ARKIMEET 2013 ‘ün Bana Düşündürdükleri

Yanlıştan dönmek, yanlış yapmamak kadar saygıdeğer ve değerlidir.

Öncelikle şu tespitimi belirtmeliyim:

“Architeects meet in Istanbul” sloganıyla ifade edilen “buluşma platformu” çok keyifli ve organizasyonu ise, “her çeşit övgüyü hak eder” nitelikte idi.

Ancak, 80 yaşına gelmiş bir plancı ve mimar olarak, bu organizasyona katılmaktan bir yandan çok keyif alırken diğer yandan “yıllardır taşıdığım kaygılara yenilerini katıp biraz daha umutsuz olarak, yaşadığım BODRUM’A geri dönmek, hiç de keyifli değildi.

Son söyleyeceğim başta söylemek gerekirse; 40 yıl, 30 yıl, 20 yıl 10 yıl önceleri karşılaştığımız “Kültür, Sanat ve Mimarlığa ait ahlaki sorunlar” tür olarak değişmemiş, sadece çok artmış ve biraz da şekil değiştirmiş olarak varlıklarını sürdürüyor” diyebilirim.

Örneğin; Zorlu Center’in günümüz macerası anlatılıp, sergilenirken, 30 yıl önce merhum Merih Karaaslan’la yaptığım tartışmağı hatırladım. Sorun özetle şöyle idi:
Ankara Samanpazarı girişinde; Altındağ Belediyesi, yönetim binası için bir ulusal yarışma organize etmiş idi. Çok yüklü bir programın, orada binalaştırılmasının Ankara Kalesi ve tarihi çevre girişini kapatacağını iddia eden ve içlerinde benimde yer aldığım bir kısım mimar yarışmaya itiraz ve boykot ettik. Hasan Özbay ve Tamer Başbuğ ile arkadaşları ise yarışma programını azaltan ve daha geniş bir çevreye yayan türde, protesto projeleri verdiler. Tabii ki diskalifye edildiler. Yarışmaya taraftar olanların savı şöyle idi. Yarışma bu mekanda ne olup olamayacağını test etmek için en rasyonel araçtır ve bu gibi kritik alanlarda dünyada özellikle çok denenmiştir. İlla uygulanması gerekmeyen türden fikir projeleri için geçerli olan bu sav, bu yatırım projesi yarışması için hayal idi. Sonuçta Nuran-Merih Karaaslan projesi, yarışmayı kazandı. Tasarımları, bence de katılanların en iyisi idi. Ama o kadar. Daha sonra Merih’le yaptığım tartışma dün gibi hatırımdadır.
Merih’in silüet, yoğunluk ve kamusal alan, tarihi bir çevre için yaptığım eleştirilere cevabı çok ilginçti.

– “Abi! , program tarihi çevre ve yarışma alanı sınırları için söylediklerin belki plancı mantığıyla doğru olabilir, ancak mimarlık ve mimardan beklenen “tasarım mahareti ile bu sayısal ya da fiziki engelleri aşmaktır” işte biz burada bunu yaptık!” diyordu.

– Sevgili Merih! Oysa sonuç hiç de öyle olmadı. Keşke Merih haklı olabilse idi!

– Kale ve çevresinin algılanabildiği kamusal alanlar yok oldu ve yapı yoğunluğu nedeniyle de alternatif yaratılamadı.

– Başka bir söylemle, usta mimardan beklenen “tanrısal mucize gerçekleşemedi” çünkü kavramsal eşikleri aşmada, usta mimarların gösterdiği başarı, eşikler güçlü sayısal ve sosyal içerikli olduğunda, salt mimarlığın işi olmaktan çıkıyordu zaten!

– Doğal olarak ta bu statülerde tanrısal başarılar da gerçekleşemiyordu.

– Gerçekte kamusal alanın, mekanın gerek kullanımına, gerekse şekillenmesine olan katkısı yeterince anlaşılamamış idi. Zorlu Center’da ise hiç anlaşılmamış gözüküyor.
– Bakınız! Barcelona’nın ünlü belediye başkanı kentin planları ve yenileme projeleri yapılırken en önemli etken dediği “kamusal alan” için neler söylüyor!

  • Kamusal alan kentin namusudur.
  • Çoğunlukla kamusal alanlar gerek varlıkları, gerekse tasarım kaliteleriyle kentsel mekânın en önemli simgeleridir.
  • Kamusal alanlar çok kere yapı olmadan da tasarlanabilir ve kent ve kentliye sağladığı kaliteyle, beklenen misyonu sağlar.

Oysa, Zorlu Center’in tanıtımının başında ve yaklaşık bir saat süren ilk bölümünde yer alan “kamusal alan irdelemelerinin hatırda kalanlarını” şöyle özetleyebiliriz.

İçine yalnızca “mangal sefası yapmaya gelenlerden başkasının giremediği” ağaçlık ve koruluklar da, pislikten içine girilemez yeşil alanlar da aslında kamusal yararı en aza indirilmiş, kentsel korku alanlarıdır.

Oysa metropoliten kentin “büyük ticari yaya hareketliliğine gereksinimi olup bunun için yapılacak çok yoğun yaya arterleri, kamusal alanların en yararlısı ve kullanılanıdır. Yani mülkiyetin kamuya ait olması o alanı kamusal yapmaya yetmez. Bu nedenle kamusallık kavramına yeni bir yorum getirmeliyiz!

– 50 yıl öncesinin plancılık hayatında da benzer yorumlar vardı. Şöyle ki özellikle mevzi imar planlarında binanın yerleşmesine imkan olmayan “sivri ve üçgen köşe parseller” yeşil alan yapılırdı. İmar uygulamasıyla da belediyeye terk edilirdi. Daha ileri yıllarda ise, “hiçbir şey yapılan bu alanlar, çöplük oluyor” gerekçesiyle tadil edilip bitişiğindeki parsel sahibine satılırdı. Gerçekten de bu alanların yeşil alan olarak kullanılması olanaklı değildi ve bağlandığı evin hem yapı yoğunluğunun artmasını sağlıyor hem de yeşil alan gibi kullanılması daha mantıklı gözüküyordu. (bu oyun, bugün dahil planlama alanında oynanıyor.) Bu oyunun şekillenmesini sağlayan tek mantıklı neden rant idi. Yani Zorlu Center’da karşılaştığımız nedenlerden farkı yok idi.

– Ancak, etkinlikte beni daha da kaygılandıran şey biraz farklı idi. Şöyle ki:

– Sunumu izleyen genç mimar kalabalığı müthiş idi ve refleksleri çok ilginçti. Örneğin; Emre Arolat yaptığı meslek mücadelesini anlatırken “ayrıcalıklı imar hakları safsatası” gibi bir sözcük kullandı, sanki böyle ayrıcalıklı durum hiç yokmuş gibisine, bu kritikleri horladı. Gözlediğim kadarıyla gençler Emre’nin bu değerlendirmelerini hayranlıkla ve tasviple karşıladı. Oysa durum bu sözcüğün mucidi, merhum Oktay Ekinci’nin dediğinin de çok ötesinde bir ayrıcalık sergiliyordu. Ancak bu durum genç mimarların pek te ilgisini çekmiyor gözüküyordu.

Kapitalizmin Rusya Sosyalizmini çökerttiği yıllardan sonra kazandığı yeni evrensel boyut, tek kutupluluğun sağladığı büyük güçle desteklendiğinde; sosyo-kültürel yaşamın bütün alanlarına “bazen tatlı dille anlatarak, bazen de tecavüzcü Coşkun” yöntemiyle el attı. Yapısal olarak sanatı ticari bir meta olarak görmesi mümkün olmayan yeni kapitalizm, kontrol ettiği “kültür ve sanat alanlarını populize etmeye” başladı. Bunların başında da mimarlık geliyordu. Özellikle devletin ya da sivil toplum örgütlerinin güçsüzleştirilmelerinden sonra “büyük sermayenin kontrol göçü” başka ülkelerde rastlanmayacak ölçülere ulaştı. İç ve dış mekânlara ait her çeşit tasarıma gösteriş, büyüklük ve frapanlık egemen oldu. Şehircilik disiplini ve ölçütleri, zaman kaybettirici ve hatta ilerlemeyi engelleyen etmenler olarak yorumlanıp etkisizleştirildi. Rant gerek kentsel kullanım türü, gerekse büyüklüğü ve şeklinin ana etmeni olarak meşrulaştırılmakla kalmadı. Adeta kutsandı.

– Doğrusu inşaat sektörünü adeta kamçılayan bu yeni politika, sınırlı sanat ve kültür çevreleri dışındaki çevreler ve özellikle ekonomistler ve medya için, gerek yaratılan iş, gücü ve istihdam olanakları, gerekse ticari hareketlilik nedeniyle, çok sempatiyle karşılanırken, bir kısım mimarlar da bu olguyu “tasarım özgürlükleri ve hayallerine destek veren bir durum” olarak algıladılar. Çünkü bilinçli sermayenin bir yerde, “mimari kalite ve mahareti talep edeceklerini” biliyorlardı. Çok sınırlı sayıda mimar “enine boyuna denk geldiğinde” çok iyi tasarımlar da yaptılar. Ancak ülke mekânının büyük bölümünde, niteliksizin de ötesinde “Paçoz bir mimarlık” kent mekânlarını şekillendirmeyi sürdürüyor.

– Bölge planlama ve şehircilik ise rantın emrettiği arazi kullanma, ulaşım ve kentsel tasarım karalarına akt olsun diye varlar.

– ARKIMEET 2013 etkinliklerinin “kampüste neler oluyor” başlıklı söyleşisinde, tüm hocalar, hem yukarıda değindiğim durumu kısmen saptadılar hem de bu olayların bir anlamda temel nedeni olan kalitesiz ve etkisiz eğitime ait sorunları hep bir arada sergilediler. Ancak tavırlarının tamamına katıldığım bu söyleşi eylemi “çok sessiz bir protesto” gibiydi. Neden, “duyulacak kadar yüksek sesli olmadığı” sanki sorunun aslını ifade ediyordu. Sanki karanlıkta ve korku içinde yapılmış fısıltılar gibi
– Komutanların şerefi üzerine, bir Amerikan ordu özdeyişi vardır. Özetle şöyle:

Çoğu zaman komutanların, kazandıkları şeref madalyalarını taşımak, onları cephede kazanmaktan daha zor olmuştur.

– Sevgili Emre Arolat! Şimdiye kadar kazandığın madalyalardan hep gurur duydun ve mimarlığımızın geleceği için bana umut veren gençlerin ön safındaki yerini lütfen koru. Her sanatçının hayalinde yapmış olduğu yanlış işler olabilir. Kanımca bu bir “yol kazası” kabul edilmeli ancak Arkimeet’teki sunumuzda yaptığınız gibi meşrulaştırılmaya çalışılmalıdır. (Ayrıca, buna hiçbir açıdan ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum.)

– Bu sözleri çok uzun süredir yaşadığım ortamın “sizin gibi yetenekli tasarımcılara hazırladığı tuzakları ” kendime deşifre etmek için yazdım.

Amin Maalouf’un şu tesbitini çok önemli buluyorum.

  • Kanımca çok ciddi olarak yaşamakta olduğu gerek fiziki çevre sorunları, gerekse sosyo kültürel Kaos’un içinden çıkmak için düşünür yazar ve sanatçılar yeni bir evrensel misyon edinmek zorundadırlar.
  • Kanımca Sanatçılar ve Mimarlar böyle bir misyonu yüklenebilmek için öncelikle kendi değerler dizininde, insani değerleri sosyal-yararlılığı ve bu alanda yaratılmış yada yaratılacak ahlaki güvenirliliklerini en başa getirmeğe çalışmalıdırlar. Aksi halde bilimde olduğu gibi kültür ve sanatta da ” zorbalık, açgözlülük yada arkaikliğe teslim olabilirler.” Bu tehlike günümüz Türk sanatı ve mimarlığı için “neredeyse tavan yaptığı halde bunu görmezden gelmeği hiç içime sindiremiyorum.
Etiketler

Bir yanıt yazın