İstanbul’un böyle bir camiye ihtiyacı yok!

Mehmet M. Yılmaz'ın 05 Temmuz 2012 günü Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çamlıca’ya İstanbul’un her yerinden görülebilecek cami” projesinin mimarı belli olmuş.

Kahramanmaraş Belediyesi İmar Müdürü ve Kahramanmaraş Abdülhamit Han Camii’nin mimarı Hacı Mehmet Güner bu amaçla İstanbul’a Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müşaviri olarak atanmış bulunuyor.

Mimar Güner, 20 gündür çizimi üzerine çalıştığı projeyi Milliyet’te Gürkan Akgüneş’e anlatmış.

Buna göre cami büyük olasılıkla altı minareli olacak, “ecdadın yaptığı en geniş kubbe” kullanılacak, minareler Medine-i Münevvere’nin 105 metrelik minarelerinden daha yüksek olacak. Toplam inşaat alanı 15 bin metrekarelik bir cami ve klasik üslupla yapılacak. Mimarın anlattığına göre belki Sultanahmet’e, belki Selimiye’ye, belki eski bir Osmanlı selâtin camisine benzeyecek. Mimar Güner projenin iki-üç ay içinde toplanacağını söylüyor.

İstanbul’a bugüne kadar yapılmış camilerin en büyüğü yapılıyor ve bunca üst düzey mimari deneyimi olan ülkede, Başbakan’ın keyfine göre seçtiği bir mimarın üç ay içinde “toplayacağı” bir projeyle inşa edilecek. Neye benzeyeceğini daha mimarı bile bilmiyor!

Eğer Başbakan’ın beğendiği Kahramanmaraş’taki camiye benzeyecekse, aramızda buna “ucube” diyenler bile çıkabilir, o da ayrı mesele.

İstanbul’un “silueti” konusuna girmiyorum bile, şehrin yapılaşmadan korunabilmiş tek yeşil tepesine orantısız büyüklükte bir bina yapmak şehirciliğin neresine sığar. O da ayrı bir konu.

Çamlıca’da böyle bir camiye ihtiyaç yok, çünkü böyle bir camiyi dolduracak cemaat o civarda yok.
“İhtiyaçtan kaynaklanan” bir cami değil, dünyanın en güzel camilerinin bulunduğu bir kente katabileceği herhangi bir değer yok. Çehresi değişecek İstanbul’un halkına “Böyle bir cami ister misiniz” diye soran da yok.

Ama cami yapılacak, çünkü Başbakan “bir iz bırakmak” istiyor, ileride belki kendi adıyla anılacak bir cami!

Öyle bir iz ki aynı zamanda Türkiye’nin değişen iktidar gücünün altını da bastıra bastıra çizecek bir yapı.

Mimari ile iktidar yapısı arasında bir ilişki olduğu bilinen bir gerçek. İktidarlar, kendi güç ideolojilerini topluma dayatırken, mimariden de yararlanırlar. Taa eski Yunan’dan, Roma’dan beri bilinen bir durum bu.

Zamanla, o mekânların içinde ve çevresinde yaşandıkça, mimari insanları da o ideoloji doğrultusunda dönüştürüyor, gücü tartışılmaz hale getiriyor.

Londra’daki Tasarım Müzesi’nin müdürü Deyan Sudjic, “The Edifice Complex: The Architecture of Power” (Büyük Bina Kompleksi: Gücün Mimarisi” isimli eserinde şöyle yazıyor: “Neden devlet başkanları, başbakanlar, büyük işadamları, zorbalar, büyük tasarımları hayranlıkla paylaşırlar?

Bu, ellerindeki gücü etkilemek veya korkutmak için kullanmak ya da ölümsüzlük arayışı ve egolarını tatmin etme ihtiyacı mıdır?”

Ne dersiniz, Başbakan’ın Çamlıca’ya İstanbul’da bugüne kadar yapılmış en büyük camiyi yaptırma isteğinin arkasında hangisi var? Yoksa doğru yanıt “(e) Hepsi” mi?

Derenin intikamı yine ağır oldu!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bir sel felaketinin ardından “Derenin intikamı ağır olur” demişti.

Bu kez dere intikamını Samsun’un Canik ilçesinde aldı. 9 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ölenlerden beşi, TOKİ’nin iki derenin arasına yaptırdığı konutlarda yaşıyordu.

Bugünün Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, bu binalar yapılırken TOKİ Başkanı idi ve binaların tanıtımında söylediği şu sözleri bir okuyalım lütfen: “Projelerimizi büyük bir başarıyla yürütüyoruz. Türkiye’nin gerekli imar şartlarını taşımayan binalardan artık kurtulmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz. Canik’te halkımız için çağdaş bir yaşam alanı oluşturacağız.”
Bakan Bey’in bürokrat iken “çağdaş yaşam alanı” diye tanımladığı yer, dün “ölüm alanı” oldu. Bu binalar için yer seçilirken, inşaat alanının iki dere yatağının arası olduğu bilinmiyor muydu? Kuşkusuz ki biliniyordu. Ama birileri karar verdi, muhtemelen o günlerde yerel mimarların, mühendislerin uyarıları da dikkate alınmadı ve sonuç bu.

Şimdi TOKİ’nin yeni yönetimi “durumu inceliyor”muş. Durumu şimdi inceleyeceklerine, bilime kulak verseler, zamanında yer seçimi yapılırken bu incelemeyi yapsalardı, o beş vatandaşımız yaşamlarını kaybetmeyecekti.

Böyle her olayda olduğu gibi uzun bir inceleme yapılacak ve sonra kimsenin bu işte bir kusuru olmadığı anlaşılacak, olay örtbas edilecek. Ölen öldüğüyle kalacak, hatalı kararları veren yöneticiler koltuklarında oturmaya devam edecekler.

Bakan Bey de elbette istifayı düşünmeyecek.

Çünkü bizde işleri düzgün yürütmekle sorumlu olan kamu yöneticileri, esasen her şeyden sorumsuzdurlar.

Etiketler

Bir yanıt yazın