Bindiğim Metronun Mimarlık Kariyerime Katkısı

Kahvemi içtiğim fincandan, havalimanında valizimi bıraktığım banda  kadar her şey mimarlık kariyerimi etkiliyordu. Mimarlık sadece plan çizmekle bitmediği gibi, görebildiğim her şeyi yorumlayabilecek kapasiteye ulaştıran büyük bir okuldu.

Mimarlık fakültesinin ilk günü, seminer salonu tıklım tıklım. Hepimiz,  bu yolun en başında bile olmadığımız o gün ileride kendi işimizi kurup yüksek yüksek binalar yapacağımız zamanların hayalini kuruyorduk. Mimarlık hepimiz için o kadardı. Ne kadar iyi bir mimarsan, o kadar büyük ve heybetli yapılar yapardın. En çok o mimarlar tanınırdı, onlar bilinirdi. Zaten bu bölümü bitirip başka ne gibi bir iş yapılabilirdi ki?

Birkaç hoş geldiniz konuşmasından sonra fakültenin en cool hocalarından biri olduğuna emin olduğumuz hocamız geçti mikrofonun başına.  “Tasarım öğreneceksiniz burada” dediğini hatırlıyorum. “Siz tasarımı öğreneceksiniz, sonra bu öğrendiğinizi nasıl şekillendireceğiniz size kalmış”. Birkaç mimarlık mezunu arkadaşından bahsetti. Biri New York’ta dövme tasarımcısı olmuş, biri moda tasarımına yönelmiş vs. Tuhaf karşılamıştım o gün bu dediklerini. İçimden “Eee o kadar mimarlık okuyup şu gösterişli villaları, şehrin silüetine yön veren(!) gökdelenleri yapmayacak mıydık” diye geçirdim. Neyse ki bu bakış açısı bende çok uzun sürmedi.

Gördüğüm her şeyin, ama her şeyin bir tasarım ürünü olduğu farkındalığı yüklendi bana o an. Trafik lambası mesela, en arkadaki sürücü de görsün diye yükseltilmiş bir direk. Sonra orta şeritteki göremeyince yatayda da şekillendirilmiş. Kolay elde edilebilen 3 yuvarlakla 3 trafik emri evrensel bir şekilde eşleştirilmiş. Basit, ama bir tasarım harikası.

Yangın çıkış kapı kolları mesela yatayda uzanan dümdüz bir boru hattı gibidir. Tüm kapıyı boydan boya kaplar ve hiç estetik durmaz. Nedenini düşündünüz mü? Tamamen fonksiyona ve acil duruma yönelik bu kapı, panik anında hayatında hiç kapı açmamış küçük bir çocuğun bile o anki refleksle ittirdiği anda açılabilecek şekilde tasarlanmıştır. Çekmen, indirmen, kaldırman gerekmez. Hafifçe yaslandığında bile açılır, açılmalıdır. Kapıya hangi yönden koşarsanız koşun o kapı koluna tutunmanız çok kolaydır. Bu yüzden sağ/sol taraflara değil, kapının tamamına gelecek şekilde tasarlanmıştır.

Bu farkındalıklara ulaşıp gördüğüm her şeyi yorumlamam elbette birkaç günde olmadı. Ama kısa sürede anladım ki mimarlık dediğimiz şey kolon ve aks sistemini oturtup duvarlarla plan şekillendirmekten ibaret değil. Ve bu fakültede öğrendiklerim, benim düşündüklerimden çok daha fazlasını verecek bana.

Bu noktada farklı konuları birbirine bağlayabilme becerisi giriyor bence devreye. Roma’da uçaktan iner inmez girdiğimiz koridorda karşımıza bir metro çıkmıştı. “Daha pasaporttan geçmedik, nereye gidiyor bu, binmeli miyiz” diye düşünürken bu ray sisteminin havalimanının uzak noktalarından rahat gelebilmek için tasarlanmış olduğunu, valizlerle merdivenleri kullanmak zorunda kalmayalım diye de direkt havalimanı ile entegre olduğunu fark ettim. Ulaşım yapılarında sürekli kot farkını yaşamak, basit bir yürüyen merdivenle çözüldüğü zannedilse de aslında oradaki insanlar için büyük bir zulüm oluyormuş. Orada onu anladım.

25 yaşında olmasına 4 ay kalmış, kariyerinin başında ve neyi nasıl yapacağıyla ilgili ciddi şüphelere düşüp mesleğini uzun uzun düşünen bir mimar olarak yazıyorum bunları. 10 sene sonra mesleğe bakış açımı anlattığım bu satırlardaki fikirlerim değişir mi bilmiyorum. Benden 20-25 yıl tecrübeli mimarlar ne düşünüyor bilmiyorum. Ya da bu yazıyı okuyan kaç kişinin mesleğe bakış açısı değişecek, onu da bilmiyorum.

Bildiğim tek bir şey var ki, mimarlık kesinlikle çok yönlü bir meslek. Kahve içtiğim fincandan bile ilham alabileceğim bir meslek. Ve hayır, bu fincan şeklinde bir yapı tasarlamak anlamına gelmiyor. Bence tasarımı anlamak ve yorumlamak da tam bu noktada başlıyor.

Bir yanıt yazın