‘Afet yasası 400 milyar dolarlık kaynak transferi sağlayacak’

Akşam gazetesi yazarı ve SM üyesi Nihal Kemaloğlu'nun dünkü yazısı, kamuoyunda "afet yasası" olarak bilinen düzenlemenin inşaat sektörüne kaynak aktarılmasından başka bir şey olmadığına dikkat çekiyor.

Süreçte yaşananlara bütünlüklü bir bakış, Kemaloğlu’nu haklı çıkarıyor.

Akşam gazetesi yazarı ve Sosyalistlerin Meclisi (SM) üyesi Nihal Kemaloğlu’nun dünkü “ekonomiye otoriter katkılar” başlıklı yazısı kamuoyunda “afet yasası” olarak bilinen düzenlemenin, yetkililerin popülist söylemlerinin arkasına saklanmaya çalışılan asıl amacına dikkat çekiyor. Kemaloğlu düzenlemenin ekonominin kırılganlığına karşı çözüm olarak inşaat sektöründeki sermayeye kamu kaynağı aktarılmasından başka bir şey olmadığını ifade ederken, bu sürecin otoriter bir şekilde, kişisel hakların göz ardı edilerek götürüldüğünü belirtiyor.

“Oy deposu olarak gördüler”
Kemaloğlu, özellikle muhafazakar ve sağcı hükümetlerin oy uğruna çarpık kentleşmeye olanak sağlayan imar afları yoluna gittiğini belirtirken, kısa süre önce deprem vergilerinin duble yollarda harcandığına ilişkin hükümet cephesinden gelen skandal açıklamayı hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:

“Dolayısıyla her milim toprağından ‘rant’ fışkıran İstanbul’dan başlanacak milli yıkım/yapım seferberliğiyle inşaat sektörü 7 milyon konut üretecekti ve devlet 2002 yılından beri toplanan 44 milyar lira Deprem Vergisi’ni otoyollara ve duble yollara döktüğünden daha otoriteryan yasalara ihtiyaç vardı.”

Geçtiğimiz yıl maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, toplanan deprem vergilerinin “sağlık, eğitim, duble yollar gibi 74 milyonun ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını” söylemesi, hükümetin deprem vergilerini harcadığının itirafı niteliğindeydi. Kamuoyunda uzunca süre tartışılan bu açıklamanın bugünlerde tekrar düşünülmesinde fayda olduğu anlaşılıyor. Zira AKP’li yetkililer yaşanacak büyük yıkım sürecini adeta depreme karşı önlem almak gibi sunarlarken, deprem için toplanan milyarlarca dolardan hiç bahsedilmemesi ise dikkat çekiyor.

400 milyar dolarlık kaynak transferi
Kemaloğlu yazısında inşaat sektörünün milli gelirdeki etkinlik oranında ciddi artış yaşanacağını ifade ediyor ve şunları kaydediyor:

“…Böylelikle milli gelirdeki payı yüzde 6 olan inşaat sektörünün etkinliği, yüzde 25’lere çıkarken yabancı sermayenin konut projelerine ve şişecek konut stokumuza ilgisi tetiklenip, bizler de önümüzdeki 2-5-10-20 yıllık dilimlere yayılan süreçte topyekun ‘her an olası bir depreme dayanıklı’ hale gelecektik.

Ayrıca inşaat ve emlak piyasalarını uçurarak, şişirerek büyüme modelimizin selameti adına en az 400 milyar dolarlık kaynak transferi ve ekonomik dinamizm söz konusuysa, sahiden de ‘demokrasi’ ikincildi.”

Bu noktada inşaat sektörünün patronları arasında yaşanan tartışmalara ve hükümetten taleplerine bakınca, sermayedarların afet yasası ile önlerine nasıl bir rant kapısı açılacağının farkında olduklarını anladıkları görülüyor.

Maliye Bakanlığı’nın hazırladığı ve konutta KDV uygulamasını tamamen değiştirecek tasarı hakkında görüş bildiren patronlar, KDV’nin düşürülmesi yönünde ısrarla vurgu yapıyorlar.

KONUTDER Başkanı Ömer Faruk Çelik’in, kentsel dönüşüm konusundaki ifadeleri, hazırlığı yapılan büyük operasyonun aslında hangi kapıları açacağını da gösteriyor: “Kentsel dönüşümle ilgili yeni müşteri nasıl yaratırız diye düşünürken, KDV’ler artırılıyor. 2009’da, inşaat sektörü düşmeye başladığında KDV’ler düşürüldü, tapu harcı azaltıldı. Satışlar toparlandı ve 500 bine çıktı. 3 aylık süre bitince hükümet indirimi uzatmadı ve satışlar ertesi yıl 350 bine düştü. Eğer KDV değil yüzde 18, bir puan bile artarsa, bu sektör yüzde 25 küçülür. Kanun ne gün çıkıyorsa o zaman küçülür. Kentsel dönüşüm de olmaz.”

‘Afet yasası’ sermaye diktatörlüğünün geldiği noktayı gösteriyor! haberini okumak için tıklayınız

“Yasanın tahakkümcü vasfı tartışılmıyor”
Kemaloğlu yazısında önemli bir noktaya dikkat çekiyor ve yasanın antidemokratik özünün gözlerden kaçırıldığına değiniyor:

“Afet Yasası tahakkümcü vasfı tartışılmadan sessizce yasalaştı ve yüzde 90 deprem bölgesi ve yüzde 70 kaçak yapılaşma diyarı ülkemizde depreme karşı yegane ve sanki tek çözüm dayatmasıyla medyada PR propagandası başlatıldı.

Yasa ‘afet riski alanların dönüştürülmesi’ başlığıyla her türlü mülkiyet ihlali ve hak gasplarına karşı ‘zırhlandırılmış’ ve antidemokratik özü mahirce ‘gerekirse oy kaybetsek de yıkarız, yakarız’ cebri söylemine vardırılmıştı.”

Hükümetin, demokratik görünmeye bile gerek duymaması yasa ile ortaya çıkacak ekonomik rantın büyüklüğünü gösterir nitelikte. Zira Başbakan Erdoğan’ın “seçimleri kaybetmek pahasına” kararlı olduklarını açıkladıkları düzenlemede açıkça yargı bypass ediliyor ve hak arama yolları kapatılıyor. Yasanın “tahakkümcü” vasfı da burada açığa çıkıyor.

Çünkü yıkım kararına itiraz hakkı yasa kapsamındaki bir maddeyle engellenmiş durumda. Buna göre, riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemlerini engelleyenler hakkında, işlenen fiil ve halin durumuna göre 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun kamu düzeni ilgili hükümleri uyarınca başsavcılığa suç duyurusunda bulunulması mümkün. Dolayısıyla evi yıkılacak ve sokağa atılacak olan ev sahibi yıkım kararına itiraz ettiği takdirde “suçlu” ilan edilebilecek. “Riskli” ilan edilen yapıların tahliyesi ve yıkımı ile ilgili iş ve işlemleri “yerine getirmediği tespit edilen” kamu görevlileri hakkında ise ceza ve disiplin hükümleri uygulanabilecek.

Yıkım kararı verildikten sonra karara ilişkin “yürütmeyi durdurma kararı” alınmasını engelleyen bir madde ise yasa tasarısında mevcut. Bu maddeye göre, yıkım kararına ilişkin sadece “arazi bedeli” üzerinden dava açılabiliyor.

Hak sahipleri mağdur edilecek
Kemaloğlu’nun yazısında dikkat çeken bir diğer nokta ise, yasanın 5. maddesinin içerdiği muğlaklığın hak sahiplerini mağduriyetine yol açacak olmasının belirtilmesi. Kemaloğlu şu ifadeleri kullanıyor:

“Yasanın 5. maddesi yıkım kararı sonrası tahliye edilen yapı sahiplerine, işyeri sahiplerine, kiracılarına geçici konut ve işyeri tahsisi yapabilir diyor yani ‘kesinlik’ içermeyen bir olasılığı ima ediyor.

Açıkçası ‘yapabilir de’ ya da ‘yapmayabilir de’ müphemliğiyle merkezi rantlı bölgelerde evlerinden çıkartılan emekli, yaşlı, yoksul kesimler, belki 60 km uzakta bakım masraflarını bile yüklenemeyecekleri konut adresleri gösterilip sonra sokağa bırakılabilirler.

Hükümetin belirleyeceği kurulların ‘riskli alan’ ve ‘riskli yapı’ kararları yargı dışı- totaliter nitelikte olurken binanız depreme dayanıklı olsa bile, bilimsel raporlarla kanıtlansa dahi eğer riskli alanda yer alıyorsa 60 gün içinde yıkılacaktı.”

Etiketler

Bir yanıt yazın