“Küratör”e Dönüşümden “Küratörün Dönüşümü”ne…

Çok değil bundan on yıl önce, "küratör" kavramı ve kavramın uğradığı dönüşüm üzerine yazmak enikonu bir işti.

Tartışmanın ülkemizdeki mazisi bir parça daha geriye alınabilse de 2000’li yılların konusunu oluşturuyordu küratörün neliği hakkındaki şüpheler. O günlerde küratör, Foucault’nun “Müellif Nedir?” ve Barthes’ın “Müellifin Ölümü” yazılarından hareketle eseri yaratan öznenin anonimleşmesi ve piyasanın bu öznelik kaybına karşı yeni bir aktör yaratma çabasıyla ilişkilendirilirdi. Müzede, depodaki her şeyi bilmek, onları korumak, koleksiyonu zenginleştirmek ve toplumu sanat konusunda bilinçlendirmek için bu koleksiyondan sergiler düzenlemekle yükümlü olan küratörün, sergi yapımcısı olarak küratöre dönüşmesi sürecinin paydaları üzerine yazılır çizilirdi.

Organizatör Olarak Küratör
Ancak artık buna gerek kalmadı. Küratör rüştünü ispat etti. Müzenin piyasayla entegrasyonunu sağlayan uzman olarak küratör sanat tarihiyle ilgili bütün bağlarından sıyrıldı, özgürleşti. Müze uzmanı ya da sanat tarihçisinden küratöre dönüşüm tamamlanır tamamlanmaz (ki bana göre Türkiye’de bu süreç 1987 yılındaki ilk büyük uluslararası sergilemeyle başlayıp 1995’te René Block küratörlüğünde gerçekleştirilen 4. Bienal’de tamamlanmıştır) bu kez de küratörün dönüşümü başladı. Kimdi o? Yetenekleri nelerdi? Kimin için konuşurdu? Ne yer, ne içerdi? İki binli yılların ortasına dek süren bu tartışma süreci sonunda yeni tip küratör artık iyiden iyiye biçimlenmişti.
 

Günümüzde onun kim olduğu herkes tarafından biliniyor. O artık sıra arkadaşınız, mahalle komşunuz, sürekli takıldığınız cafe’deki ahbabınız. Bütün derslerde uyukladığı halde nasıl olup da sınıfı geçtiğine akıl erdiremediğiniz, eline boya bulaşacak diye tuvali ucundan olsun tutamasa da ne, nerede, nasıl yeniri bilen seçkin bir gurme. Açık ki, her serginin küratörlük edimi olduğu bir zaman diliminde küratörün kimliğine dair sorular da anlamsızlaştı. Şimdi herkes küratör; hepimiz küratörüz.

Müellif (author) kendi ürünü üzerindeki otoritesini zaten çoktan yitirmişti. Ne ki, bir süre için o otoriteyi eline geçirdiği yanılsamasını yaşayan küratörün de kaderi farklı olmadı. Karizmatik küratör devri de başladığı gibi sona eriverdi ve onun yerine, eski, bildik çarşı esnafından organizatör aldı küratörün yerini. O şimdi bir organizasyon figürü. Düğüne masa, konsere çiçek bulan 70’lerin yaman organizatörü çıktı küratörün altından. Aynı çok bilmişlik, aynı çiğlik, aynı sakillikle… (Tabii bu kez İngilizce konuşanından.)

Epistemolojisiz Kültür
Her ne kadar Bürger bir simülasyon olduklarını öne sürmüşse de, post-avangardın Duchamp’dan hareketle sanatı sergi salonunun dışına taşıma girişimi yeni bir algı çerçevesini zorunlu hale getirmişti. Ancak görünen o ki, bienallerde karşımıza çıkan ve bir dönem küratör kimliğinin ayrılmaz parçası olarak görülen kavramsal çerçeve geliştirme eğilimi sonunda piyasayı fazla ağırlaştırmaya başladı. Temalandırma ya da markalandırma sürecinin içinde erimediği müddetçe şimdi ona da iyi gözle bakılmıyor. Kavramsal çerçeve artık ya iyiden iyiye çingene bohçasını andırıyor ya da “burada bir bulut gördüm bu da bir bulut” hadi ikisini yan yana koyalım basitliğine geri dönüyor.
 

Bugün, kültür endüstrisi, bilinçli-bilinçsiz yürütücüleriyle epistemolojik herhangi bir yükü sırtına almayan yeni bir kültür tanımı yarattı. Düşünsel süreçlerle birlikte arzuların yönlendirilmesiyle de şekillenen bu yeni süreçte sanat tarihçisine olduğu gibi küratöre de yer yok. Akla karşı olduklarını dilinden düşürmeyen postmodern cihanda “araçsallaşan akıl” piyasanın manipüle edici gücünün bir parçası olmakla kalmadı, distopik bir sonsuz karnaval içinde özneye dair bütün anlatıları da kocaman gövdesinde sindirdi.

1920’lerin avangardının, 60’ların özgürlük söyleminin ya da 80’lerin estetik karşıtlığının yokluğunda, sanata dair her türlü belirti bugün git gide daha da teatralleşerek var oluyor. Bugünün sanatından geriye kocaman bir “kitsch” kalırsa şaşırmamak gerek.

Etiketler

Bir yanıt yazın