Boğaziçi ve Haliç’i Korumak ama Nasıl?

"İstanbul Metropoliten Planlama Toplantıları"nın bu haftaki konusu "Boğaziçi ve Haliç'in Korunmasında Temel Yaklaşımlar"dı. Panel, 25 Ocak 2007 tarihinde İMP Konferans Salonu'nda gerçekleştirildi.

Arkitera Mimarlık Merkezi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi (İMP)’nin ortaklaşa düzenlediği “İstanbul Metropoliten Planlama Toplantıları”nın bu haftaki konusu “Boğaziçi ve Haliç’in Korunmasında Temel Yaklaşımlar”dı. Panel, 25 Ocak 2007 tarihinde İMP Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Şehir Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Akın Eryoldaş’ın yürütücülüğünde gerçekleştirilen toplantıya, Türkiye Tarihi Evleri Koruma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Tarihçi Yazar Necdet Sakaoğlu, MSGSÜ Mimarlık Fakültesi Şehir Bölge Planlama Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Çubuk, Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Yenileme ve Koruma Bilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. Can Binan, İMP Tarihi Yarımada Planlama Yürütücüsü Prof. Dr. Cengiz Eruzun konuşmacı olarak katıldılar.

Toplantı, Tarihçi Yazar Necdet Sakaoğlu’nun 1600’lü yıllara kadar geri giden, Haliç’in tarihi, kültürel, sosyal birikimini ve toplumsal bellek açısından taşıdığı önemi vurgulayan sunumu ile başladı. Sakaoğlu yaptığı konuşmada, şu an pek çoğu yok olmuş olan sur kapılarının Haliç’le bağlantılarının olmayışına, bu bağlantı noktalarının birer odak olarak önemlerini kaybetmiş olmalarına, buralardaki kaybolan toplumsal yaşantıya, Haliç’in bir “gösteri alanı” olma özelliğini kaybetmiş olmasına ve bölgede yıkılan tarihi yapı ve saraylara dikkat çekti. Boğaziçi ve Haliç’in “dünkü İstanbul kültürünün” en önemli öğesi olduğunu ifade eden Sakaoğlu, bölgenin korunmasında temel yaklaşım olarak, çok az sayıda kalan sur kapılarıyla Haliç bağlantısının tekrar kurulması, buralardaki su ulaşımının geliştirilmesi ve geçmişin kültür katmanlarını bugünkü topluma anlatabilecek senaryoların geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.

Bölgeyle ilgili geliştirmiş olduğu doktora tez çalışmasına referanslar veren Prof. Dr. Mehmet Çubuk ise Boğaziçi’nin, Haliç’le birlikte düşünülerek, Tarihi Yarımada’yı da içine alacak “bütünleşik bir sitler bölgesi” şeklinde değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Çubuk, Boğaziçi ve Haliç’in bir “davet” mekanı olarak geçmişte taşıdığı önemin tekrar ele alınarak yorumlanması, bu bağlamda bölgenin yeniden işlevlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Klasik imar yaklaşımı ile bu bölgelerin korunamayacağına dikkat çeken Çubuk, sürdürülebilirlik kavramını temel alarak, iyileştirme, rehabilite etme yaklaşımını içeren yeni bir şehircilik anlayışı ve yönetim biçimiyle, bölgenin Boğaziçi – Haliç – Tarihi Yarımada “bütünleşik sitler bölgesi” olarak tekrar ele alınması gerektiğini ifade etti.

2960 Sayılı Boğaziçi Yasası ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası ile bölgenin korunuyor gibi göründüğünü ifade eden Dr. Can Binan ise, bölgenin tarihsel geçmişini, yapı stoğu ile birlikte ele almak gerektiğine ve bu noktada öne çıkan, ancak tükenme noktasına gelmiş olan “ahşap yapılara” dikkat çekti. Binan, 19. yüzyılın ikinci yarısında büyük anıtsal yapılar dışında bütünüyle ahşap kent görünümünde olan İstanbul’un geçirdiği yıkım ve yok oluş sürecini anlatırken, diğer taraftan da 1994 yılında Boğaziçi Ön Görünüm ve Geri Görünüm Bölgesini gösteren fotoğraflarla gelinen noktaya ve taşınan risklere dikkat çekti.

Binan, 1925’ten sonra ahşap yapı üretiminin tamamen durmuş olmasına, 1930’lu yıllarda ise Boğaziçi’nde yeni yapılan yollarla ahşap evlerin arkalarındaki tepelerle bütünselliğinin kesilmesine, böylece yalılar ve sarayların arkasındaki “yaşantının” da ortadan kalkmasına ve Boğaziçi siluetinin bozulma sürecine girmiş olmasına vurgu yaptı.

1970’li yıllarla birlikte Dünya’da koruma kavramı ve bunun bağlantılı olarak gelişen yeni yaklaşımlarla birlikte, Türkiye’de de çeşitli adımlar atıldığı, bunlardan birinin de bu dönemde çıkan Boğaziçi Koruma Yasası olduğunu ifade eden Binan, 1979’da Koruma Yüksek Kurulu’nun aldığı bir dizi ilke kararı ile “yapıların derecelendirilerek gruplara ayrıldığını” ve böylece yapılan uygulamalarla birçok önemli ahşap yapının yok olduğuna dikkat çekti. Ayrıca bölgeye yönelik planlama çalışmasının olmadığını ve plan notlarıyla yönlendirilen bölgenin giderek daha çok tahrip edildiğini ifade etti. Boğaziçi’nde geçerli olan plan notlarının, kıyı alanında sadece kamuya açık kullanımlara izin vermesiyle, buradaki önemli yapıların yanlış fonksiyonlandırılarak zarar görebileceğini, bu yapıların orijinal fonksiyonlarında bırakılarak konut olarak kullanımlarının kent silüeti ve koruma anlamında daha doğru bir yaklaşım olacağını ifade etti. Binan ayrıca, Boğaziçi Yasası’nın yapı yoğunluğuna getirdiği sınırlandırmayla çok büyük bir rant oluşturduğunu ve bunun da ahşap yapı üzerinde önemli baskılar yarattığını sözlerine ekledi ve yüksek rantın kültür varlıkları üzerindeki baskısına dikkat çekti. Bölgeyi koruma yaklaşımı için, 2960 Sayılı Yasa’nın kültür varlıklarının korunması ve geliştirilmesi amacından yola çıkılarak simgesel yapılarda kamu kaynaklarıyla rekonstrüksiyonlar yapılması gerektiğini ifade etti.

İMP Tarihi Yarımada Planlama Yürütücüsü Prof. Dr. Cengiz Eruzun ise, Haliç ve Boğaziçi’nin korunmasıyla ilgili temel yaklaşımlarını öncelikli olarak “yapı yüksekliği”nin getirdiği sakıncalar açısından ele aldı. İstanbul’un taşıdığı tarihi, kültürel birikimler ve doğal özelliklerle “özel bir kent” statüsünde olması gerektiğine dikkat çekti. “Ankara”dan alınan kararlar doğrultusunda plana aktarılan Atatürk Köprüsü (Unkapanı Köprüsü’ne)’nün yerinin yanlış konumlandırılmış olduğunu ifade eden Eruzun, Köprü ile ilgili getirdikleri planlama yaklaşımları anlattı; buradan geçecek raylı sitemin köprüyle aynı hat üzerinde olması gerektiğini, Unkapanı – Yenikapı araç bağlantısının yeraltına alınarak Saraçhane’de büyük bir meydan ve bunu besleyen yaya aksları yaratmak istediklerini, Haliç’teki önemli yapıların yeniden ele alınarak müze ve kültür merkezlerinin geliştirilmesi ve kültürel bir bölge haline getirilmesi yaklaşımını taşıdıklarını ifade etti. Bölgede koruma için desantralizasyonun ve mutlaka olmaması gereken, çirkin, silueti bozan yapıların yıkılması gerektiğini belirtti.

Ankara’nın, İstanbul için alınan planlama kararları üzerindeki baskısına dikkat çeken Eruzun, Sarayburnu’ndan geçecek tüp geçit kararını ve araç kullanımına açık olarak yapılması planlanan ikinci tüp geçidin taşıdığı sakıncaları ve riskleri ifade ederek eleştirdi ve bu konuda basındaki, kamuoyundaki tepkisizliğe dikkat çekti.

Toplantıda ayrıca, yasalardan doğan boşluklar, Boğaziçi’nde öngörünüm bölgesindeki kısıtlamaların geri görünüm bölgesinde yarattığı yapılaşma baskısı, Boğaziçi ve Haliç’in deniz ulaşımı özelliğinin artırılması, su sporlarında özgün yeni açılımların yapılması, Boğaziçi Belediyeler Birliği bünyesinde kurulabilecek bir Boğaziçi Araştırma Merkezinin önemi dile getirildi.

2960 Sayılı Boğaziçi Yasası’nın özel bir yasa oluşunun, 2863 Sayılı Koruma Yasası’nı ikinci planda bıraktığı ve bunun da uygulamada sorunlar yarattığı ifade edildi. 1940’lardan sonra yanlış kullanımlar ve kararlarla dünyada eşi olmayan bir bozulmaya maruz kaldığına dikkat çekilen Boğaziçi için geliştirilecek temel koruma konseptinin ana unsurlarının, yalılar, köşkler, korular ve topografya olacağı ifade edilerek toplantı sona erdi.

Bir sonraki İMP Toplantısı, Metropoliten Planlama Merkezi Konferans Salonu’nda 01 Şubat 2007 tarihinde “Konut ve Kent” başlığı altında ele alınacak.

Etiketler

Bir yanıt yazın