Cami, sembol ve zihniyet

Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Mustafa Kutlu'nun gündemdeki cami tartışmaları üzerine yazısı...

Bir uzun zamandan beri (40-50 yıldır) Türkiye bir yandan modernleşiyor öte yandan dindarlaşıyor. Bu tablo Türkiye’yi tarif eden en iyi tablodur. Ancak ne üzerinde durulmuş; ne de analiz edilmiştir. Sosyolojik formüllere-şablonlara uymamaktadır. Yukarıdaki fotoğraf bize hani ‘hayat devam ediyor’ derler ya, müdahale edemediğimiz bir oluşumu sergiliyor. Mimar Sinan Camii’ni eleştirenler ‘taklit’ diyor. Mimar Hilmi Şenalp seçkin bir sanatçıdır, yurt içinde ve dışında klasik üslupla çok önemli eserler vermiştir. Bu dahi öyledir. Lakin yeri yanlış seçilmiştir. Mesele arkada yükselen seküler zihniyetin gökdelenleri arasında bu caminin (geleneğin-dindarlaşmanın) ezilmiş olmasıdır.

Bu sakil durum asrın başındaki İslamcıların ‘Batının ilim ve fennini alacağız, İslam ahlâkına bağlı kalacağız’ tezinin bugünkü tezahürüdür.

Ne yazık ki Müslümanlar Batı tipi hayat karşısında kendi inançları doğrultusunda dünyanın hiçbir yerinde bir ‘hayat tarzı’ kuramadı. Hep tenkit, hep itiraz. Yeni bir teklif ve uygulama yok.

Biz seçkinlerimizi kaybettik. Yeni hayat tarzını inşa edecek olanlar Müslüman filozoflar, ilim adamları, sanatçılar ve onların fikriyatını hayata geçirecek olan siyasiler ile bürokratlar ve teknokratlardır.

Gökdelen hegemonik bir yapıdır. Kapitalist ideolojinin ve tüketim ekonomisinin sembolüdür. Şu anda bütün dünya bu görüşün hayat tarzını benimsemiştir. Alternatif yoktur. Mimar Sinan Camii de o gökdelenler arasında başka bir dünyaya ait olduğunu haykırıyor ama, kim duyacak.

Mimar Sinan yetmedi, şimdi de Çamlıca’ya cami isteniyor. Eğer bir sembolse bu, İstanbul’u sembolize eden çok cami var. Eğer ihtiyaca binaen yapılıyorsa, oraya değil, Taksim’e yapılmalı. Taksim’in tek yeşil alanı, gezi parkı asla yıkılmamalı, daha bakımlı olmalıdır.

Tuhaf değil mi, her yere cami yapılırken, her yere gökdelen dikiyoruz. Yani hem bu dünya fani diyoruz, hem kazık çakmaya çabalıyoruz.

Gökdeleni biz Batı’dan aldık. Öte dünyaya inanmayan, sömürücü, insafsız, hem insanı hem tabiatı tüketen bir uygulamanın sembolü. Sürekli büyüme, sürekli refah ve zenginlik peşinde koşan, konfor düşkünü bir zihniyet. Bütün dünya üretiminin yüzde seksenine el koyan bir azınlığın ideolojisi, hegemonyası.

Bu azınlık dünyada siyaseti, iktisadı, mimariyi, müziği, edebiyatı, modayı her eğilimi belirliyor. Orduları, laboratuvarları, ar-ge şirketleri var. Yeryüzü inliyor, Afrika’da dakikada şu kadar çocuk ölüyor umurlarında değil.

Gökdelen ortamından cami çıkar mı?

Modern denemeler olmuştur. Rahmetli Dalokay’ın camisini anmalıyız. Piramidal bir gövde ve füze benzeri minareler.

Bunu değiştirerek çok uygulayan oldu. Ama hiçbiri kayda değer değil.

Bunun dışında Behruz Çinici ve arkadaşlarının yaptığı TBMM Camii’nin çok sözü ediliyor. Bana sorarsanız iri bir konteyner.

Gazeteci Cüneyt Özdemir geçenlerde bir mimar arkadaş ile bu cami meselesini tartıştı. Mimar arkadaşın adı aklımda kalmamış ama şu sözü dikkate değer: ‘Bizim mimarlar Müslümanlığa uzaktır, Müslümanlar arasında da iyi mimar çıkmıyor.’

Şimdi ben bu zihniyet karmaşasından şu sonucu çıkarıyorum. Hayatımız gökdelenler istikametinde ilerliyor. Artık bu hayat tarzının bir alternatifi yok.

Ama cami canımıza, kanımıza, beynimize, kalbimize kazınmış. O bizi terketmiyor.

Çok şükür.

Türkler ne zaman bir hayatî hamle yapmaya kalksa gerekli gücü dinden almıştır. Din Türkün muharrik gücüdür. Yazının başındaki soruya cevabım şu: Modernleşme kolay bir şey değil. Türkiye bu yolda mesafe almak için yine göğsündeki imana güveniyor. Dindarlaşma bu yüzden.

Ama gelin görün ki, ne dindarlaşma ne modernleşme bize bir ‘hayat tarzı’ kazandırmıyor. Sürekli cambaza bakıyoruz.

Selimiye Camii’nin vücut bulması için beş yüz yıl geçmesi icap etti.

Biz de modernizmin (gökdelenin) hegemonyasından çıkmak, modern camiler inşa etmek için bir o kadar bekleyecek miyiz?

Allah bilir.

Modernleşmeyi istiyoruz. Böylece güçlü olacağız. Tek korkumuz gavur ayağı altında kalmak, istiklalimizi kaybetmektir.

Ama tenakuz şurada, ‘tüketimle büyüyoruz’, başörtülü kızlarımız kot giyiyor, converse kullanıyor. Tezatlar altındayız.

Tekrar ‘cami tartışmasına’ dönersek şu son cümleleri söyleyelim. Mimar Sinan Camii’ne ‘taklit’ diyenler; ne dikkate değer bir bina yapmış ne de cami inşa etmiştir. Etsinler de görelim.

Her iki eğilimden haberdar olan bir mimarımız vardı, kaybettik: Turgut Cansever. Allah rahmet eylesin.

Bir soru da yıllar önce İsmet Özel sormuştu:

‘Türkiye Müslüman olarak mı güçlenecek,

yoksa güçlenerek mi Müslüman kalacak’.

Şimdiki tablo ‘ortaya karışık’ bir şey.

Etiketler

Bir yanıt yazın