Venedik Mimarlık Bienali’ne Günler Kala Cino Zucchi ve İtalya Pavyonu

Zucchi, kendi pavyonunda modernizmi anlamanın anahtarı olarak, katmanlı şehir dokusunu öne sürüyor.

Üniversite yıllarındayken, bienal keşke başka zaman olsa diye düşünürdüm. Çünkü tüm mimar ve mimarlık meraklılarının akın akın Venedik’e dolduğu zamanlar, biz mimarlık fakültesi öğrencilerinin en yoğun olduğu proje teslim zamanlarına denk gelirdi. Hocalara kızardık, burnumuzun dibindeki bienale gitmemiz için imkan yaratmak yerine, proje teslimleri ile dolaylı da olsa bir nevi engel oldukları için.

Bienale yolu düşmese de, sergi alanlarına gitmese de Venedik’te yaşayan, ya da çalışan herkes eminim bienalin kente getirdiği o harika enerjiyi bir biçimde, bir yerinden yakalardı. O yüzden oldum olası bienal dönemini, özellikle başlangıç zamanını pek sevmiş, heycanla beklemişimdir. Yalnız bu sene içimde ayrı bir heyecan var. 

Sebebi malumunuz bu sene ilk defa La Biennale di Venezia’da, Türkiye Pavyonu’nun da yer alacak olması. Bu ilke seyirci olmak gerçekten çok özel bir tecrübe. Ancak heyecanımın tek sebebi bu değil. Bu sene İtalyan Pavyonu da benim için her zamankinden farklı bir önem taşıyor. Çünkü pavyonun 2014 senesi kuratörü, İtalya’nın önde gelen mimarlarından biri olan, okul yıllarımda bana ikinci okul olan Cino Zucchi Architetti’nin sahibi Cino Zucchi.


Zucchi, Absorbing Modernity 1914/2014 temalı, 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin ev sahibi olan İtalyan Pavyonu’nun sloganını “Innesti/Grafting” yani aşılar/aşılama olarak belirledi. Aslında bu başlığın altında çok ilginç bir modernite yaklaşımı ve aynı zamanda İtalya gerçeğinin ilginç bir ifadesi yatıyor.

Zucchi kendi kelimeleriyle şöyle anlatıyor: “Bugün dağınık kentin parçacıkları, yüzyıllar boyunca farklılıklar, inziva ve hatta kültür göçü üzerine inşa edilmiş bir manzarayı standartlaştırıyor. Özgünlük artık yok, ve de temelde Nazi düşüncesinin bir buluşu aslında, saflık kavramına ve kriterlere takılı kalmış. Her kültür sürekli olarak başka kültürlerle bilgi alışverişi içinde olmuştur, her manzara insanın varlığını hissetmiştir. Bu yüzden her proje bir yer üzerine tutunur; ve bir aşı ev sahibi organizma içinde bir yara olarak varsayılır, ama aynı zamanda da onun fizyolojisi hakkında derin bir bilgi kaynağıdır. Doktor, hayvan üreticisi, çiçek yetiştiricisi olayların akışının kaçınılmaz başkalaşmasını ve bununla birlikte gelen sorumluluğu bilirler; ancak insanı manevi anlamda zengin ve doğru kılan her hareketin, girişimin olası bir başarısızlığının olabilmesi durumudur. Her tarif, her teknik, her figür ve her bilgi yüzyıllar boyunca bir tür deneme ve yanılma süreci sonunda ortaya konmuştur. Zeki olan, esasen kendi hatalarından öğrenme yetisine sahip olandır, bunu çok küçük değişikliklerin yarattığı sonuçları dikkatli inceleyerek gerçekleştirir. Yüzlerce çiçek açıyor, hiç görülmemiş renklerde laleler, devasa mor lahanalar, barok kıvrımlı motiflerden çit sarmaşıkları. Bir anıt, bir “beni unutma” değilse nedir?”  

Innesti/Grafting temasının sergideki yansımasına geri dönersek, İtalya öyle bir ülke ki, her yeni tasarım eylemi, mevcut kentle ve çok katmanlı kent dokusuyla karşı karşıya kalıp, bu durumla yüzleşmek durumunda ve bu nedenle tamamen otonom, kendine öz bir nesne inşa edebilmek neredeyse imkansız. Rem Koolhaas tarafından belirlenen -Absorbing Modernity 1914/2014- temasına hareketle geliştirilen fikir şuradan ortaya çıkıyor; İtalyan toprağının “yeniye direnme” elemanlarından ziyade, İtalya’da modern durumun özel anlamıyla nasıl yorumlanıyor olduğu.

İtalyan mimarlık kültürü her zaman için mevcut bir kentsel organizmanın varlığıyla boğuşmak durumunda kaldı. Bu da her defasında, yapılacak yeni müdahaleyi, kendinden önce zaten var olanın daha kapsamlı olmasına yardım eder hale getirdi. Geçmişte gerçekleşmiş bazı projeler, Terragni ve Vietti Grubu’nun Roma’daki Palazzo Littorio yarışması için hazırladıkları proje ya da, Carlo Scarpa’nın Possagno için hazırladığı proje gibi örnekler ortak bir görüşte birleşirler; yer, sadece bir proje verisi değildir aynı zamanda yeni bir konfigürasyona dönüştürülecek canlı bir malzemedir. Yani bir “aşılama”dır.    

Bu durumda modernizm, yok etme, çatışma, uyum sağlama, ortak yaşama durumundan doğan, yeni yaşamsal gereksinimler ve kentsel ortamın ya da mevcut doğanın karmaşık yapısı arasında yer alan, sürekli bir karşılaştırma olarak okunabilir. Uygun mevcut konfigürasyonların yeni hedef ve değerlere devamlı bir “mutasyon”, bir dönüşüm sürdürmesi durumudur. Tam da bu öncekiler tarafından yapılan yorumlama ve birleştirme kapasitesi, Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadarki dönemde oluşan İtalyan mimarisinin “anormal modernlik” dönemi, en ilginç bölüm olarak ortaya çıkar, ve belki geçmişte yapılmış sayısız deneme, bir biçimde, İtalyan kentlerinin sürekli mutasyonuna katkı sağlamaktadır. 

Tam ben bu yazıyı hazırlarken, Zucchi ile taze yapılmış bir röportaj, Artribune’nin 59. sayısında yayınlandı. Zucchi, bakanlık tarafından kendisine teklif edilen İtalya Pavyonu’nun kuratörü olma görevini ve Rem Koolhaas tarafından sunulan temayı kabul etme sürecini söyle anlatıyor: “Aslında öncesinde daveti kabul etmekte tereddüt ettim, benim için çok büyük bir onur olmasıyla birlikte, bu tarz kamusal durumlar biraz gözümü korkutur, bir de Bienal’deki İtalyan Pavyonu öyle bir zihinsel yer ki aynı zamanda, her İtalyan mimar oraya kendi beklentilerini ve isteklerini yansıtır. Yalnız, Rem Koolhaas tarafından önerilen konuyu basitliği içerisinde çok akılcı buluyorum ve bu yüzden hemen konunun İtalyan açısındaki yorumu için bir şeyler aramaya başladım.”

Zucchi, kendi pavyonunda modernizmi anlamanın anahtarı olarak, katmanlı şehir dokusunu öne sürüyor. Bu katmanlaşma durumu aslında İtalyan mimarlık kültürünün çok bilindik yapılsal bir yönü. Böyle olunca da zaten çok incelenmiş, çok konuşulmuş bir nevi tükenmiş bir konu gibi gelse de, Zucchi bunu botanik bir temelden gelen aşılama metaforu ile ilişkilendiriyor ve vahşi bir eylem olan dönüşümü bu şekilde ifade etmiş oluyor, ve tabii ki tüm sorumluluğu üstlenerek. Sergide yer alacak 80’e yakın projenin seçimi sırasında, farklı ölçeklerden ve değişik mekansal durumlardan projeler seçmeye özen göterdiklerini belirtiyor, eserlerin sahiplerinin değil, ortaya çıkacak resmin önemli olduğunu belirtiyor. Seçilen her projenin, yer aldığı alana uyumlu, mevcut koşulların yeni konfigürasyonlara nasıl dönüştürüldüğünü en iyi açıklayan örneklerden oluştuğuna dikkat çekiyor. Kendisinin favori projesinin de, serginin temasını en iyi yansıtan proje oluşundan ötürü, Modus Architects’in laboratuvar-ev adlı, Bolzano’da bulunan projeleri olduğunu söylüyor. Sergide Milano üzerine yapılan odaklanmanın da, kendi doğup büyüdüğü ve çok iyi bildiği bir şehir olmasından ziyade, Milano’nun modernizm ve kentsel yapının devamlılığı arasında oluşan diyaloğu çok iyi yansıtan bir kent oluşuyla açıklıyor. Bunu da 1943 yılındaki bombardımanlardan sonra, kentin merkezinde yapılan çalışmaları, Milano’nun modernizminin hassas tarihsel dokuya olan entegrasyonunu, var olandan farklı yeni tipolojilerin oluşumunu ve bu yeni oluşanların hep kentle etkileşim içinde oluduğunu belirtiyor. Bir pavyonun içinde sergilenenlerden çok, yarattığı mikroklimanın önemli olduğunu söylüyor. Kendi pavyonu ile ilgili bir hatırlanma problemi taşımadığını, pavyonun geçici birşey olduğunu, herkesin görmek istediğini görüp, beraberinde götürmek istediğini götüreceğini ekliyor.  

Etiketler

Bir yanıt yazın