Mimarlığımızın Kurtuluş Savaşı sürüyor

Cengiz Bektaş'ın Evrensel Gazetesi'nde yayınlanan yazısı...

Akıl almaz bir mimarlık mirası üzerinde olmamıza karşın, savaş alanlarında bizi ortadan kaldırmak isteyenleri alt ettiğimiz yengilerimize karşın, ne yazık ki çağdışılık nedeniyle yenik düştüğümüz bir kültür savaşı sürmektedir.
Oysa o günlerde Batıda, ilkeleri,
ilerleme, gelişme düşüncesi,
eşitlik,
akılcılık,
teknolojiye-araştırmaya inanç,
sağlık,
ergonomi,
yalınlık,
kolaylık,
dürüstlük,
açıklık,
gerçekçilik
olan “Modernizm” geçerliydi.
Halk yapı sanatımızın özellikleri de yirmi değişik yerleşmemizde benim saptamalarıma göre şöyle:
yapısal açıklık,
içtenlik,
yalınlık,
olduğu gibi görünme,
çözüme içten başlama,
içle dışın uyumu,
tutumsallık,
kolaylık,
gereçleri yakından seçme,
esneklik,
katılım.
Kısacası 1930 larda, “Halk Yapı Sanatı”mızla, modernizmin ilkelerinin çakışmakta olduklarını söyleyebiliriz. Bu durum gelecek için olumlu bir yolu açabilir, bu yolu ayrımsamadan yapılanlar gene bir biçim aktarması düzeyinde kalmayabilirdi.
Bu noktada 1930 ların başında Nazım Hikmet’in söylediklerini aktarmak istiyorum. Özellikle mimarlığımızın bugünkü durumu Nazım’ın söylediklerinin somut kanıtıdır:
“Evvelâ bir metodoloji meselesi olarak şunu kabul etmeli: Şekilden öze, muhtevaya değil, muhtevadan, özden şekle, ilk önce muhteva sonra şekil. Şeklin nasıl olacağını tayin edecek muhtevadır. Tabi bu metodoloji bakımından böyledir. Yoksa şekille muhteva bir birliktir. Lakin bu birlikte karşılıklı etkileri olmakla beraber eninde sonunda tayin edici unsur muhtevadır.”
Nazım Hikmet bu sözleriyle gerçekte, çağdaş mimarlığın, yüzyılın başında saptadığı ana ilkesini,
“Form fellow function”
“Biçim işlevi izler” özdeyişini dile getirmektedir.
Halk Yapı Sanatımızın da, Mimar Sinan’ın da ilkesidir bu…
O yıllarda Avrupa’ya yollanan genç mimarların bize getirdikleri de budur.
Seyfi Arıkan’ın, Sedad H. Eldem’in, Şevki Balmumcu’nun o yıllardaki yapıtları da böyledir.
Musataf Kemal’i yitirişimizden sonra, 1940 larda bu kez faşist Avrupa’nın etkisiyle geriye dönüş başlıyor.
Halkla ilişkileri hiçbir zaman doğru dürüst olmamış kişiler hemen bu değişime ayak uydururlar.
Ardından Missuri ile birlikte ABD etkisi başlar.
Dışarıdan etkilenmelere, değişik ülkelerin Türkiye temsilciliğine soyunan kişilerin yaptıklarına “çoğulculuk” demek zorunda kaldılar kimileri… Bana göre bu etkilenme son yıllarda, doğrudan kopyaya dek vardırıldı.
Bundan da kötüsü,
Osmanlı ile Selçuklu’nun ayrımlarını bile bilmeyenler, daha doğrusu onları da tam anlamadan, biçim kopyalamalarıyla mimarlık yaptıklarını sananlar işi Mimar Sinan’ a saygısızlığa dek vardırdılar.
Cumhuriyetin bağımsızlık savaşıyla başlayan mimarlığımızın kurtuluş çabası önemli örneklere karşın ne yazık ki son yıllarda saptırılmıştır.
Bunu önlemenin yolu Anadolu’ya bütüncül bakmaktan, kültürümüzü derinliğine kavramaktan, daha da önemlisi önce mimarlık eğitimimizi gözden geçirmekten geçer diye düşünüyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın