Şu son zamanlarda özellikle, pek çok etkinliğe katılma fırsatı buldum. Herkesin dilinde, ama gerçekten herkesin dilinde dönüp dolaşıp geldiği konu mimari proje yarışmaları.
Şu son zamanlarda özellikle, pek çok etkinliğe katılma fırsatı buldum. Herkesin dilinde, ama gerçekten herkesin dilinde dönüp dolaşıp geldiği konu mimari proje yarışmaları. Meslekte genç sayılabilecek 30-40 yaş arası mimarlar, bir ihtiyar edasında “Ne güzeldi o eski yarışmayla yap günleri,” diye iç geçiriyor. Jürilerden memnun olan birini bulmak zor. Jüri seçimlerinin rasyonel bir zemine oturmamasından, karar süreçlerinde yaşanan tutarsızlıklardan ciddi rahatsızlık var. Ödüllerin düşüklüğünden, verilen emeğin karşılık bulmamasından, sürecin sonunda ortaya çıkan ürünlerin tatmin edici olmamasından ya da hiç gerçekleşmemesinden duyulan memnuniyetsizlik ortak bir duygu. Yarışma sonrasındaki süreçlerden dahi çoğu ödül sahibi mutsuz ayrılıyor.
Biz kendi özelimizde, bizimle dönemdaş pek çok arkadaşım gibi, hayatımızı yarışmalara adadık. Sanırım bu yüzden herkes bana yarışmaları soruyor. Hem bu nedenle hem de yarışma konusu benim hassas karnım olduğu için bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum.
Hiç eğip bükmeden: Bir yarışma devrimine ihtiyacımız var.
Öncelikle şurada anlaşalım: Yarışma bir “lütuf” olmaktan çıkarılmalı. İdareler, yarışma açarak tasarımcılara bir iyilik yapıyormuş gibi davranmaktan acilen vazgeçmeli. İstisnasız her kamu yapısı yarışmayla elde edilmeli.
Bu bir ideal değil, bir zorunluluk. İdarelerin lütfederek ya da ikna edilerek başladıkları bir süreçten “canları istemediği” için, “kafası bozulduğu/canı sıkıldığı” için ya da idarede görevli bir memur “pahalı bulduğu” için devam etmeme/süreci sonlandırma gibi seçeneklerinin bulunduğu yanılgısına kapılmaları çok doğal bir sonuç.
Fakat yarışmaların bir hizmet alma yöntemi olduğunun hatırlanması ve sürecin doğru tamamlanmaması halinde yasalara aykırı bir iş yapıldığı hissiyatı yaygınlaşmalı.
Bir işin ciddiyeti, ödenen bedel ile tayin edilir. Hiçbir idare kendi bütçesine nazaran ufacık bir bedel ödediği sürece saygı duymaz. Yarışma bedelleri, idarelerin kolaylıkla vazgeçemeyeceği kadar ciddi bir yatırım hâline gelmeli. Süreç durdurulduğunda kamu zararı oluşturulduğu hissi oluşacak kadar bütçeler yükseltilmeli.
Yeri gelmişken kıyaslamak için birkaç örnek vereceğim:
İBB Ünalan Kültür ve Sanat Odağı yarışmasının 1.’lik ödülü 900.000 TL verilirken,
Düsseldorf Opera House 2 aşamalı yarışmasında ilk aşamayı geçenlere 66.000 € + 1.lik ödülü olarak da 250.000 € verildi.
1.lik ödülü toplamda 316.000 € (10.300.000 TL)
İBB Ödüller için toplam 3.350.000 TL/102.000 € (o günkü kurla) ayırdı
Düsseldorf Opera Toplam Ödül: 2.640.000 €/86.100.000 TL (o günkü kurla) — evet, seksen altı milyon.
Meraklısına link: https://www.phase1.de/projects_odz-wettbewerb_home_e.htm
Bu sene açılan anıt mekân yarışmasına bakalım:
ABB Dış İşleri Şehitleri Anı Mekân Yarışması Eşdeğer Ödül: 500.000 TL (12.500 €)
Monument to Freedom and Unity in Leipzig 1.’lik Ödülü: 13.500 € ilk aşama + 35.000 €.
1.lik ödülü toplamda 48.500 € (1.940.000 TL)
ABB Ödüller için toplam 2.750.000 TL/68.750 € ayırdı
Leipzig Toplam Ödül: 242.000 €/9.680.000 TL
Meraklısına link: https://www.phase1.de/projects_fel_e.htm
Son olarak, 2022 yılında açılmış iki eğitim yapısı yarışmasına bakalım:
İzmir Ekonomi Üniversitesi Güzelbahçe Mimari Proje Yarışması 1.’lik Ödülü: 350.000 TL
Helmut-Schmidt-Universität Ödülü: İlk Aşamada 100.000 Euro, İkinci Aşamada 80.000 Euro seçilen 10 katılımcıya + 1.’lik Ödülü 28.000 €.
Yani 1.lik ödülü toplamda 46.000 €. (805.000 TL)
İEÜ Toplam Ödül: 1.270.000 TL/72.500 € (Haziran 2022 kuruyla)
HSU Toplam Ödül: 246.000 €/4.305.000 TL (Haziran 2022 kuruyla)
Meraklısına link: https://www.phase1.de/projects_hsu_e.htm
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuç olarak; ödül bedelleri bugünkülere kıyasla en az 5–7 kat artırılmalı.
IV ve V sınıfı yapıların yarışmalarında istenen maliyet ve elektromekanik tesisat raporları, bana göre bir tür eleme aracı. Bu raporları temin edemeyecek genç katılımcılar, doğal seleksiyonla eleniyor. Jüri kompozisyonlarında bu raporları değerlendirecek mühendis bulunmaması, mühendislerin danışman olarak yazılabilmesi ve müellif olarak sınıflandırılmaması, bu sürecin göstermelik olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Her türlü israfın önüne geçmeliyiz, özellikle emek israfının. Bunun önüne geçmek için yarışmaların iki aşamalı veya ön seçimli açılmak zorunda.
Bir lise binası yarışması, daha önce lise binasını tamamlamış ofislere açılmalı. Bu çok net…
Aynı şekilde, hastane, tiyatro, opera yapıları da sadece o tipolojide deneyimli, iş bitirme belgesi olan mimarlara açılmalı. Bunun bir dönere bağlanmaması ve yeni katılımcılar elde etmek için ise her iki yılda bir bu tipolojilerin küçük ölçeklilerini içeren yarışmalar düzenlenmeli. Bu yarışmalara yalnızca genç ya da daha önce benzer proje gerçekleştirmemiş mimarlar katılabilmeli. Böylece havuza yeni tasarımcıların eklenmesinin önü açılmalı.
İnşaat bütçeleri belirlenmeli ve şartnamelerde belirtilmeli. Maliyet konusunda uzmanlaşmış ve tutum olarak pozitif yönlü bağımsız bir ekip, gelen önerilerin verilen bütçeye uygunluğunu kontrol etmeli. Gerektiği durumlarda yarışmacı ekiplerle irtibata geçip anlaşılmayan yerleri sormalı ve bu şekilde onay vererek ön kontrol aşamasını tamamlamalı. Katılımcılar bizdeki gibi 80-150 değil, artık 8-10 tane olacağı için böyle bir süreç gerçekçi olmakla birlikte bir kaç yıl önce bizim de yer aldığımız ön seçimli iki aşamalı Kuveyt KFAS yarışmasında süreç tam olarak bu şekilde ilerlemişti. Bu yöntem aslına bakarsanız oldukça yaygın bir yöntem.
TMMOB Mimarlar Odası, yarışmalar konusunda aktif bir birim oluşturmalı ve bu birime bütçe ayırmalı. En azından bu alanda gönüllü çalışmalar yapanların önünü açmalı. Binlerce meslek insanını temsil eden bir kurum olarak Bakanlıklar ve Belediyeler ile bakan ve başkan düzeyinde görüşmeler yapılmalı. Yarışmaların ve yarışma sonrası süreçlerin bağlayıcılığı sözleşme ile güvence altına alınmalı. Yarışma takvimi oluşturulmalı ve tarihlerin çakışmaması sağlanmalı. Hatırladığım kadarıyla Prof. Dr. Alper Ünlü hocamız, bir dönem yalnızca yarışmalarla ilgili bir komisyonda görev almak amacıyla Mimarlar Odası yönetiminde yer almıştı. Ardından Sinan Omacan’ın ismi de sıkça yarışmalar ve Mimarlar Odası bağlamında anılmaya başlandı. Ancak her iki girişim de beklenen ölçüde etkili bir sonuca ulaşmamış olmalı.
Şu saçmalıktan hepimiz sıkılmadık mı?
“Yapının kentle kurduğu ilişki zayıf bulunmuş, program yerleşimi sorunlu görülmüştür, zemin fonksiyonları çalışmamakta ve otopark çözümleri gerçekçi değildir. Proje oy birliği ile 1.’lik ödülüne layık görülmüştür.”
Jürilik kurumunun, rasyonel bir tartışma zemini eksikliği yaşadığına inanıyorum. Toplumsal ilişkilerimiz genellikle hisler üzerinden şekillendiği için, değerlendirme süreçlerinde nesnel kriterler geri planda kalabiliyor. Kendimin jüri olduğu ortamlarda da, gözlemci olarak uzun yıllardır jürileri izlediğim konkur süreçlerinde de ikna olduğum tek bir konu var ki, değerlendirme süreçlerine dünyanın pek çok yerinde (özellikle Avrupa’da) olduğu gibi puanlama sistemi entegre edilmeli ve tartışma bu rasyonel zemin üzerinden ilerlemeli.
Aksi takdirde, 1.lik ödülüne layık görülen projeler için yazılan jüri raporlarında şu gibi ifadelerle karşılaşmaya devam edeceğiz:
“Kentle kurduğu ilişki, çevresini dönüştürme kabiliyeti, yapının depresif dili eleştirilmiştir. Proje oy birliği ile 1. ödüle layık görülmüştür.”
Çünkü jüriler de bir insan ve bir şekilde pafta mizanpajlarıyla, görsellerle, maketin rengiyle, yapının çehresinin kendi dünya görüşüne paralellik göstermesiyle duygusal bir bağ kuruyor ve bundan kopamıyor. Ve “sevdiği” bu projeyi rasyonellikten uzak şekilde sürecin sonuna kadar götürüyor. Bazen diğer jüri üyeleriyle tartışmaktan çekiniyor, bazen fazla zorlarsa yanlış anlaşılacağına inanıyor. Bu hisleri tüm jüriler yaşıyor ve toplumsal ilişkilerin rasyonel şekilde kurulamadığı toplumların maalesef ki laneti olan bu karmaşık ilişkiler, yarışmaların da seviyesini çok acı bir şekilde düşürüyor.
Bu nedenle, projelerin olumsuz yanlarının tüm kararlar alındıktan sonra hazırlanan raporda yan metin olarak kalmayıp, tüm süreçte değerlendirmeye etki edebildiği puanlama sistemine dayanması artık kaçınılmaz.
Örnek olarak,
Son açılan yarışmalardan birinin jüri raporundan alıntı:
“Zeminde yer alan kamusal fonksiyonların yeşil alanlar ile ilişki kuramaması, yeşil alanların yapının gündelik yaşantısına katılamayıp artık alanlara dönüşen karakteri, yapı kitlesinin konumu ve boyutunun kuzey-güney, doğu-batı yönünde yayalar için kestirme yürüyüş yollarına imkân yaratamaması ve yaya hatlarını uzatması, kreşin oyun alanının yetersizliği, otopark girişiyle yakın ilişkisi ve arkad altında yaya dolaşımını kesintiye uğratması, yapının cephe karakterinin sıradanlığa varan niteliği yapının olumsuz yönleri olarak ön plana çıkmaktadır. Proje oy birliğiyle 1. ödüle layık görülmüştür.”
Belediyelerde farklı görevlerde bulunan mimarların, aynı kurumun açtığı yarışmalarda birden fazla kere jüri olmasının etik açıdan çok yanlış olduğunu da vurgulamakta fayda var.
Puanlama sistemine ek olarak, jüri değerlendirme süreçleri mutlaka video kaydı ile belgelenmeli. Şeffaflık, her zaman her konuda iyidir. Bununla birlikte, yarışma ciddiyetini yükseltmeye yönelik olarak, iki defa jüri görevini aksatmış meslek insanlarının bir kaç yıl yeniden jüriye önerilmemesi iyi olabilir.
Kolokyumlarda sergi kalitesinin nasıl düştüğünü hep birlikte gözlemliyoruz. Ben bizzat görmedim ama en son maketler domates kasaları üzerinde sergilenmiş ve projeler kolokyumun yapıldığı binaya dahi taşınma zahmetine girilmemiş. Ucuz işin sonucu maalesef bu şekilde niteliksiz oluyor.
Ancak yarışmalara sadece 10 – 15 ofis katılabilseydi, ödüller olması gereken seviyelerde olabilseydi, maketler için bütçeler ayrılabilirdi ve her öneri adeta bir sanat eseri gibi sunulabilirdi.
Yarışma sürecinin sonunda işin verilme (belki de işin alınma) süreci amansız bir mücadele. Bugüne kadar yarışma kazanıp mücadele içine girmeden yasalara uygun şekilde tam olması gereken bedellerde, olması gereken sürelerde, olması gereken danışmanlıklarla işin verildiği mimar sayısı yok denecek kadar az, hatta yok belki de.
Mimarların üzerine yüklenen bu meziyetlere sahip olma zorunluluğun yönündeki batıl inanç bir an önce ortadan kalkmalı. Bizim deneyimimiz gösteriyor ki, bir yarışmayı kazanmak sürecin yalnızca %20’si. Geri kalanı arkasından gelen süreci idare etmek ve başarılı şekilde yürütmek. O noktada mimar, şapkasını çıkarıp, işi mevzuata uygun, danışmanlıklarla desteklenmiş, doğru bütçelenmiş ve kontrol süreçleriyle güvence altına alınmış bir şekilde sonuçlandıracak süreci yöneten kişi olmak gerekiyor.
Ama bu efor niye?
Bir doktor, hastasının sağlığına kavuşması için gereken ameliyat bütçesini kısar mı? Veya hasta, bu bütçeyi yarıya indirmesini talep edebilir mi? Ameliyat esnasında bir anestezi uzmanı gerektiğinde, “onu çok istiyorsanız kendi cebinizden karşılayın” deme hakkına sahip olabilir mi? Beş saat sürmesi gereken bir operasyonu bir saatte bitirin diye pazarlık yapılabilir mi?
Hayır. Çünkü herkes bilir ki böyle bir müdahale, sonuçlarına yine hastanın kendisi tarafından katlanılacak bir hataya dönüşür. O yüzden kimse, hayatî bir konuda pazarlık etmez.
Peki neden söz konusu bir kamusal yapı – hem de kentin yaşantısını doğrudan etkileyecek, en az yirmi beş yıl hizmet verecek bir yapı – olduğunda aynı hassasiyet gösterilmiyor? Çünkü o yapının yapım sürecinden sorumlu kişi, belki bir sene sonra o kurumda bile olmayacak. Memur, süreçi bozarak kurumuna iyilik yaptığını sanacak. Ama gerçekte, kamuya zarar verecek bir karar alınmış olacak.
İşte tam da bu yüzden, yarışma sonrası süreçler, başlarken bölümün değindiğim gibi, kurumlarla mutabakata dayalı sözleşmelerle güvence altına alınmak zorunda. Kişilere bağlı ilerleyen süreçler, sürdürülebilir değil.
Buraya kadar okuyan herkese teşekkür ederim.
Bugün mimari yarışmalar tarihinin belki de en değersiz ve niteliksiz dönemini yaşadığımız bir gerçek. Mimarların işlerinin bu kadar kıymetsiz hissettirildiği başka bir dönem olmuş mudur, bilmiyorum.
Ama bu günlerin de geçeceğine inanmak istiyorum.
Son olarak şahsi dileğimi de ekleyeyim:
make C. Abdi jury again.
Yarışmayla yap günlerini çok özlüyoruz.
Herkese sevgiler.
12 yorum
Özdemir Asaf’ın bir şiiridir ve ilginç biçimde adı da jüridir.
Jüri
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu,
Birinciliği beyaza verdiler…
Ülkede yaşanan mimarlık krizinde birincilik ne yazık ki yarışmaların oldu.
Hep birlikte sevinemediğimiz bir birincilik.
Bu da biraz hayıflanma yazısı olacak ama yolun tam olarak neresindeyiz, onu da bilmiyorum.
Mezun olduktan sonra durmadan yarışma çizdik. Önce hocalarımıza, büyüklerimize özenerek; sonra severek, inanarak… Ama zamanla bu güzel belanın yalnızca heyecanla değil, sabırla sürdürülebileceğini anladık. Hâlâ hevesle çalışıyoruz, ama dönüp baktığımızda ‘ne kazandık?’ sorusu ister istemez beliriyor.
Türkiye’de yarışmalar, belirli belediyelerin çabasıyla ayakta duruyor. Ama en küçük siyasi belirsizlikte iptal ediliyor ya da açılmıyor. Oysa yarışma; gençler için bir umut, kamu yapıları içinse iyi mimarlıkla buluşmanın en şeffaf yoludur.
Kamudaki yapıların büyük bölümü niteliksiz ve bağlamsız. Yarışmalar bu çirkinliğe karşı elimizdeki belki de tek araç. Almanya’da her ay Wettbewerbe Aktuell dergisi sayfalarca yarışmayla doluyken, bizde yılda birkaç tanesi açılırsa şanslı sayılıyoruz.
mimarlığın çelebisi yarışmalara
yol açanlara selam olsun …
“Bir lise binası yarışması, daha önce lise binasını tamamlamış ofislere açılmalı. Bu çok net…”
Hayır… Değil…
“Aynı şekilde, hastane, tiyatro, opera yapıları da sadece o tipolojide deneyimli, iş bitirme belgesi olan mimarlara açılmalı. ”
Yine hayır….
Yarışma katılımcıları iş bitirmeler üzerinden belirlenecekse o yarışma olmuyor zaten… Bu durum belirli konuları belirli ofislerin tekeline sunmaktan öte bir yaklaşım değil. Yarışmanın doğasına aykırı… Yarış kazanmamış atletler de hiç koşmasın o zaman…
Ayrıca ülkemizin uygulanmış kamu yapıları (ya da özel) mimarlık repertuarına şöyle bir göz gezdirilirse öyle iş bitirmeleri yetkinlikleri olan ofislerin dünya mimarlık literatürüne zerre katkısı ya da yapıların kullanıcısına hayrı olmadığı görülecektir….
Kamu yapılarının kesinlikle yarışmayla yapılması gerektiği aşikar. Ancak o yarışmalarda görev alacak juri üyelerinin de dünya mimarlık literatürüne hakim ve en azından konuyla ilgili bir iki proje üretmiş kişiler olması gerektiği söylenebilir…
Kişisel görüşüm:
1- Tüm kamu yapıları yarışma ile projelendirilmeli
2- Yarışmalar ulusal çapta tüm mimarlara açık olmalı
3- Süreç (teslimler) dijitalleşmeli
4- Ödüller proje sözleşme bedeli üzerinden belirlenmeli
5- Jüri üyeleri konuyla ilgili birden fazla proje üretmiş ve literatürden haberdar olmalı
6- Uygulabilecek projeler seçilmeli / seçilen projeler uygulanmalı
Bir memur olarak tebessümle okudum

Maddelerin hepsinin bir mantığı var ve bunları tartışmak gerçekten çok faydalı.
Ama ülkemizde yarışmalar önünde o kadar çok engel var ki. Sadece bir memurun eline de kalmıyor
Geçenlerde belediyenin akademik odalarla yaptığı süregelen toplantılarda yarışma yapılması önerisine mimarlar odası haricindeki akademik odalardan “bu kadar oda toplandık, hiçbir şey üretemedik de mi yarışmaya açalım” diyerek itiraz etmiş.
Bizim mesleklerimizden olanlardan “yarışmaya gerek yok, boşa zaman ve masraf” sözünü duyuyoruz. Yarışmayı kazanan ekip genç, bu işi başaramazlar diyenler oluyor. Hatta kolokyumda yarışmada diğer yarışmacılardan dahi söylenen bir sözdür bu. Genç ekip ama başarır diye devam ettirmeye çalışılsa uygulama aşamasında “yarışma bitti , bunlar buraya uymuyor, biz kendi bildiğimiz malzeme ve detaylarla devam edeceğiz” diyenler de bizim mesleklerden şantiyede ter dökenler.
Yarışmanın her aşaması o kadar zorlu virajlar içeriyor ki gerçekten iyi bir iş çıkarmak çok zor. Bu zorluğu sevenler olarak yarışmaların en faydalı olacak şekilde sayısının artması için hepimizin elimizden geleni yapmamız lazım.
Bu arada “make C. Abdi jury again.” kısmına +1 ekliyorum
100 ekibin yarıştığı, 10 ekibin ödül alıp 90 ekibin bedava emek verdiği bir sistem niye bu kadar övülür anlaması zor.
Mimarlık eğitimi, kamu ihale yönetmeliğindeki hizmet alım şartları, yönetmelikler vs gibi konuları tartışmak daha konfor bozucu olduğundan olsa gerek, “yarışmalar” süper kahraman ilan edilip, kutsanıyor. Garip.
“Mimarlık eğitimi, kamu ihale yönetmeliğindeki hizmet alım şartları, yönetmelikler vs gibi konuları tartışmak” güzel bir fikir. Tartışılacak çok yönü var.
Yarışmalar da zaten kamu ihale kanununa tabi proje hizmet alımı yöntemi. Aslında sizin dediğiniz konuyu da tartışıyor yazı.
Hizmet alım yöntemi olarak kamu kurumları yarışma yapmayı tercih eder ise daha fazla kişi ile konu tartılacağından daha doğru yönetmelikler ortaya çıkar, süreç şeffaflaşır , mimarlık meslek ücretleri olması gerektiği hale gelir.
Her ay 1 yarışma açılsa katılımcıların sayısı dengelenir , daha çeşitli jüriler kurulur, daha çok genç yarışmalarda aldıkları ödüllerle mimarlık piyasasında kendine yer açmayı başarır.
Bunun örneği önceki 10 yılda vardı. Süreci yeni gözlemlediğiniz için pek aşina değilsiniz belki ama şu anda iyi ve seçkin işler yapan birçok ofis yarışmalar ile ismini duyurdu ve belli profesyonellik şartlarına erişti. Yani başarılı olan daha iyi projeler yapmaya imkan buldu.
100 ekibin girip 90 ekibin bedava emek verdiği süreç olarak gördüğünüz süreci daha uygun ve herkesin bir şeyler kazanmasını sağlayacağı hale getirmeyi amaçlamak için yarışmalar tartışılıyor. Tabi yarışmadaki çalışmasını bedavadan emek harcıyoruz diye düşünen kişiler yarışmalara girmez , gerek de yok zaten.
Merhaba Faruk, çok güzel özetlemişsin.
Ben de tam olarak senin yazdıklarının altını çizecektim. Sen, süreci geçmişten bu yana takip eden biri olarak bu konulara çok daha aşinasın.
Ama burada belki şunu da vurgulamak gerekir: Bugün ideal bir sistemde sadece ayda 1 değil, ayda 5 yarışmanın açıldığını varsayabiliriz. Bu durumda bile her yarışmaya 10 ekibin katılması oldukça yüksek bir oran olurdu. Yani mesele sadece yarışma sisteminin varlığı değil, sayısal yeterliliği ve çeşitliliği de önemli hale geliyor.
Merhaba Arda. Haklısın bir ayda 5 yarışma da yapılabilir. Ama şu anda ayda 5 proje eyap üzerinden hizmet alımına gitmiyor sanırım. Minimum için ayda 1 gibi de düşünülebilir.
Bunun olması için herkesin imkanı her bulduğunda yarışmaları önermesi gerekir. Kamudan ofisi için iş alabilecek iken yarışmaya yönlendiren mimar biliyorum. Ama kamu yarışma açsak mı diye sorgularken yarışmadan vazgeçirip işi kapmaya veya kendi istediği ofislere yönlendirmeye çalışanların daha fazla olduğunu da biliyorum.
Bunlar yarışmaların mimarlık eğitiminde doğru anlatılmadığını, başka hiçbir meslekte olmayan bu fırsatın değerinin bilinmediğini gösteriyor malesef.
Hızla yazılmış kısa bir yorum olduğundan olsa gerek, derdimi çok iyi ifade edememiş olabilirim. Metnin tamamını okudum, fakat yorumumu genel anlamda mimarlık yarışmaları üzerine yapmıştım, yani belki de bu yorumun yeri bu görüş yazısının altı değildi.
Süreci yeni gözlemliyor sayılmam, Yarışmayla yap süreçlerini çok iyi hatırlıyorum. Bir ekip dahilinde katıldığım, mansiyon aldığımız bir ulusal yarışma, yurtdışında düzenlenen bir davetli yarışmada da 2.lik ödülü tecrübem var.
Daha genç ve daha idealistken ben de daha fazla yarışma açılması gerektiğini düşünüyordum. Şu an bu konuda nötr konumdayım. Genç mimarlardan kastımız 35-45 yaşları ise davetli&ön seçimli yarışmaların iyi bir çözüm olabileceğini düşünüyorum. Yeni mezunlar kastediliyorsa, en iyi mimarlık okullarının mezunlarının, en iyi mezunlarının bile bir uygulama projesi sürecini takip edebilecek birikimden yoksun olduklarını düşünüyorum. Uygulama bilgisi olmadan yapılan tasarımcılık ise bambaşka bir tartışmanın konusu.
Saygılar.
Aslında konunun tartışılmasına vesile olduğu için iyi oldu yorumunuz Bekir bey. Aslında benzer dertlerle dertleniyoruz gibi. Yazıdaki tüm kamu yapılarının yarışma ile yapılmasından oldukça uzak olduğumuz için ben de ” o olmaz” kabulü ile yaklaşıyordum. Ama bu konuları ne kadar konuşursak o kadar mesafe katedeceğimizi düşünüyorum. Şimdi Arda’nın dediği gibi ayda 5 yarışma açılsa ne seviyeler olurdu diye düşünüyorum.
Sizin önerileriniz de üstünde konuşulacak, konuştuğumuz öneriler.
Davetli yarışma yönetmeliklere uygun bir metot değil. Kamu bunu tercih edemez. Ama ön seçimli yapabilir. Onun da metodunu doğru uygulayacak bir sistematik gerekir.
Bunun yanında yeni mezunların da katılıp uygulamasını çizecekleri, çizdikleri yarışmalar olmalı. Burada genç yarışmacıların en büyük destekçileri jüriler oluyor. Çarşıbaşı kentsel tasarım yarışmasında Ece ve Bahadır bu şekilde ilerledi ve sonuçları takip edebilirsiniz. Yarışmaya katılıp o sorumluluğu alma imkanı bulduklarında gençler de çok iyi işler çıkarıyor.