Kayıp Aranıyor!

Taksim'i yayalaştırılınca tüm sorunlar çözülecek mi? Durum belli aslında! Kayıp aranıyor! Ama yanlış yerde!

Taksim Meydanı… Burada bir sorun var! Meydan değil sanki burası. Yayalaştırınca meydan olacak gibi. Sokaklar nerede bitiyor, meydan nerede başlıyor…

Bir kentte bulunan sokak ve meydanların kalitesi, o kentin kimliği hakkında bilgi verir bize. Kent boşlukları diyebileceğimiz bu alanların; insanların toplanma yerleri olmasının yanı sıra simgesel özellikleri de vardır. Kent ölçeğinde organize edilen doluluk-boşluk oranının birbiriyle ilişkisi insan ölçeğinde tanımlandığı takdirde bölgenin karakteristik özelliği de ortaya çıkar. Eğer kentin içerisinde bu doluluk boşluk oranı iyi organize edilmezse, ortak kullanım alanları olarak düşünülen mekânlar kullanışsız alanlara dönüşür ve kimliklerini kaybederler (Erdönmez, 2005). Kullanışsız alan ve kaybedilmiş kimlik bir şeyleri çağrıştırdı mı bize? Taksim Meydanı mı? Peki o zaman meydan nedir? Yayalaştırınca meydan yapabilir miyiz bir alanı?

Meydan TDK sözlüğünde; 1. Mekân, saha, 2. Yarışma, eğlence veya karşılaşma yeri, 3. Bulunulan yer ve çevresi, ortalık, 4. Fırsat, imkân veya vakit, 5. Mevlevi tekkelerinde ayin yapılan yer.”olarak tanımlanmaktadır.

Tönük (1993) şehir meydanlarını, şehrin ve insanlarının kimliğini yansıtan bir kartvizite benzetirken, Reisinger ve Schreiber (1995) şehrin buluşma noktaları ve yabancılar için bir çekim merkezi olan kültürel ve tarihsel olayları da bünyesinde barındıran günlük yaşam sahneleri olarak belirtmektedir. Webb (1990) gökyüzünün tavanını oluşturduğu bir kamusal salon olarak tanımlamıştır. Schulz (1971) ise, meydanı kentsel yapının en belirgin ve göze çarpan unsuru olarak tanımlamıştır.

Günümüz kentlerinde meydanlar, çekim gücü olan etkinlik alanlarıdır. Bu düşünceye paralel olarak meydanların karakterlerinde ve kullanımında değişiklikler meydana gelmiştir. Sadece tekil fonksiyona sahip olmayan meydanlar kot farkı, anıt, peyzaj unsurları vb. sayesinde değişkenliği de içinde barındırmaya başlamışlardır (Cullen, 1986). Kısacası yaya kullanımına terk edilmiş bir alan değil, toplumun vakit geçirdiği sosyalleştiği bir alandan söz ediyoruz.

İşlevine (din, ticaret, ulaşım, eğitim vb.) göre ya da şekillerine (dikdörtgen, kare, karmaşık form vb.) göre meydanları irdelemeye devam edebiliriz… Ama bu ayrımlar tarihsel gelişim hakkında bilgi verir. (Aslında ihtiyacımız da bu belki de meydanın ne olduğunu öğrenmek açısından diyorum!)

Bu bağlamda Taksim Meydanı’nı bir tanımlama içerisine sokabiliyor muyuz? Eğer sokamıyorsak demek oluyor ki Taksim Meydanı artık meydan kimliğini yitirmiş bir kent parçası… Peki bu günlere nasıl geldi? İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı, Dr. Lütfi Kırdar’ın İstanbul Vali ve Belediye Başkanlığı döneminde (1938–1949), İstanbul’un imarına başlanmış, İstanbul’da Prof. Henri Prost’un hazırladığı imar planı uygulanmaya konulmuş. Kentsel ölçekte belki İstanbul’a en bilinçli yapılan dokunuşlardan birisidir. Şu anda İstanbul’un 1/5.000 nazım planından bile söz etmemiz mümkün değilken 1940’larda yapılan bu adımın öneminin altını çizmek yersiz. Bu kadar bilinçli bir yaklaşımdan sonra gelen her dokunuş, oluşturulan/oluşturulmak istenen kimliği zedelemiştir. Gezi parkı neo-barok tarzda tasarlanmış bir kimliğe sahip olmasına rağmen şuanda böyle bir varlıktan söz edebilmek imkansızdır. Gündüzleri yaşamaya çalıştığını (Can çekişiyor belki daha doğru bir tanımlama olacaktır) görmemize; gece Taksim Gezi Parkı’nda kim geziyor? Ya da Gezi Parkı Taksim Meydanı’nın ne kadar içine dâhil? Bu varlığı destekleyen unsurlar ekleyeceğimize 2-3 fotoğraftan bir kışla yapmak ne kadar çözüm içeriyor? 2007 yılında yapmış olduğum urban wall projesi de tam bu sorguyu içeriyordu. Aktif olarak kullanılmayan bir alan için ne gibi katalizörler bulunmalı ve sahip olduğu potansiyel nasıl ortaya çıkarılmalı… Bunun için kamusal mekan kavramı üzerinde durulmalı. Kamusal mekan kavramını irdelerken sadece ortak kullanım alanları olarak kabul etmek yerine; bir süreklik içinde ve özellikle yaya olma durumu (yayalaştırma değil) üzerinden ulaşıma, dolayısıyla yaşama/kente entegre olmak için sadece mekanların değil bu mekanların arasında kaybolmadan sürekliliği barındıran, engellenmeden; durmaksızın, dokunarak, 24 saati bünyesinde barındıran ve çoklu kullanıma elverişli alanlar sayesinde yapılarla çevresinin bütünleşmesi toplum odaklı sağlanmalıdır. Bu özneye ulaşırken en temel girdi bireydir, dolayısıyla toplumdur. Bu açıdan bakılınca yaşam ve mekan kalitesini arttırabilmek; kenti algılama ve ona dâhil olma yönünde yeni açılımlar yapabilmek, kullanılan alanın kentin bir parçasına dönüştürmek temel çıkış noktası olmalı. Bunu da kent hafızasında önemli yere sahip mekanları yaşama dahil etmekle yapabiliriz. 1981 yılında yapılan Taksim Meydanı düzenleme yarışmasında dahi varlığı reddedilmemiş Taksim Meydanı’nın geriye kalan sayılı parçalardan biri AKM’dir. O bile yakın dönemde varlığını koruma savaşı vermedi mi?


Urban Wall-Gezi Parkı ( Murat Şahin – Recep Semizoğlu)

Whyte’a (2000) göre bir kamusal alanı başarılı kılan 4 özellik vardır. “ulaşılabilir olmaları, insanlar çeşitli aktivitelerde gerçekleştirebilir olması, konforlu olmaları ve iyi bir imajı sahip olmalarıdır. Bu özellikler sayesinde sosyal faaliyetleri destekleyebilen ve insanların etkileşim içinde oldukları dolayısıyla sosyal kimliği oluşturabilen mekânlardır.” Sizce bu gördüğümüz 90.000 metrekare yayalaştırılmış alanla mümkün mü? Ya da soruyu başka bir şekilde sormakta fayda var. Yayalaştırılınca tüm sorunlar çözülecek mi? Durum belli aslında…Kayıp aranıyor ama yanlış yerde…

Etiketler

Bir yanıt yazın