İstanbul’da Yaratamadığımız Landmark’ı Gelin Londra’da Yaratalım Projesi: Royal Docks / London

Biz mimarlar biliriz ki, her yeni proje gerçekleştirilmek üzere başlanan yepyeni bir hayal dünyasıdır.

Heyecanlı bambaşka bir serüven bizi bekliyordur. Bir anda elimizde kalem, minik, karmaşık eskizleri çevremize anlatırken buluruz kendimizi. İşte macera burada başlamıştır çoktan.

Benim Royal Docks/Londra ile tanışmam tam da böyle bir serüvendi. Peter Behrens School of Architecture (PBSA)’da yapmakta olduğum master eğitiminin bitirme projesiydi beni heyecanlandıran ve Londra’nın doğusundaki maceraya sürükleyen. Bu kez çok farklı bir konudan bahsediyorduk. Konu Londra’nın doğusunda Thames Gateway kentsel gelişim koridor aksında önemli bir stratejik role sahip Royal Docks bölgesiydi. Projenin amacı, sürdürülebilir kentsel dönüşüm ilkeleri ve yenilenebilir enerji kaynaklarının paralel kullanımıyla bu bölgenin canlandırılmasıydı. Proje, bina ölçeğinin ötesinde bir master plan projesiydi. Projenin bir başka amacı da, bölgenin geçmiş ve mevcut durum analizi sonucunda Londra’ya yeni bir kent dokusu kazandırmaktı. Bu yüzden London Design Agency (LDA)’den uzman kişilerden oluşan bir grup ile görüştüm. Bölge hakkında edindiğim bilgiler doğrultusunda önce Royal Docks’ı tanımaya ve tanımlamaya başladım.

Royal Docks birçok metropolün karşı karşıya olduğu büyük problemleri içinde barındıran, Londra’nın doğusunda öksüz kalmış bir bölge. Tarihte ticari amaçla kullanılan, aktif ve büyük bir liman olma ünvanına sahip bu alan, günümüzde kentsel dönüşüm için değerlendirilebilecek en gözde bölgelerden biri durumunda. Royal Docks dönüşüm projeleri için ilgi çekici birçok avantaja sahip. Her şeyden önce, kentsel dönüşüm projelerinin ana kriterlerinden biri olan ulaşımı güçlendiren bir havaalanı bulunuyor bölgede. Eski bir liman olan Royal Docks, hemen yanı başında bulunan City Havaalanı, kuzeybatısında yer almakta olan 2012 Olimpiyat Oyunları yerleşim alanı, Excel Fuar Binası, University of East London ve öğrenci yurtları bu alanın sahip olduğu yaşamsal potansiyel sinyali vermekte.


Royal Docks Görünüm 2011

Bölgenin ihtiyaçları doğrultusunda LDA tarafından yapılmış olan çalışma sonucu Royal Docks’ta 100.000 kişilik konut alanı başta olmak üzere, eğitim, ticaret ve kültürel aktiviteleri de içinde barındıracak yeni bir kentsel yerleşim planı hedefleniyordu. LDA ve Londra Belediyesi bu bölge için yatırımcılar aradığından dolayı bizden istediği senaryonun gerçekçi olmasını istiyordu. Yani Royal Docks’a ilgi duyabilecek gerçek yatırımcılar ile bölgeye farklı kentsel kimlik kazandıracak, sürdürülebilir akıllı bir proje.

Projemin adı “Smart FlexCity”. Smart, çünkü doğal enerji kaynaklarından üretilen enerji ile destekleniyor. Flexible, çünkü tasarlanan sistem eski kent dokusu üzerinde ihtiyaç doğrultusunda yatay ve düşey olarak büyüme gösterebiliyor. Her şeyden önce benim senaryomun başrol oyuncuları Türk yatırımcılarıydı. Farklı alanlarda uluslararası yatırımları gerçekleştirebilecek Türk şirketlerinin bu bölgeye yatırımda bulunarak Türkiye’nin kendi Landmark’ını oluşturabileceğini düşünerek başladım projeye.

Türkiye’nin Londra gibi bir metropolde kendi Landmark’ını oluşturabilecek ekonomik güce, kültürel ve mimari anlamda güçlü bir potansiyele sahip olduğunu vurgulamak oldukça ilgi çekici ve en az onun kadar gerçekçi bir yaklaşımdı. Londra’da gerçekleştirilecek kültürel etkileşimi sağlayan bu proje İstanbul ve Londra gibi iki büyük metropolü ortak bir paydada buluşturabilecekti.


Smart FlexCity Project- London Royal Docks

Kurgulamış olduğum senaryo oldukça gerçekçi ve ilgi çekici bulunmuştu ki, LDA’dan uzman bir kişi ile görüştüm ve benden bu senaryo ile ilgili Türkiye’den yatırımcı firmalar ile iletişim kurmam istendi. Senaryom için belirlediğim firma bilgilerini iletişim için LDA ‘ya ilettim. Şuan durum nedir, ne gibi sonuçlar alındı açıkçası bilmiyorum. Çünkü Royal Docks için oldukça büyük bir kentsel gelişim projesi ve yatırım planı tasarlanmakta. Tabi böyle bir durumda muhakkak birkaç firmanın bir araya gelip, ortak bir master plan oluşturması gerekiyor. Dolayısıyla tüm bu veriler LDA ve Londra Belediyesi tarafından değerlendirilmekte.


Smart FlexCity Yatırımcı Senaryosu

Yazımın başlığından da anlaşılacağı gibi, açığa çıkarılmak istenen bir kaygı vardı ortada ve bu noktadan başlanmalıydı. Bu problemleri konsept olarak üç ana başlık altında geliştirerek sorunlara çözüm aradım.

1. Sosyolojik yaklaşım
2. Yeni bir kentsel doku ve farklı yaşam ilkesi (Flexible)
3. Doğal enerji kaynaklarını kullanarak akıllı enerji sistemi ile enerji üretimi (Smart System)

İlk olarak sosyolojik boyutta, tamamıyla Türk yatırımcı ile kurulan ama Türk-İngiliz kullanıcılara yönelik, entegrasyon dediğimiz bütünleşmeye, kaynaşmaya dayanan yeni bir sosyal etkileşim alanları oluşturmayı amaçladım. Gerçekleştirilmek istediğim, bir nevi İstanbul’daki çok kültürlülük ve çeşitliliğin orada farklı mimari yaklaşımda vücut bulmasıydı. Projenin ana arteri kamusal alanlardı. Özellikle İstanbul’da açık alanların efektif kullanılamadığını savunan bir mimar olarak ben, bu problemi kendi projemin en önemli çıkış noktası yapmıştım. Dolayısıyla konsept olarak binalardan değil açık mekanlardan yola çıktım. Farklı katmanlarda, farklı mekânsal boyutlarda açık kentsel yaşam alanları yarattım. Diğer yandan ulaşımın önemini de vurgulayarak, Londra’nın doğusunda canlanacak kentsel dönüşüm alanını şehrin tüm uçlarına bağlamak, bu alanın varlığını güçlendirmek istedim.

Yeni bir kentsel doku, farklı yaşam ilkesi (Flexible) bağlamında, Archigram ütopyalarına ithafen oluşturduğum proje, büyük bir mixed-use organizma gibi çalışmaktaydı. Bölgedeki arazileri konut, eğitim, kültür, ticaret gibi kutuplara ayırmak yerine, tüm işlevleri birbiri içerisinde, farklı yönlerde (alt-üst-sağ-sol) karıştırıp eriterek, alışılmışın dışında bir çalışma sistemi oluşturmayı amaçlamıştım. Örnek olarak, bölgede yaşayan bir kişi iş yerinden çıkıp, kara yolu gibi kaotik bir ulaşım ağını kullanmadan, kültürel bir etkinliğe katılabilir, alışverişini yapabilir, kendine ait bahçesinde çalışır ve küçük yaşam alanlarından oluşan stüdyosuna kısa sürede dönebilir. Tüm bu aktiviteleri flexible olarak hazırlanan iç içe birbirine geçmiş yaşam alanlarında gerçekleştirebilir. Dolayısıyla, hızına yetişemediğimiz günlük hayattaki en önemli kavram olan zamanın daha verimli kullanılabilmesine olanak sağlayan, içinde binlerce kullanıcıyı barındıran bir organizma yaşamaya başlıyor. Farklı kültür, eğitim, din, dil ve ırktan oluşan bu çeşitlilik projeyi renklendiren ve ayakta tutan bir nokta haline geliyor. Bu flexibility sayesinde sistem ihtiyaç ve taleplere göre yatay ve düşey akslarda büyüyebilmektedir.


Flexible Organizma

Projenin üçüncü özelliği ise, organizmayı besleyen ve onu ayakta tutan doğal, yenilenebilir kaynaklardan oluşan enerjiyi depolayan smart bir sistemdir. Projede su, rüzgar, güneş ve yeryüzü ısısı gibi doğal kaynakları merkezi bir şekilde akıllı bir sistemle bütünleştirerek bölgenin enerji tüketimine karşılık, yaklaşık %90’lık bir oranla enerji üretimi sağlanması hedeflenmiştir. Günümüzde oldukça yaygın bir şekilde kullanılan bu sistemde, Thames Nehri’nin su enerjisi için kullanımı bölgenin sağladığı başka bir avantajdır. Rüzgâr enerjisi, bölgeden uzak konumlandırılan rüzgâr türbinleri desteği ile üretilmiş ve smart sistem ile bölgeye aktarımı sağlanmıştır.

İtiraf etmeliyim ki bu projede İstanbul’da yaşadığım süreçte karşılaşmış olduğum ve belkide hala karşılaşılmakta olan sorunlara Londra Royal Docks’ta farklı yaklaşımlarla çözüm bulmayı amaçladım. Karayolu kullanımının oldukça minimize edildiği, köprülere, otobüslere, minibüslere ihtiyaç duymayan bir ulaşım ile oldukça rahat kullanılan açık kamusal alanlar tasarladım. Her cadde başında yer alacak devasa alışveriş merkezleri yerine, büyük yeşil alanlar, şehir parkı, bisiklet ve yaya yolları, her kullanıcının sahip olabileceği açık alanlar üzerine oluşturdum senaryomu.

Sonuç olarak en başta bahsettiğim, “her proje yepyeni bir hayal gücü” noktasına geri dönersek, sahip olmak isteyip de olamadığımız, bir türlü İstanbul’da göremediğimiz tasarımları, master planları Türkiye yatırımcılarının başka bir metropolde başarılı bir şekilde hayata geçirilebileceğinden yola çıkarak bir proje oluşturmayı amaçladım. En kısa zamanda Royal Docks’ta Türk yatırımcıların imzalarını görmek dileğiyle…

Etiketler

6 yorum

  • ismail-tandogan says:

    Bu proje şaka mı? Gerçekten merak ettim neden yayınlandığını.

  • hatice-mert-yunak says:

    Tam olarak anlayamadım,biraz daha açıklar mısınız yorumunuzu?

  • ismail-tandogan says:

    Şöyle anlatmaya çalışayım; Londra gibi modern mimarlık ürünlerinin çok başarılı örneklerinin olduğu bir şehirde,Moshe Safdie’nin Habitat yerleşimi benzeri bir yapının nasıl bir “landmark” oluşturabileceği düşünülebilir. “Landmark” tabiri sanırım bu projeden fazlası için kullanılabilir bir kavram. Yani böyle olgunlaşmamış, çokca fikir projesinde benzerlerini gördüğümüz, dünyanın pek çok şehri için uyar mı uymaz mı denilmeden önerilen bir tarz için fazla iddialı bir kavram “landmark”. Bu açılardan baktığımda da, bu proje elbette her proje gibi saygıya değer bir projedir ama Arkitera gibi yaygın kullanılan bir internet portalının yayın konusu olabilecek düzeyde değildir kanımca. Saygılarımla

  • hatice-mert-yunak says:

    Herşeyden önce mimarideki modern kavramlarımızın farklı oldugu acık. Projenin amacı, yazıda da belirttiğim üzere, Londra’da yeni bir Dubai yaratmak değil, 21.yüzyılda insanlara daha fazla özgürce kullanabilecekleri alanlar yaratmaktı. Ki malesef modernlik adı altında özenilen o şaşalı binalar insanların özgürlüklerini ellerinden aldığı gibi, kente dönüşü olmayan berbat silüetler kazandırıyorlar. Eğer modernlik ve bir yapının landmark olabilmesi sadece tarih ile ilişkilendirilseydi, günümüz İstanbul’undaki tüm klasik Osmanlı dönemi eserleri ve Ayasofya gibi yapıtlar İstanbul’un silüetini oluşturan birer landmark olarak değerlendirilmezdi ki bu hiç de doğru bir yaklaşım olmazdı.

    Dolayısıyla Moshe Safdie’nin 67’de yaptığı Habitat projesi nasıl hala günümüzde Montreal gibi modern bir şehrin ve Canada’nın başarılı bir landmark’ı olabiliyorsa, benzer prensiplere ve calışma ilkesine sahip bir başka urban projesi de pek tabi Londra’da kendine has bir Landmark oluşturabilir.

    Benim projem fikir projesinin ötesinde görülmüş olmalı ki London Design Agency ve Londra belediyesi tarafından yatırımcılarla görüşülmek üzere, en gerçekçi proje olarak değerlendirildi.Bu arada benzer konsept ile oluşturulmuş ve 2011’de finalist olmuş ve yeterince olgunlaşmış “Vertical Paris” projesini incelemenizi öneririm.
    http://urbanlabglobalcities.blogspot.com/2011/04/vertical-paris-by-finalists-cyrille.html

    Son olarak önerim, Arkitera’da neyin yayınlanmaya değer olduğunu, subjektif kriterlerle değerlendirmek yerine, Arkitera’nın editörlerine bırakmak daha doğru olacaktır.

    saygılarımla

  • ismail-tandogan says:

    Değerli Hatice Hanım,
    Sizin de cevabınızda belirttiğiniz gibi landmark olmak için “kendine has” olmak gerek.Sizin yaptığınızın Londra’ya has bir yanı yok. Artık pek çok yarışma projesinde bu yaklaşımı sıkça görüyoruz.
    Benim yaptığım yorumlardan Dubai ve benzeri silüetleri modern bulduğumu nereden çıkarttığınızı anlamadım. Şunu da belirtmek isterim ki, yorumlar tabi ki sübjektiftir. Yeter ki objektif verilere dayansın.
    Yaptığınız proje ile yolladığınız linkteki Vertical Paris projesi arasında öncülük ve “landmark” olma hususunda çok büyük bir uçurum var.Ayrıca Vertical Paris projesiyle kendi projeniz arasında nasıl bir bağ kurdunuz anlaşılabilir gibi değil. Yanlış anladığınız bir şey var sanırım. Ben “landmark” ne demek diye sormadım ki. Sizin yaptığınızın Londra gibi bir kentte “landmark” olmadığını söyledim. Bir de hangi kurum onaylamış olursa olsun, hatta Le Courbusier canlanıp methiyeler bile düzse tasarımınız ekstra bir değer kazanmayacaktır. Bunu da gözüme sokmanız çok hoş olmadı sanırım.
    Son olarak, Arkitera’nın neyi yayınlayıp neyi yayınlamayacağı konusunda elbette görüş bildiririm. Tüm demokratik toplumlarda olduğu gibi Londra ve İstanbul’da da son kullanıcı memnuniyetini veya memnuniyetsizliğini bildirir, son kararı da editörler alır.
    Bu eleştiriyi sizi kırmak için yapmadığımı bilmenizi isterim. Yine de kırdıysam özür dilerim.
    Saygılarımla

  • hatice-mert-yunak says:

    Degerli yorumlariniz icin tesekkur ederim. Kirilmadim elbette cünkü yorumlar benim icin önemli. Bu arada, London Eye bir landmarktir. Sadece bir dönme dolaptir. Londra’ya has bir özelligi yoktur.

    Belirtmek isterim ki proje saka degildi.
    Saygilar.

Bir yanıt yazın