Taksim Meydanı’nı Ne Yapmalı?

Taksim Meydanı özelinde yarışmanın en iyi yöntem olduğunu düşünmüyorum. Evet, mevcut yöntemden daha iyi. Ancak olması gereken değil.

Taksim Yayalaştırma Projesi’nin hukuksuzluğu, kentsel muhalefeti Meydan tasarımı konusunda hareketsiz bıraktı. Sonuçta Meydan’ın altındaki tünel ile birlikte tasarlanması, hukuksuzluğu da kalıcılaştıracak. Haliyle yapılan çalışmalar seminerlerin ötesine geçemedi. İBB’nin bekletme, soğutma taktikleri, Meydan’ın OHAL uygulamaları ile siyasetten arındırılması kentsel toplumsal aktörlerin ayağının ve aklının Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’ndan ‘kesilmesine’ vesile oldu. Tabii Gezi’den beri araya giren makro siyaset ve seçimler maratonunu da buna eklemek gerekir.

Meydan’ın mevcut konforsuz, çirkin, altyapısı sorunlu, rezil halinin yarattığı hoşnutsuzluk da eklendiğinde, İBB sipariş üzerine, kapalı kapılar ardında hazırlanan, üzerine bir tartımlamanın gerçekleşmediği projesini kamuoyuna tepeden bıraktı, şık görseller ile ve bol ağaç içerecek şekilde. Her ne kadar sosyal medyada o görsellerin ‘hack’ ve ‘mim’lenmiş halleri espri konusu olsa da Taksim’in geleceği ciddi bir gündem olamadı.

Koruma Kurulu mevcut projeyi onayladı. Şimdi, bize ‘sunulan’, ‘tek’ bir projenin gerçekleştirilmesini bekleyeceğiz. Sonra da nereden baktığımıza göre, her ne kadar kapalı süreçlerle tasarlanmış olsa bile, mevcut korkunç halinden çok daha iyi olacağı için ya bardak dolu, ya da daha ‘iyi’ bir tasarım sürecinin ve bu sürecin çıktısının imkanı heba edildiği için bardak boş diyeceğiz.

Farklı aktörler tarafından vurgulanan, Taksim Meydanı’nın yarışma ile yapılması. Mevcut kapalı ve tekil proje ile kıyaslandığında, daha doğru bir yaklaşım olacağı muhakkak. Ancak konunun kamudaki muhataplarının, diğer birçok projede de olduğu gibi, bilinmezlik örtüsünü kaldırmayı, bilgiyi şefafflaştırıp, süreci açık hale getirmeyi ve dolayısıyla iktidarlarını paylaşmayı istemeyeceklerini biliyorduk/biliyoruz. Dolayısıyla, eğer Taksim Meydanı’nın ‘yarışma ile yapılması’ doğru bir yöntem idiyse, bunun kamu aktörlerini pozisyon almaya zorlayacak, kamuoyunu tartışmalara dahil edecek, meslek insanlarının enerjisine başvuracak şekilde, ‘savunucu planlama / tasarım’ pratiği olarak, meselenin ‘sivil’ aktörleri tarafından zorlanması gerekiyor/du. Her ne kadar geç kalınmış gözükse de bu nokta belki halen zorlanabilir.

Şahsi görüşüm, kamusal bir mekan, hele ki Taksim Meydanı gibi kentsel müşterek halini almışsa, kamusal süreçlerle ele alınmalıdır. Mevzu, hangi tasarımın daha iyi olduğu ve bu tasarıma nasıl ulaşılacağından çok (ki bu noktalar önemsizdir demiyorum), bu mekanın anlamının kendisi. Bu anlamı nasıl ve ne yönde üreteceğiz? Taksim Meydanı özelinde yarışmanın en iyi yöntem olduğunu düşünmüyorum. Evet, mevcut yöntemden daha iyi. Ancak olması gereken değil. Soruları çoğaltmak gerekir: Taksim Meydanı’nın tasarım süreci, büyük bir saldırı altında olan ve artık iyice daraltılan kamusal alanı tekrar nasıl genişletebilir? Taksim Meydanı’nı ele alırken hangi prensiplere dikkat etmeliyiz? Kentsel toplumsal aktörler Taksim konusunda hamle üstünlüğünü tekrar nasıl kazanabilirler? Taksim Yayalaştırma Projesi öncesi ve sonrasında Taksim Meydanı ve içinde bulunduğu Beyoğlu nasıl dönüşümler yaşadı ve yaşıyor?

Şu an 50 metre ara ile Meydan’a bakan 2 tane Starbucks, baklavacılar, onlarca MOBESE kamerası, çevik polis meydanı tanımlayan unsurlar. Ve turist sayısı çoktan İstanbullu kullanıcı sayısını geçmiş durumda. Yani, Meydan’ın siyasetten arındırılarak topyekün turistikleştirildiği bir tüketim mabedi olma doğrultusundaki dönüşümü derinleşiyor. Üzerine ‘kondurulacak’ proje, bu gidişle pastanın çileği olacak. Belediyenin bir sonraki süprizini beklemek ve ‘ikna olmak’ yerine, verili durumu değiştirecek şekilde zorlamak ve ikna etmek gerekiyor. Yoksa Taksim Meydanı, siyah beyaz fotoğraflarını, eski 1 Mayıs ve Gezi direnişi görsellerini paylaştığımız, yok olmuş bir bellek mekanı olarak İstanbul Kaybolan Bellek Mekanları Müzesi’nde yerini alacak.

Etiketler

2 yorum

  • omer-yilmaz says:

    Dünyanın benzer tüm meydanları -biraz da dünyanın / bizlerin geldiği yere paralele olarak- aynı durumda değil mi? Erişimin ucuzlaması ve kolaylaşmasının doğal sonucu olarak artık herkes her yerde bu da turist sayısında olağan bir artış demek.

    Bu nedenle yazının son kısmı bana bütünü içindeki tutarlılığı bozuyor gibi göründü.

    Yarışmaya, Taksim özelinde yarışmaya özellikle de; temkinli yaklaşmak oldukça anlaşılabilir ve ben de metindeki pek çok tespite katılıyorum doğrusu.

  • yasar-adanali says:

    Turistikleşme olarak sorun gördüğüm, turistin geliyor olmasından çok, Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı’na karşı açılan davada mahkemenin de vurguladığı gibi, ‘topyekün’ bir halde, tektipleştirici bir şekilde gerçekleşiyor olması. Bu da ‘kendiliğinden’ olmanın ötesinde kamu aktörlerinin teşviki ile gerçekleşiyor. Yani meydan ölçeğinden kent ölçeğine önce bir çıkıp, dönüşümü anlamak, sonra tekrar zoomlayarak meydanı ele almak gerekir diyorum.

    Burada kamunun ‘dengeleyeci’ bir rol alması şart. Yoksa evet, sadece piyasa sürecine bırakıldığında her yer otel ve starbucks ve baklavacı olacak. ‘Dengelemek’ten kastım ise, kamusal mekanları bu (tektipleştirici, soylulaştırıcı) süreçleri hızlandıran ve onlara eklemlenen yerler olarak değil de, bu sürecleri yavaşlatan, dengeleyen, heterojen bir kitleyi davet eden yerler olarak ele almak. Bu hem kültür sanat mekanlarının yok ediliyor / desteklenmiyor olmasıyla alakalı (AKM ve Emek örneği), hem ‘bellek mekanı’ iş yerlerinin desteklenmiyor / korunmuyor olmasıyla alakalı (tarihi esnaf ve hanlar gibi), hem ifade ve toplanma özgürlüğünün engellenmesiyle alakalı, hem de Talimhane gibi doğrudan tek hedef kitlesine yönelik tek fonksiyon için yapılan planlama ile alakalı. sonuçta, turistikleşme kendiliğinden gelişen bir süreç olmaktan çıkıp, meydan ve çevresinde yerel / heterojen istanbulluları dışlayan bir politikalar ve süreçler manzumesi halinde işliyor. Sorun olarak gördüğüm bu.

Bir yanıt yazın