Çamlıca Camii ve ince bağlantılar

Taraf Gazetesi yazarı Cihan Aktaş'ın Çamlıca Camisi üzerine yazısı...

Atalarımıza yaptığımız en büyük haksızlık, estetik alanda taklidi sürdürmek; klasik cami güzelliğini bir abartıyla tekrarlayan cami projelerinde yaşandığı üzere…

1980’lerde kemalist akraba ve arkadaşlarla mahalleye yeni bir okul değil de yeni bir cami yapılıyor olmasının mantığı üzerine tartışırdık. Cami o zamanlar kamusal alanda nüfustan sayılmayan mütedeyyin insanlar için bir sığınma alanı gibiydi. Cami Yaptırma Derneği hem göç edilen şehri aşina mekânlarla kendine ait kılma, hem de o şehri bu mekânların sunduğu bağlantılarla yeniden tasarlama faaliyetinin de organizasyonuydu. Kim, nasıl itiraz edebilir? İnsanlar lokmalarından kısarak yaptıkları bağışlarla mahalle camisinin inşasına katkıda bulunuyorlardı nihayet.

Şimdi ise o yurt tutma haletiruhiyesi iktidar zaviyesinde yeni ifadeler kazanırken, bazen abartılı yorumlara açılıyor. Çamlıca Camii tartışmalarında yaşandığı gibi, cami tasarımı siyasal bir bağlama çekilirken, ciddi mimarlık ve şehircilik sorunlarını konuşmayı ertelemenin gerekçesine dönüşüyor.

Üstelik, tartışmacılar nasılsa camiye asıl ihtiyaç duyan tepenin Çamlıca değil de Taksim olduğu gerçeğini paranteze alıyor.

Doğrusu ya İstanbul büyük ölçüde camiye doymuş bir şehir. Ve aslında cami üzerine düşünmeye mecbur olan bir şehir de… Şu nedenlerle: Zemin ve malzeme ayrımını gözetmedikçe bir formun amacını gerçekleştirmesi beklenemez. Klasik cami formunun en güzelleriyle süslü şehri, bu formun özensiz tekrarlarıyla doldurmayı daha ne zamana kadar sürdüreceğiz? Hangi amaçla yapılmış olursa olsun bir yapı, ruhu canı yoksa sadece herhangi bir yapıdan ibarettir ve ruhun, canın kopyalama yoluyla gerçekleştirilmesi beklenmemeli. Taş açısından tasarlanmış olanı betonarmeyle kopyalamak, bir ruhsuzlaşma pahasına gerçekleşebilir nihayet.

Gökdelen kuşatmasının önü alınamıyor bir yandan ve bunu ödünleyebilirmiş gibi minare boyları da bir yarış hâlinde uzuyor.

Her tereddütlü cami projesi geriye dönüp Kuba Mescidi ilkeleriyle tartılmalı bana kalırsa. Sade, mütevazı, aydınlık, çevreye uyumlu ve elbette takvayla kurulmuş Kuba… Dolayısıyla amacını ihtişama bağladığı söylenemez.

Görkemli bir sadeliğe ulaşmak ise öyle bir çırpıda gerçekleşmiyor. Sinan yorumlarının niye “çıraklık dönemi işi” olduğu için özellikle, Şehzadebaşı Camii’ni hesaba katmadığı, ustalık işlerine yöneldiği sorusu ayrıca dikkate değer.

Zarafet kavramını irdelerken, “sadeleştirme, basitleştirme ve yoğunlaşmadır” diyor, Camilla Paglia (Epos, 2004) Sinan’ın nice senelerin emeğiyle süzülmüş birikimini dikkate almayan, zarafet ve letafeti projeye sindirme becerisini gösteremeyen yorumlara nereye kadar dayanabilir İstanbul…

Bu köşede “Issız cami kimin projesi” başlıklı yazıda dile getirmiştim bu sorunu: Çevreyle uyum konusunda kubbeyi abartarak bir etki sağlamayı uman projenin ince bağlantıları, geçiş alanlarını, dahası cemaatin mizacını ihmali, süreç içinde caminin yalnızlaşması (ve giderek ıssızlaşması) gibi bir sonuç veriyor.

Tartışmaya yol açan Çamlıca Cami projesi tipi örneğinde yaşanan tıkanmanın sebebini İhsan Bilgin, “sakil” duruşlu Ataşehir Camii projesinden hareketle şu şekilde dile getirmişti Taraf’taki yazısında: “…her şeyden önce, mimari cami tipolojilerinin İslam coğrafyalarında sahip olduğu çeşitliliğin farkında olmayıp, Osmanlı’nın doruk noktasına taşıdığı merkezî kubbeli cami tipolojisiyle sınırlı bir tahayyülün esiri olmak…” (“Cami ve Gelenek”, 01.08.2012)

Atalarımızdan bir güzelliği teslim aldık cami mimarisi alanında, İstanbul siluetine yansıyan içsel dengelerle desteklenen bir güzellik bu. İşte o “iç”in ihtiyaç duyduğu dengeyi gerçekleştiremediğimiz için, siluetin göz alıcı noktalarını taklit yoluyla bozulmakta olan iç dengeyi düzene sokabileceğimizi sanıyoruz. Sözünü ettiğim aynı zamanda apar topar sürdürülen kentsel dönüşüm. Hayat tarafından denenmiş, süzülmüş olan, yenilik adına yok edilirken, gücünü ihtişamından alan uyarlama yapının ustalık işi yapılar gibi dikildiği yerde yüzlerce yıl kalacağına inanılıyor sanki.

Oysa, dikey anlamda kalkınmaya zorlanırken dengesini korumakta zorlanan şehrin ruhu, Turgut Cansever’in her zaman altını çizdiği gibi, küçük ölçekli ve işlevsel mescitlerle dinlenebilir, yeni bir dinginlik kazanabilir.

Dönemsel, ileriyi ve geriyi kuşatan bağlantılarla güçlü, kalıcı, Mimar Sinan’ın camileri. Bu bağlantılar ve başka pek çok incelik gözetilmediğinde ortaya çıkacak problemleri öngörebilmek için, sadece mimarlar değil siyasetçiler de Cansever’in Mimar Sinan kitabını döne döne okumalı. (Klasik, Ekim 2010)

Etiketler

Bir yanıt yazın