekânların tarihi hakkında düşünme fırsatı vermiyor.

Orhan Türker, yaklaşık 15 yıldır, mekânlarla alakalı bu ‘hafızasızlaşma’ya karşı semt monografileri yazıyor. “Eski ve yeni İstanbul’u bilen biri olarak”, daha önce Tatavla, Arnavutköy, Fener, Yeniköy, Kadıköy, Samatya gibi semtlerin monografilerini yazan Türker, şimdi de Edirnekapı’yı yazdı. ‘Pili Adrianupoleos’tan Edirnekapı’ya: Unutulmuş Bir Bizans Semtinin Hikâyesi’ başlığıyla, Sel Yayıncılık’tan çıkan kitapta, semtin Bizans dönemini, 1453’ten sonraki halini, günümüze kadar ayakta kalabilmiş Rum ve İslami yapılarını, 6-7 Eylül olaylarında yaşadıklarını ve bugününü anlatıyor.

“Biz İstanbulluların en büyük özelliği barışsever olmamız; her şeyi medeniyetle yaptık, yıkmak bize göre değil” diyen Türker’le Edirnekapı’nın tarihine dair söyleştik.

Edirnekapı ismi nereden geliyor?

Bizans döneminde surlarla çevrili olan eski İstanbul’un çeşitli yerlerinde şehre giriş-çıkışlar bulunurdu. Bunların günümüze ulaşabilmiş olanlarından biri, Edirne kapısıdır – Bizans dönemindeki adıyla Pili Adrianupoleos. Rumca da ‘pili’, ‘kapı’ demek; ‘Adrianupoleos’ da Edirne’nin Rumca ismidir. Yani, ‘Edirnekapı’ ismi, Edirne’ye açılan kapı anlamından gelir.

Edirnekapı’da 1453 öncesinde nasıl bir hayat vardı?

Edirnekapı o zaman şehrin en uç noktasıydı ama bugüne kadar ulaşabilen yapılarına baktığımızda görüyoruz ki, üzerinde epey canlı bir hayat yaşanmış. Örneğin, Bizanslıların Hora Manastırı dediği Kariye Müzesi, Bizans sanatının en güzel örneklerini üzerinde barındırır. Sonra, bugün cami olarak kullanılan Kefevi Mescidi, yani Bizans dönemindeki Manuil Manastırı vardır. İstanbul’un fethinden sonra Kırım’dan getirilen Ermeniler bu manastırın çevresine yerleştirilmiştir.

Neden Edirnekapı’ya Kırım’dan Ermeniler yerleştiriliyor?

1475’te Kırım’ın ünlü kenti Kaffa’yı ele geçiren Fatih Sultan Mehmet, orada yaşayan bu insanları fetihten sonra ıssızlaşan Edirnekapı’nın sosyal ve ticari hayatını tekrar canlandırmak için bölgeye yerleştiriyor. Edirnekapı’ya yalnız Ermeniler değil, Rumlar ve Yahudiler de yerleştiriliyor.

1453 öncesi Edirnekapı’ya dönersek…

Semtte, Bizans sivil mimarisinin günümüze ulaşabilmiş en güzel örneği, bin küsur yıllık bir tarihe sahip, surlara bitişik Tekfur Sarayı vardır. Bu küçük saray, büyük bir ihtimalle Bizans zamanında av köşkü olarak kullanılmış; şehrin çıkış kapısının yanında olduğu için, buradan ava gidip gelmek çok kolay. Bir de, en büyük açık hava sarnıçlarından biri var. (İstanbul’da, bugün olduğu gibi o günlerde de su problemi yaşanıyordu.) Türkçe ‘Çukur Bostan’ adıyla tanınan Aetios Sarnıcı, bir suni göl şeklinde oluşturulmuştur – suyu tutması için toprak kazılıyor, etrafı dört-beş metre kalınlığında taşlarla kaplanıyor. Tüm bunlardan anlıyoruz ki, 1453 öncesi Edirnekapı canlı bir sosyal hayatın olduğu bir yerdi.

1453 sonrasında neler oluyor semtte?

Fetih sırasında ilk saldırıların ve en büyük tahribatın olduğu bölgedir Edirnekapı. Binaların bugün ayakta kalması bir mucizedir gerçekten. İslam’a göre, fetihle alınan bir şehirde üç gün yağma hakkı vardır. Edirnekapı da bundan nasibini alıyor. Fetih sonrası, aşağı yukarı 10 yıl boyunca hayalet bir bölge olarak kalıyor. Bu duruma çözüm olarak Kırım’dan insanlar getiriliyor.

Günümüzün Edirnekapı’sına bakarsak…

Şu an semtte hiç Rum yok örneğin. 50 yıl öncesine kadar vardı. İstanbul’un son en büyük değişimi 6-7 Eylül 1955’te yaşanmıştır. Bu tarihe kadar iki bin kişilik bir Rum nüfusu vardı Edirnekapı’da.

Edirnekapı bir Türk-Müslüman semti karakteri almaya ne zaman başlıyor?

Bence bölgede Müslüman yerleşimi açısından dönüm noktası Kanuni devridir. Çünkü o dönemde meşhur Mihrimah Sultan Camii yapılıyor. Mihrimah Sultan, Hürrem Sultan’ın kızıdır. Mimar Sinan güzel, gösterişli, süse düşkün olan bu kızdan ilhamla, şehrin altıncı tepesine, onun gibi gösterişli, güzel bir cami yapıyor. Bu caminin yapılmasından sonra gayrimüslimlerle Müslümanlar birlikte yaşamaya başlıyor – ta ki, 6-7 Eylül olaylarına kadar… Tam 400 yıldır süren birlikte yaşama kültürü, 6-7 Eylül’le bozuluyor.

‘1475’te Kırım’ı fetheden Fatih, İstanbul’un fethinden sonra ıssızlaşan Edirnekapı’nın sosyal ve ticari hayatını tekrar canlandırmak için Kırım’dan getirdiği Ermenileri, Rumları ve Yahudileri Edirnekapı’ya yerleştiriyor’

Sonra ne oluyor?

Edirnekapı sadece Türk ve Müslümanların semti olmaya başlıyor. Gayrimüslim vatandaşlar da, Samatya ve Yedikule’de olduğu gibi, kendilerini daha güvende hissedebilecekleri Tarlabaşı, Kurtuluş, Bakırköy gibi merkezi bölgelere taşınmaya başlıyorlar.

Bugün Edirnekapı’da gayrimüslimlerden geriye ne kaldı?

Kilise, okul, ayazmalar (su kaynakları) gibi temel yapılar yerinde duruyor, çok şükür! Yok olan, evlerdir. Zamanında, o evleri yıkıp yerlerine sevimsiz apartmanlar yaptılar. Şimdi artık evler biraz daha koruma altında. Ama dikkatinizi bir şeye çekmek isterim: Belediyenin çalışmaları sonucunda ev numaraları kaydı. Bir ev yıkılıyor, iki ev birleştirilip bir ev oluyor ve böyle böyle numaralar kayıyor. Dolayısıyla, devamlılık kopmuş oluyor. Büyük tehlikedir bu.
Peki, Türkiye’deki tarihe ve mekânlara karşı hoyrat yaklaşımda, siyasi iktidarların nasıl bir payı olduğunu düşünüyorsunuz, bu hoyratlığı sadece AK Parti hükümetiyle sınırlandıramayız değil mi?

Evet, tarihe yaklaşımdaki hoyratlık sadece şu anki hükümetle sınırlandırılacak bir şey değil. İstanbul’un yıkımı 1950’lerde, Adnan Menderes dönemiyle başlamıştır. Vatan Caddesi, Millet Caddesi, Aksaray, Ataköy’den Sirkeci’ye kadar sahil yolu; bunlar Menderes döneminde yapıldı. Bu belki o zamanlar gerekliydi ama şehrin tarihi yapısını yok etti. Karaköy’deki Getronagan Ermeni Lisesi’nin olduğu bölge üç sıra yıkılmıştır. Kilise ve okul şu anki gibi caddenin ortasında değildi, ara sokaklardaydı. Dikkat ederseniz, şeklinde de göze çarpan bir anormallik vardır, ön tarafları tıraşlanmıştır. Tabii ki her büyük şehir gelişecek ama mevcut yapılar çok iyi korunmak zorunda.

‘Ayasofya’yı siyasete kurban etmeyelim’

“Ayasofya Müzesi’nin cami olmasına ilişkin tartışmalar bugün artık siyasi bir olay halini almıştır. Ayasofya, Mısır’daki piramitler gibi, Roma’daki Kolezyum gibi, bütün insanların malıdır. İnsanların gözünün önünde olan böyle bir yapının, ‘Bu benim fetih hakkımdır’ denerek tekrar camiye çevrilmesi, İslam âleminden puan getirecektir belki ama Batı için, Hıristiyan âlemi için çok incitici olacaktır. Kiliseye de çevrilmesin, müze olarak kalsın… Çünkü bu işe dini faktörleri sokarsak, birileri muhakkak mutlu, birileri de muhakkak mutsuz olacaktır. Ayasofya’yı siyasi amaçlara kurban etmeyelim.”

Kitaptan: Edirnekapı Ermenileri

“Fatih Sultan Mehmet, 1475 yılında Kırım’ın Kaffa (Kefe) şehrini aldığı zaman İstanbul’un canlandırılması için Kefe’den göç ettirdiği Ermenilerin bir kısmını Edirnekapı bölgesine yerleştirmiştir. Böylece harap durumda olan Manuil Manastırı’nın çevresine yerleşen Ermeniler, buradaki kiliseyi onararak kendi kullanımlarına uygun hale getirmişlerdir. Ermeniler bu kiliseye Surp Nikoğos adını vermişler ve 1475-1629 arasında 150 yıl kullanmışlardır. Padişah 4. Murat döneminde bölgedeki İslam nüfusunun artması nedeni ile kilise Ermenilerden alınıp camiye çevrilmiş ve Kefevi Mescidi adını almıştır. Paspatis, 1877 yılında bölgede az sayıda da olsa hala Ermenilerin oturduğunu, ancak yoğun Ermeni nüfusunun zamanla Haliç kıyılarındaki Balat semtine kaydığını belirtmektedir.”

Etiketler

Bir yanıt yazın