Cehalet Nedir?

Dünya mirası sayılan Ayasofya’nın kendi şehrimizde bize emanet olduğunu bilmemek ve onu korumamak kollamamak cehalettir.

Fotoğraf: Ahmet Turan Köksal

Dünya mirası sayılan Ayasofya’nın kendi şehrimizde bize emanet olduğunu bilmemek ve onu korumamak kollamamak cehalettir.

Ecdadın bir “Bizans bazilikasından” daha iyi camiler yaptığını bilmemek cehalettir. Cami olarak planlanarak yapılmış gerçek camileri doldurmamak, yani ibadet ihtiyacını kıblesi, mihrabı, minaresi, avlusu, şadırvanı planlanmış; uyduruk kaydırık çevirmelerle değil de kaidesine göre yapılmış camide gidermemek…

Ayasofya’yı daha iyi korumak için özel planlar yapmamak… Oysa yeri geldiğinde müze faaliyetlerini bile biraz kısıtlamak gerekir. Londra St. John Katedrali her gün açık değildir mesela, iyi korunur.

Diğer yerlere göre Ayasofya’da turistten iyi gelir elde edilir. Diğer yanda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın yıllık giderleri yanında bu gelir oldukça düşüktür. Ayasofya’yı gelir kapısı olarak görmek cehalettir…

Cami olacak diye içindeki mozaiklere yoğun lazer ışını göndermek… Bir inat uğruna Ayasofya’yı o lazerlerle diskoya çevirmek cehalettir.

Ayasofya’da zaten namaz kılınan bir yer olduğunu bilmemek ve ibadet için hala açık olan o kısmı kullanmamak kör cehalettir…

Ayasofya’nın cami olmamasını “zulüm” olarak görmek ve bu konuda takıntılı olmak…

Ayasofya bazilika olarak yapılmış, sonra cami olarak hizmet etmiş, ardından müze olmuş. Fonksiyonu önemsiz. Yeniden cami olabilir. Adı öyle oldu zaten. İçinde namaz da kılınıyor. Bunu bilmeden ana mekanda namaz kılınmadı diye Ayasofya’nın cami olarak kullanılmadığını söylemek cehalettir.

Ayasofya’yı siyasetten uzak tutmayı becerememek, ufak hesapların peşinde koşmak da hem şımarıklık hem çaresizlik hem de cehalettir.

“Ayasofya cami olacak” takıntısı her ne kadar artık “sıkıntı verecek kadar gereksiz” ise, “Ayasofya cami olmayacak” diye tutturmak da ayrı bir takıntıdır. “Olsun, olsun da zarar verilmesin, sadece kırılıp dökülmesin yeter” diye rahat olmamak da cehalettir.

Trabzon Ayasofya’sını “rezil ettiler”. Evet, rezil oldu. Etrafta fanatik milliyetçi ve “Trabzon Ayasofyası cami olduğunda İslam’ın taçlanacağını” iddia eden esnaf bile perişan durumda. O yüzden şimdi restorasyon sonrası belli ki yeniden müze olacak. Bunu tahribat öncesinde görememek, Trabzon’daki inadın nelere sebep olduğunu kavrayamamak cehalettir.

Trabzon Ayasofyası’nda iş işten geçti ama tavana vida ve çivi çakmak, kolonları darbeli matkapla delmek, mihrabı sunta lam ve yeşil LED ile çevirip rezil etmek cehaletin daniskasıdır.

Trabzon’daki Ayasofya’nın Bülent Arınç’ın kifayetsiz muhterisliği sayesinde camiye çevrilmesi sonucu hem maddi hem de manevi canlılığı öldürmek, sonra tıpış tıpış eski haline döndürülmesini istemek ama dillendirememek ve son tahlilde yapılanın ne denli zarar verici bir karar olduğunu kabul edememek, özür dileyememek de kesif cehalet yüzündendir.

Aslında bu bir gösteri, Sultanahmet’in yarısını dolduramıyor ibadet edenler. Erdoğan, “Ayasofya cami olsun” diye bağıranlara “Önce gidip orada ibadetinizi yapın da ihtiyaç olup olmadığını görelim…” dedi. Cemaatin Sultanahmet’e gittiği, Sultanahmet’in dolup taştığı yok. Dünya lideri olarak gördüklerinin sözünü dinlemiyorlar, ki o da kaybettiği İBB seçimini tekrarlayıp 800.000 oy fark yiyen kişi ve etrafında garip bir güç odağı oluşmuş. Bu güç odağındakiler birbirlerini yiyorlar. Bunu göremeyen de cahildir.

Ayasofya iyi, teknik olarak mucizevi ve eşsiz bir “bazilika” olabilir ama “Ayasofya kötü bir cami”. Kıble yönü, mihrabı ile “çevirilmiş bir mekan”. Ayasofya’dan ancak zorlama bir cami çıkacağını kabul etmemek ve gerçekten iyi camiler varken, onun camiliğini takıntı haline getirmek de cahillik.

Ecdadın bu şehirde daha iyi, daha kullanışlı camiler yaptığını bilerek, illa namaz kılınacak ve gönül ferahlayacaksa bir Sultanahmet ve hatta Süleymaniye’nin ne kadar önemli olduğunu bilip “onları cami olarak görmemek” cahilliğin yanında değer bilmezliktir.

Hele hele inançlı olsun olmasın “Selimiye’nin içine girdiğinde” kalbi pır pır etmeyen de mekan cahilidir.

Ayasofya’ya girdiğinizde heyecanlanıyor ve 1500 yıl önceki teknolojiyi düşünerek, 532 senesinde böyle bir yapının olduğunu görünce ayrıca mutlu oluyorsanız bu bilgeliktir. “Hemen cami olsun, zulüm bitsin, oy alalım, danıştay manıştay…” diyerek art niyetli ikincil amaçlar peşinde koşan da cahilin önde gidenidir. İstanbul’u ve değerini hiç anlamamıştır.

Başkasının dinine ve kutsal mekanlarına saygılı olmamak, müzeyse müze kalmasını sağlayamamak, onu siyasi bir manevra olarak görmek de cahillik işte.

Ayrıca camilere, dine karşı önyargılı olmak da ayrı bir cahilliktir.

Seküler kesimin dünya mirası sayılan binayı koruma amacını anlayışla karşılanabilir. Onları düşman olarak görenler de bazen şiddete başvurabilen cahillerdir.

Ayasofya’yı camiye çevirmek için çalışacak, gerçekten yetişmiş mimarlık tarihçisi, korumacı ve yetkin ekip yoktur. Bu kifayetsizlik de bir nevi cahillik sayılabilir.

İçeriyi diskoya çevirdiniz, reklamını yapıtınız, törenlerle cumayı Ayasofya’da kıldınız, kıldınız da tüm mekanı halı ile kaplamadınız, ayrıca içeri giren her kadın turistin başını kapattırdınız… Peki halı ile kaplanan bölüme gelindiğinde ayakkabı nerede çıkacak? Mekanın ortasında, mermerin üstünde ayakkabılar üst üste mi duracak? Ayakkabılar kaybolmaz mı? Ayakkabı yığını olmaz mı? Bu sorunu çözecek, düzeni doğru tasarlayacak, doğru dürüst kurgulayacak tasarımcının “emir komuta zinciri” içinden çıkmayacağını bilmemek de cahillik.

Sinan Genim, Şefik Birkiye, Hakan Kıran, Hilmi Şenalp ve bunlar gibi tartışmalı işlerin sahipleri dışında bu işi üstlenecek mimar ve restoratörün zor bulunacağını bilmemek de ayrı bir eksiklik tabii.

Örneğin COVID-19 için tüm dünyanın faydalanabileceği bir çözüm bulmak gibi bir başarı yerine bu şekilde provokatif bir hamle ile dünyanın gündemine düşmeyi maharet sanmak, tedavisi olmayan bir cahilliktir.

Şimdi “yapılacak olanları bilerek olumsuz yazıyorsun, sen cahil değilsin ama önyargılısın” diyebilirler. Çünkü güvenimiz yok. Kalmadı. Örnek uzakta değil. COVID-19 sonrası koşa koşa sahra hastanesi yapıldı. Nereye? Atatürk Havalimanı’nın iki pistinin başına, o pistlerin kullanılmasını engellercesine hem de.

Bu iki pistin bilerek ve isteyerek bozulmasının (ki çok uygun yerler vardı) nedenini tahmin etmek zor değil. Bu sahra hastanesi kaldırıldıktan sonra Havalimanı arazisinin inşaata açılmasına vesile olacağı da ortada. İşte sırf bu amaca hizmet etsin diye bir salgın hastalığı bahane etmek kendini aklamak değildir, bu zarar verici bir cahilliktir.

Cami olmuş, müze kalmış fark etmez; kültürel mirası korumada sınıfta kaldığı belli bu iktidara rağmen (Trabzon Ayasofyası, Yassıada, Salda Gölü, Çamlıca Tepesi, kepçeyle kurutulan Dipsiz Göl, Kadir Topbaş’ın inadına yaptırdığı garip direkli Haliç Köprüsü, 450 milyon dolar harcanan dinozorlu Ankapark, rutubetin çözülemediği Osmanlı Arşivleri’nin Kağıthane’deki binası gibi örnekler çoğaltılabilir) iyi bir tasarım sürecine giremeyeceğini ve hatta daha da kötü olacağını bile bile, Ayasofya’ya zarar verilmediği sürece bu takıntı sahiplerini kendi kendilerine, kendileriyle bırakmanın onlara en büyük ceza olduğunu bilmeyen de cahildir. Bırakınız.

Diğer yandan yeşile, kültür mirasına zarar vermemeleri için başlarında “mecburen” nöbet beklemek gerektiğini bilmek gerekir (bkz: Gezi Parkı).

Artık nasıl bir ekonomik tükenmişlik içindeysek (Merkez Bankası’nın rezervi: –27.000.000.000 dolar yani yazıyla “eksi” yirmi yedi milyar dolar) durduk yere bu hamleye muhtaç olarak zafer nidaları attıkları zaman çok ciddiye almamak ve son tahlilde “ne halleri varsa görsünler” diyebilmek de bilgeliktir.

Cahil olmayın, bilge olun.

Etiketler

3 yorum

  • Mustafa Naci Karaşan says:

    Sanki tüm düşündüklerimi bu yazıda bulmuş gibiyim. Teşekkürler. Bir alıntı ile katkıda bulunmak istiyorum. Prof. Dr. Ali Uzay Peker’in 14.06.2020’de yapmış olduğu konuşmanın çok bilgilendirici olduğunu düşünüyorum. Açıkcası ben de aynı kanaatteyim. Özetleyip buraya yazmaktansa, hocamızın kendine özgü üslubu ve akıcı anlatımıyla beraber ilgilenenlerin dinlemesini tavsiye ederim. Meşhur video paylaşım ağı YouTube’da bulunan Fatih Altaylı’nın programında, Prof. Dr. Ali Uzay Peker’in 01.03.47 anında başlayan 5 dakikalık konuşması konuyu yeterince özetliyor gibi. Konu başlığı biraz da ”Öz güven”

  • zeynep eser says:

    Gerçekten tam isabet bir yazı olmuş, elinize, yüreğinize sağlık. Klişe olacak ama 2020 yılında tartıştığımız konulara bakın. Ve tekrar tekrar açılan yaralara.

    “Ecdadın bir “Bizans bazilikasından” daha iyi camiler yaptığını bilmemek cehalettir. Cami olarak planlanarak yapılmış gerçek camileri doldurmamak, yani ibadet ihtiyacını kıblesi, mihrabı, minaresi, avlusu, şadırvanı planlanmış; uyduruk kaydırık çevirmelerle değil de kaidesine göre yapılmış camide gidermemek…” Sadece yazının bu kısmı bile durumun vahametini tek başına gösteriyor. Bunu o namaz-ezan-ecdat diye aslında ne istediklerini bilmeyen o insanların yüzüne bağırmak lazım.

    Maalesef cehalet bu ülkenin en büyük problemi. Üstelik ülkedeki tüm politik/ideolojik kesimlerde bu soruna bilerek-bilmeyerek destek oluyorlar. Ama bu sırada zaten elimizde bir avuç kalmış değerlerimiz, insanlığımız bir bir yok oluyor.

    Mimar olduğumda topluma bir ‘tuğla’ da ben koyacağımı düşünmüştüm, çürümekte olan bir binaya ağlayacağımı değil. Şansımıza bize düşen bu oldu.

Bir yanıt yazın