Zihni Yolculukların Arabaları: Kütüphaneler

Hayatını sessiz sedasız geçiren kütüphanenin ölümü nasıl olacak? Ölecek mi? Teşhis konuldu çoktan ama doğru mu?

Mimarlık tarihi dönemlere atfedilen yapısal özelliklerle yer eder akıllarda temelde. Klasik Çağ derseniz, mermerden kolonlar, üçgen alınlıklar gelir akla. Barok misal, Rönesans’ın o katı simetrisini yumuşatmıştır. Kıta değiştirip devam ederiz. Selçuklu deneme-yanılmalarına, o çatısında duvarında beliren şekil şekil boşluklarına bakar gülümser, Osmanlı deyince tek bir ağızdan Mimar Sinan deriz; camiyi kubbeleriyle, yarım kubbeleriyle, fil ayakları, son cemaatleriyle ezbere bilir gibi yaparız. 

Ha… Biraz az uyumuşsak derslerde, yapıları insanların yaşadığı binalara bile dönüştürebiliriz hafızalarda. Klasik dönemde o kolonların her ne kadar birbirine benzese de bazen bir çarşı yolunu belirlediğini bazense bir tapınağı çevrelediğini hatırlayabilir, Rönesansın o çifte merdivenlerinin aslında odalara çıktığını, Rokoko süslemelerin örneğin asillerin yemek odalarının tavanlarını süslediğini hayal edebilir, Mimar Sinan’ın da cami dışında birçok esere imza attığını söyleyebiliriz.

“Yapısal” tarihten toplumsal, insana ait noktalara değdikçe; yaşamların sürdüğü binalar hayatlara dair ipuçları verir, tarih ile mimarlık birleşir. Caminin etrafına dizilen medrese, hamam, kütüphane, çarşı vs. külliye adını alır, dönemin toplumsal hayat pratiklerini deşifre eder. İnsanlar sadece yazdıklarıyla değil, daha fazlasını kanıtlarıyla, taşlarıyla tuğlalarıyla bırakır.

Kısacası yapı tipolojileri hayata dair çok şey anlatır. Eğitim, sağlık gibi devletin görevleri nasıl ki kanunlarla belli bir çerçevede yeniden düzenlenip farklı kalıplara oturtuluyorsa toplumun gündelik yaşam pratikleri de o minvalde yeniden örgütlenir. Külliye yoktur artık misal; din ile bağını siyasal düzlemde koparan devlet, yapısal düzlemde sözünü gerçekleştirir. Medreseler, hastaneler, kütüphaneler devlet nezdinde yollarını ayırır camilerle. Uzun lafın kısası, Melih Gökçek Ankara’da adını külliye koyduğu cami kompleksini yapadursun, külliye tam manasıyla yaşamıyordur artık. Tıpkı klasik tapınakların da şu anda varolmaması gibi. Akla gelebilecek türlü türlü pratikler mefta olmuşlardır.

Dijital çağ olarak adlandırılan günümüzde de bu ölümler aslında devam ediyor. Tartışmalar çoğunlukla tipolojiler üzerinden yapılmasa da, mimari programlar yavaş yavaş dönüşüme uğruyor. Bu tartışmaların içten içe yapıldığı, dönüşümlerin bazen tartışmalarla bazen ise sessiz sedasız uygulamaya geçirildiği en belirgin bina tipolojisi ise kütüphaneler. İşte bu altyapıyla başlayan “Kütüphaneler Mimari Proje Dosyası” 2 ay boyunca farklı ölçeklerdeki kütüphane binalarını ve gündemde tartışmaları devam eden kütüphane haberlerini ele aldı.

Belki de projelere, haberlere bir göz atmak tartışma öncesi iyi bir hafıza tazeleme yöntemi olabilir: Diren Kütüphane 

Yayınlanan projeler genel bir sınıflandırma yapılacak olursa, süperkütüphaneler (boyut olarak mega diye de adlandırılabilir), standart ölçülerde kütüphaneler, mini-kütüphaneler ve sosyal sorumluluk projesi olarak kütüphaneler olabilir. Bu projeleri tartışabilmenin yolu ise aslında proje müelliflerinin yaptığı mimari özellik betimleme hatasına düşmeden temel noktayı hatırlayabilmek, yani “okuma eylemi”ni, bu eylemin geçmişte neye denk geldiği şimdi nerede olduğunu özümseyebilmek.

1928 – Hastalar için Los Angeles Halk Kütüphanesi hizmeti

Okuma fiili yüzyıllardır yazının fiziki varlığıyla vuku buluyordu. Öncelikle parşömenlerde, sonra kağıtlarda, dergi gazete kitap olarak… Ta ki 20-30 sene öncesine kadar, yani bir anlamda manuel çağdan dijital çağa geçişimize kadar… Bir anda hayatımıza giren bilgisayarlar yaklaşık bir iki onyılda okuma pratiklerimizi değiştirecek ölçüde büyük bir gelişime imza attı. Mektup nostalji sevenlerin bir aracı, “akıllı olmayan” telefon demode bir yaşam standardı haline geldi. Ekranlarımızdan her gün maillerimizi kontrol eder, “google” arama motoruna sou sorar olduk. Ansiklopediler raflardan indi, bilgi artık kolay ulaşılabildi. Bilgisayarlar küçüldü, tabletler geldi… Kısacası kağıt üzerinde yer almayan sayısız cümleler elektronik bir yöntemle kaydedildi. Kitaplar bir anda “e-book/e-kitap” oluverdi.

Kağıtlarda aradığımız mutluluğu ışıklı bir ekranda bulduk.

…Bulduk mu gerçekten? 

Bu argümanlar aslında her gün duyduğumuz, duymasak da duyumsadığımız gerçeklikler. Çıktığımız yol buysa, sonu nasıl olacak sizce? Kitaplara dijital olarak ulaşabilecek, ekrandan okur-yazar olabileceksek neden kitap basma ihtiyacı duyacağız, ya da o raf raf ağır kitapların bulunduğu kütüphanelere ne olacak?

Bu fikirler herhalde sadece ortalama bir aklı üs olarak kullanmayacak; kütüphane tasarlayan mimarların, kütüphaneler yaptıran belediyelerin, valiliklerin, tüm işverenlerinkinden de bir saniye olsun geçecektir…

Geçiyor ki, programlar yenileniyor, açılan tasarlanan yeni kütüphaneler ister istemez farklı anlamlara bürünmeye başlıyor. Artık kütüphane dendiğinde, araştırma yapmak ve kitap okumak eylemi dışında başka fonksiyonlar giriyor devreye. Örneğin Mecanoo’nun tasarladığı, Avrupa’nın en büyük kütüphanesi sıfatıyla açılan Birmingham Kütüphanesi‘nin tanıtım filminde bu yapının hem öğrenme, hem kültür, hem de sosyal etkileşim mekanı olacağı müjdeleniyor. Mekanlar büyüyor, ofisler, oturma alanları, kültür etkinlikleri için oditoryumlar ekleniyor. 


Birmingham Kütüphanesi Tanıtım Filmi

Ve bu sadece Birmingham’da değil, yapılan diğer süperkütüphanelerin de temelini oluşturuyor. MVRDV Book Mountain‘da binanın tam ortasında raflardan sanatsal bir dağ yaratıyor ama eğitim merkezi, satranç kulübü, konferans salonu, toplantı odaları hatta ticari ofisler eklemekten geri durmuyor. Planlanan Bağdat Kütüphanesi de dünyanın en büyük kütüphanesi olmaya aday. İlmin, medeniyetlerin çıkış noktası Bağdat, yaşanan kanlı olaylardan sonra gençlerine yeni bir gelecek sunuyor ve programında tabii ki sadece kitap okuma eylemini baz almıyor, kütüphanenin bir kültürel merkez olacağını söylüyor. 


Bağdat Kütüphanesi – İç görünüm

Kısacası, dış görünüşleri ne kadar farklı olursa olsun ya da günümüzün mimari dili “neyse” onunla kurduğu ilişki ne olursa olsun; yapılan süperkütüphaneler aslında aldıkları “süper” takısıyla kütüphanenin evrilişine eşlik ediyorlar. Dosyanın başlığında yer alan direnmenin yöntemini dönüşmekte buluyorlar bir nevi. Mimarlar sosyal karşılaşmanın, kitaplara dokunmadan bilgiye erişimin, internette dolayısıyla tüm dünyayla paylaşımın kitaplarla ortak paydasını tasarlıyorlar. 

Süper olmalarını aslında bahsettikleri gibi mimari betimlemelerle değil, yeni işlevleriyle tanımlıyorlar.

Değişim, dönüşüm devam edecektir elbet. Gelecekten konuşanların dediği gibi kitaplar kalmayacaksa bir gün, süperkütüphaneler başka bir isimle çağrılacak, raflar yerinden sökülecektir kehanetlere göre.

Ama kehanetler üzerinden mimarlık olmaz bittabi…

Dünya tarihine oranla göz açıp kapayıncaya kadar atladığımız bu dijital çağ hayatımızı ne kadar değiştirdi acaba? Her bölgenin farklı ekonomik, sosyal durumunu göz ardı ederek genel geçer bir fikre ulaşmak için bu değişimin göbeğinde olan Amerika’ya göz atabiliriz. PEW Araştırma Merkezi’nin bu konuda yaptığı çalışmalar değişimin yolunu çizmede yardımcı oluyor. 

Araştırmalara göre; telefon, tablet ve kindle artık okumanın yeni, farklı araçları. Ama okumayı kısıtlı klasikler koleksiyonundan yapılan bir seçme olarak ele almak yanlış olur. Çeşitlilik gün be gün artsa da elektronik arşivlerde, hala bilgiye erişilebilirlik kütüphanelerde olduğu kadar hızlı değil çoğu zaman. Ekranlar hayatımıza hangi alanlarda ne kadar dahil olmuş durumda bakalım…


Farklı amaçlar için hangisi daha iyi, basılmış kitap ya da e-kitap?
Çocuk için kitap okurken
Diğer insanlarla paylaşırken
Yatakta kitap okurken
Geniş bir koleksiyondan kitap seçerken
Yolculukta kitap okurken
Bir kitaba hızlıca göz gezdirirken 

Garfik gösteriyor ki, eylemimiz hızlandıkça ve daha hafif olmayı istedikçe vücudumuz e-kitap yakında vazgeçilmez olacak. Ama bazı açılardan, yani ruhen ya da fiziken, hala kitaba bağımlıyız. Bu tabloya yansıyan ise kitabın cismi varlığıyla kurduğumuz ilişki. Basılı yayınlara ihtiyacımızı diğer açıdan değerlendirdiğimizde ise bu sefer daha nedensel, rakamsal sonuçlara ulaşabiliyoruz. Kütüphaneler sonuçta sadece entellektüel gelişimimizi sağlayacak romanlar, öyküler, şiir ve denemelerden oluşmuyor. Araştırma denince akla ilk gelen yine kütüphaneler oluyor. Özellikle de sadece basılı yayınlarıyla değil, bağlı oldukları web tabanlı araştırma merkezleriyle, yarattıkları sessiz çalışma ortamıyla hala bir numara gözüküyorlar.


Yaşlara göre kütüphanenin önemi (Önemli-önemsiz)

Yine Amerika’da 16-29 yaşları arasında yapılan bir anket çalışmasında kütüphanelerin neden önemli olduğu sorusu sorulmuş. İşte cevaplar:

  • %80’ine göre kütüphane görevlisi aranan bilgiye giden yolda çok önemli.
  • %76’sı için ücretsiz online veritabanı sağladığı için çok önemli.
  • %75’i bilgisayar ve internetin ulaşılabilir olmasına önem veriyor.
  • %75’i için kitapların ödünç alınabilir olması değerli.
  • %72’si sessiz çalışma ortamının önemli olduğunu düşünüyor.
  • %72’si çocuklar ve gençler için açılan sınıf ve programlardan memnun.
  • %71’i ise kütüphanelerin kariyer olanağı sağladığını düşünüyor.

Anlaşılan o ki, sağladıkları kaynaklar kadar yarattıkları diğer olanaklar da kütüphanelerin “yapı” olarak önemini gösteriyor.

Tabii, sadece “kaynak” kelimesiyle koleksiyonları geçiştirmek de mümkün değil. Kütüphanelerdeki bu dönüşümü yeni yapılan bir bina üzerinden değil de dönüştürülmek istenen bir kütüphane üzerinden konuşmak bu noktada faydalı olabilir.

Hepimizin bildiği gibi New York Halk Kütüphanesi Foster & Partners tarafından yenilenecek, 2012 yılında tüm görseller halkla paylaşıldı bile. Yapılacak uygulamalar ise ana akım medyada özellikle mimari eleştirmen Ada Louise Huxtable tarafından gündeme taşındı. Son 15 yılda özel koleksiyonlara erişme talebinin %41 azalması nedeniyle, 1911 yılında yapılmış olan binada bu koleksiyonların depo alanlarının döşemeleriyle birlikte kaldırılması ve koleksiyonların New Jersey’e taşınması planlanıyor. 


NYPL: Depoların kalkması ile oluşacak sosyal alan

Huxtable yenileme projesini çok farklı açılardan ele alıyor ama en çok da bu kısma takılıyor. Diyor ki: “Bir araştırma kütüphanesi, yıllar geçse de önemini yitirmeyecek, nadir ve derinlikte koleksiyonlarıyla vardır ve bu kaynakları dijital ortama aktarılmamış, muhtemelen de hiçbir zaman aktarılmayacaktır…Hazineleriyle zamansız bu depolar, hakemler tarafından kafa sayılacak popüler bir yarışmada değildir.”

Huxtable, sırf kullanım yüzdesi düştüğü için nitelikli kaynaklardan kurtulmayı “modernleşme” kelimesinin yanlış kullanılmasına bağlıyor ve ekliyor: “Binalar zamanın ihtiyaç ve değerlerine göre değişir…Ama eski kütüphaneleri içi oyulmuş bir eski-yeni karışıma dönüştürmek doğru değildir, başka opsiyonlar mevcuttur.”

Kütüphanelerin kaderine karar vermek göründüğü gibi aslında o kadar da kolay değil. Evet dijital yayıncılık ve sosyal medya gün geçtikçe önem kazanıyor fakat hala çok kısıtlı. Belki de ne kadar genişlerse genişlesin, hiçbir zaman tamam olamayacak. O zaman da bilginin değeri artacak. Şu anda dijital çağa direnen süperkütüphaneler diğerlerine göre bir tık önde gözüküyor. Ama bilgiyi dışladıkları müddetçe de tavşan misali kamplumbağanın arkasına her an düşebilirler. Doğru ya, süperkütüphaneler yapılıyor evet ama standart bildiğimiz kütüphaneler sokaklarımızda, her yerde. Hala kullanımda. Eksikleri çok, ilerde artı değer olmadıkları müddetçe ölmeye mahkumlar. Bir yandan da ütopyalara ulaşılmaz, dua edelim de bahsedilenler distopya olmasın.

O kadar kitaptan, okumaktan konuştuk… Nedir kitap? 

Basılı, dijital. Aslında anlatılan cümlelerdir. Kelimeler birleşir, bir anlam ifade eder ve yaşar insan. Kütüphaneler de bir araçtır bu yolculukta. Bu yolculuklarda yola çıkan zihinlerdir elbet, aracınız şimdilik size kalsın, geçecek yüzyıl nasılsa kararı verir, yola devam edilir.

Kısaca kitap bir yolculuk misalidir, çıkmasan da yola… 

Ha bir binada, ha uykuda..

Bir şiir hatırlarım Edip Cansever’den…

Bir ağaç sürüsünün üstünden
Çok ağaçlı bir ağaç sürüsünün üstünden
Kesilmiş limon dilimleri gibi düşüyor güneş
Votka bardağımın içine
Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.

Kesiyorum durduğumuz yeri ortasından
Ey görünüş! seni bir yerinden hiç anlamıyorum
Dibinde değil ayaklarımın, damarlarında
Derinliğini orda tutan, orda harcayan
Uçsuz bucaksız bir uçurum.

Zamanla değil, bir yerde
Benim olmayan bir şeyle yaşlanıyorum
Geçiyorum ilk şeklini tüketerekten
Ağır ağır yanan bir tuğla harmanını
Billurdan sarkaçlarıyla.

Kalbim, serseriliğim benim.

Siz de uçun ağaç sürüsünün üstünden ki, yer yarılsın da, yerden göğe bir şimşek çaksın. Bakalım fırtınada neler hayatta kalacak?

Etiketler

Bir yanıt yazın