Çin’in Değerini Arttıran Bir Mücevher

Son 10 yıllık sürece bakıldığında, inşa edilen tüm etkileyici opera binalarının, kentlerin çepherlerinde, yeni ticaret ve gelişim alanı olarak gösterilen fakat belli bir toplumsal yapının şekillenmediği alanlarda projelendiği söylenebilir.

Söz konusu yer, halen büyümenin sosyal sancılarını çeken ve mimari altyapısı, kalifiye olmayan işgücü ile inşa edilmiş Çin olduğunda ise, opera binasının inşa süreci kalite problemleri ve deneyimsizlikler ile tıkanmış süreç üzerinden konuşmak mümkün.

Ama eğer mimarlığa ilgi duyan biriyseniz, muhtemelen bu problemlerle pek ilgilenmezsiniz. Zaha Hadid tarafından tasarlanan yeni Guangzhou Opera Binası öylece durup izlenecek kadar muhteşem. Ayrıca tek bir yapının, çürümekte olan bir kentsel alanı nasıl canlandırdığının da harika bir örneği. Binanın nehir taşlarının aşınmış yüzeylerine benzeyen akışkan formunun verdiği enerji, bir anda tüm alana öyle bir enerji yayıyor ki, binayı ve çevresini algılama düzeyinizi arttırıyor.

Bu projenin Zaha Hadid’in kendini yeniden ıspatı niteliğinde olduğu söylenebilir. 1990’ların ortalarında göze çarpan birkaç binası ile yükselen bir mimar olan Hadid, Galler’de Cardiff Bay Opera Binası Yarışmasını kazanmıştı. Bu bir dönüm noktasıydı. Fakat ne var ki hükümet, uygulamayı ve ödemeyi Zaha Hadid’e değil, altından kalkamayacak – daha az yetenekli- birine verdi. Sonuç Zaha Hadid için hayal kırıklığı, yakın mimarlık tarihi için utanç oldu.
Guangzhou bölgesinin Zaha Hadid’e ilk bakışta nasıl ilham verdiğini düşünmek pek de kolay değil. Proje alanı, eski şehir merkezine araba ile 15 dakika uzaklıktaki, master planda merkez parça olarak gösterilen, uçsuz bucaksız bir parkın kenarında. Karşısında ise, masonik olmaya özenen, açık bir kitap gibi duran fazlasıyla büyük bir kütüphane ve onunda arkasında önünden geçen birkaç insancığı da cüceleştiren 103 katlı renkli camlı bir gökdelen yer alıyor.

Fakat Zaha Hadid’in tasarımının çıkış noktasıda işte tamda bu yavan kentsel alan ile bütünleşmeden doğuyor. Yapıya parktan yaklaşırken ziyaretçi, dış merdivenleri ya da uzun bir rampayı tırmanarak, giriş holünün bulunduğu ana binadan önce sizi diagonal bir şekilde açılar yaptırarak, performans alanından geçiriyor. Granit ve cam ile tasarlanmış ana holü, binanın dışına da referanslar veriyor. Yarısı kadar olan küçük hol ise arkasında sağda, koyu büyük bir kaya parçası gibi duruyor.

İki yapı aslında bir yaya yolu serisi de sunuyor. Yani aslında ziyaretçiler, iki hol arasında geçiş yapabilir ve bir ring gibi geri dönebilir ya da bu rotadan ayrılan, spiral inişi havuz ve dükkanlar ile çevrelenmiş geniş beton rampayı kullanabiliyorlar. Diğer tüm yollar sizi ana caddeye ve parka çıkartabiliyor.

Bazılarına göre bina Chirico resimlerinde ve Antonioni filmlerindekilere benzer boş kamusal alanlar yaratabilir. Zaha Hadid’in amaçlarından biri ise 1980’lerden bu yana böyle ziyan olmuş boşlukları rehabilite etmek. Zaten Hadid’in farkı, duranlığa kazandırabildiği devinim yeteneği. Bu tasarımda, esnek çizgiler var. Hiçbir şey statik değil, klasik mimari gibi çevresini kontrol altına almaya çalışan bir kasvet yok. Aksların sahip olduğu eğri formlar tasarıma bir ivme kazandırıyor, sizi daha fazlasını görmek için kışkırtıyor. Nereye dönseniz beklenmedik bir rota karşınıza çıkıyor ve hiçbir zaman durağanlık söz konusu olmuyor.

Açıklık hissi, saydam, katedrale benzeyen, bükülen balkonları ile 1.800 koltuklu performans sahnesinin cephesine bağlanan lobiye kadar devam ediyor. Gün ışığı bu cepheden alınırken, gece muazzam bir şehir görüntüsünü ve yıldızlı gökyüzünü izlemek mümkün oluyor.

Ana hole giriş, büyük bir istridyeye girişi anımsatıyor. Akışkan ve simetrik bir düzende yerleştirilen koltuklar, sahneyi 3 taraftan çevreliyor. İç bükey tavan binlerce ışık ile donatılmış, dolayısıyla performans öncesi, genel aydınlatma kısıldığında, yıldızlı bir gökyüzünün altında oturuyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Büyük holden farklı olarak küçük hol, 440 kişi kapasiteye sahip, performansçıların ihtiyaçlarına göre şekillenebilecek ve kolayca tekrar organize edilebilecek, yine çok özel bir tasarım olan beyaz sıvası, dalgalı cephesi, göze çarpan fuaye ile çevrelenmiş, siyah bir kutu.

Fakat asıl heyecan verici olan farklı kamusal alanların birbiri ile olan bağlantıları. İki lobiden de alt plazadaki dükkanlara ve kafelere yürüyen merdivenler ile ulaşmak mümkün. Şu anda sadece bir piyona dükkanı açık). İndiğiniz yerden spiral rampayı kullanarak ana plazaya çıkabilir ya da sizi parka çıkartan havuzun etrafında dolaşabilirsiniz. Şimdi bina ile bir bütünlük içersinde yer alan bu parkın eskiden sadece dar kullanımlı bir alan olduğunuda söylemek gerek. Burada önemli olan nokta ise, opera binası ile bütünleşen parkın sadece elit bir zümrenin kullanımında değil halen tüm kamuya mal edilmiş olması.

İnşaatta kullanılan malzemelerin kalitesiz olduğu belirtiliyor. Hatta öyle ki, dış cephe için kullanılan 75.000 panelin en baştan değiştirilmesi gerekmiş. Lobilerde ki sıvalar o kadar kötü yapılmış ki, yapanın daha önce eline hiç mala almamış izlenimi verdiği söylenebilir.

Belki de bu projede yaşanan zorluklar bize eski dönem modernistlerin tasarımlarını uygulamak için yeni teknoloji üretmek adına nasıl kafa yorduklarını, fakat yanlarında onlara ayak uydurabilecek ve işin nasıl yapıldığını bilebilecek kimseyi bulamadıkları günleri hatırlamamızı sağlıyor. Çünkü bu zorluklar, gelişmekte olan ve modernizmi arzulayan tüm ülkelerde her zaman bir gerçeklik olacak.

Bazı yönleri ile Çin, 21. yy’ın sonlarındaki İtalya’ya ya da 1920’ler Rusya’sına benziyor. Modernizm ile olan kaderleri, geçmiş ile olan bağları ile çoktan çizilmiş. Bu tespitlerin ışığında, Guangzhou Opera binası, Çin için muazzam bir eser. Zaha Hadid’in kişisel kariyeri için ise bir dönüm noktası.

Etiketler

Bir yanıt yazın