Da Vinci Köprüsü

Taha Akyol'un 23 Ekim 2012 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.

RÖNESANS devrinin en büyük dâhilerinden Leonardo Da Vinci’nin Haliç için Sultan II. Beyazıt’a önerdiği köprü projesi yeniden gündemde. Başbakan, Haliç’te bu projenin inşa edileceğini açıkladı.

Güzelleşmekte olan Haliç, bu proje ile yeni bir güzellik ve dünya çapında bir ilgi kazanacaktır. Da Vinci gibi bütün insanlık tarihinin en büyük dâhilerinden birinin beş yüz yıl önce çizdiği projenin hayata geçirilmesi elbette bütün dünyanın ilgisini çekecektir. Şartnamesi, ihalesi, temel atılması ve açılışı dünya çapında katılımlarla düzenlenmelidir.
Şüphesiz İstanbul’un “marka değeri”ni artıracaktır.

Da Vinci’nin çizgileri

Leonardo Da Vinci’nin Sultan II. Beyazıt’a gönderdiği ve İtalyanca’dan tercüme edilerek Sultan’a arz edildiği anlaşılan “ariza” (sunuş) ve çeşitli projeler Topkapı arşivinde E.6184 ve E.9480 numaralarında kayıtlıdır. Bu projelerden birini, Sayın Haluk Dursun’a teşekkür ederek, buraya alıyorum:
Da Vinci, Sultan’a sunuşunda şöyle diyor:
“Ben kulunuz, İstanbul’dan Galata’ya uzanan bir köprü yapmak istediğinizi, yapabilecek birini bulamadığınız için yapmadığınızı duydum. Ben kulunuz nasıl yapılacağını biliyorum…”
Da Vinci, Boğaz üzerinde asma köprü, o çağda pek bilinmeyen rüzgâr değirmeni ve gemilerdeki suyu boşaltmak için ‘otomatik’ dolap gibi projeleri de Sultan’a teklif etmiş.
Sultan niye yapmamış? Bilmiyoruz tabii ama bir dâhinin çizimlerinin yanında bir de ‘iktisadilik’ faktörü olduğu akıldan çıkarılmamalı.

Rönesans ve Osmanlı

İstanbul’daki Sultan’ın köprü düşüncesini Cenova’da Da Vinci’nin duyması ve projeler sunması Rönesans döneminde İtalyan şehirleriyle imparatorluk arasındaki yoğun ilişkilerin bir sonucudur.
Gerçekten Halil İnalcık ve İlber Ortaylı, Fatih’in “Rönesans hükümdarı” olduğunu belirtirler. İtalyan şehir devletlerinden İstanbul’a tüccarların eşliğinde ressam, mimar ve sanatkâr akımı olduğu bilinmektedir. Fatih birden fazla kendi portresini yaptırmıştır, bunlardan elde kalanı Bellini’nin meşhur yağlıboya resmidir.
O çağlarda sanatçılar, kendilerini himaye edecek ve değerli hediyelerle ödüllendirecek “patron”lar arardı. Sanatlar bu sayede gelişirdi; Doğu’da da, Batı’da da böyleydi… Rönesans sanatı da Akdeniz ticaretiyle muazzam servetler kazanmış, İtalyan ailelerin “patronaj” rekabetiyle gelişmişti zaten.

Tarihi projeler

Fatih’ten sonra Rönesans’a ilginin azalmış, “patronaj”ın da her dinden Osmanlı ve Doğu sanatçılarına yönelmiş olması bir gerçek. Rönesans’ın niye İtalyan şehir devletlerinde ortaya çıktığı, mesela o zaman İngiltere’de, Almanya’da niye bir şey olmadığı, sonra niye bilim ve sanayi devriminin İngiltere ve Almanya’da geliştiği, Avrupa kıtasının bu temel dinamiklerinde Osmanlı’nın yerinin ne olduğu gibi sorular, tarihin büyük ‘puzzel’ıdır.
Bu büyük değişimlerin temelinde Akdeniz ve sonra Okyanus ticaretinin belirleyici olduğunu düşünürüm ben.
Güncel açıdan şunu belirteyim: Mimar Sinan’a da saygısızlık olacak bir beton yığınını Çamlıca’ya ‘cami’ diye kondurmak yerine böyle tarihi ve estetik değeri yüksek projeler çok daha iyidir. Tarihi projeler mimarlarımızın yaratıcılığında esin kaynağı da olabilir. Hazine Yayınları’ndan çıkan “Osmanlı’nın Çılgın Projeleri” adlı kitapta böyle muhteşem projeler var, esin kaynağı olabilecek…
Niye Boğaz’a yapılacak üçüncü köprü için Abdülhamid dönemindeki iki proje, modern mimariyle birlikte esin kaynağı olmasın?

Etiketler

Bir yanıt yazın