“Masumiyet Müzesi”

Masumiyet Müzesi, 50 yıl önce, İstanbul'da yaşayan bir ailenin eşyalarının toplandığı mütevazi bir İstanbul müzesi iddiasında.

Bu iddia apaçık bir davet sunuyor zira kitabı okumayanı da yakalıyor. Objelerle ruhu olan bir mekan yaratılmış, zaman dondurulmuş sanki. Müzedeki sergileme yöntemi de ayrı bir konu. İçi objelerle dolu 83 vitrin, kitabın 83 bölümüne tekabül ediyor. Sergilenen eserler 1950 – 2000 arası İstanbul hayatından toplanan eşyalardan oluşması şehir kültürünün yakın tarihinin saklanmasına katkıda bulunurken, diğer yandan da o yıllardaki dostlukların, hayatların ve belki de “şey”lerin masumiyetini ziyaretçiye aktarıyor.

Bir kitaptan esinlenen ilk müze olan Masumiyet Müzesi ya da bir müzeden etkilenen kitabın kahramanı Kemal’in, kendisine sevgilisi Füsun’u hatırlattığı için biriktirdiği eşyalardan oluşuyor. Duygulanmamak elde değil. Çünkü çoğu kişinin evi, bizlerin, sizlerin evi, anneannelerimizin evi aslında birer kişisel müze gibi. Sahilden toplanan bir çakıl taşı, yanında bir tüy parçası, sınav sonucunu bildiren sararmış bir mektup, gazeteden kesilmiş bir ölüm ilanı, dededen kalan saat, büyük annenin yadigar abajürü, bebeğin ilk patiği, yeğenin ilk boyaması, bir bayram sabahı çekilen aile resmi… Steril, net hatlı evler yerine yıllamış evlerde hikayesi olan parçaların saklanması herkesin bir zamanlar biriciği olup hatırasına hürmet ettiğine birer gönderme gibi. Müze gezilirken işte bu yüzden duygulanıyor insan. Üzerine bir de Füsun ve Kemal gibi sağlam bir hikaye ile kurgulanmış olması daha da etkileyici. Müze olmasa da roman nasıl kendi başına ayakta durup okuyucu tarafından anlaşılıyorsa, müze de roman olmadan kendi başına hissedilebilecek bir “yer” çünkü hepimizin “yer”leri gibi ya da onların toplamı…

Bana göre Orhan Pamuk, hayalini kurduğu müzeyi açtığı için hayalci bir girişimci. Objeleri sergileme yöntemi sebebiyle bir sanatçı. Kitabın yazarı olması saymıyorum bile. Zira kitap müzeden önce aynı isimle basılıp sayısız evi ziyaret etmiş, başucu yoldaşı olmuştu. Sanat eserlerinde olduğu gibi objeler; videolar, fotoğraflar, ışıklar ve ses enstelasyonları ile birleşince güçlü bir nostalji duygusu oluşturan çağdaş sanat işleri gibi izleniyor. Üstelik sahici. Bir roman bitirmek gibi; müze daha ilk kattan son kata doğru pek çok ayrıntı ile birbirine bağlanıyor. Okuyucuların kitaptan hatırlayabileceği (Füsun’un küpesi, bardağı, tokası, Meltem gazozunun şişeleri gibi) bir takım objeler ile projeye geçmiş zaman olgusu, kitabın hikâyesine de olağanüstü bir gerçekçilik katılmış oluyor. Okuyan, okumayan ama müzeyi ziyaret eden herkes kendiden bir parça buluyor böylece…


Tüm duvarları camlı vitrinlerle dolu bir müze katı, tıka basa hatıra dolu dolaplarla çevrili. Korkuluklar bile iki cam içine özenle asılmış çatal, bıçak, tuzluk, Füsun’un saat ve tokaları ile dolu…


Müzede ziyaretçileri, romanın kahramanı Füsun’un içtiği 4.213 sigaranın etkileyici yerleştirmesi karşılıyor. Kemal yani Orhan Pamuk Fusün’un içtiği her bir sigara izmaritini, tarihlerini sıralayarak ve günün hissettirdiklerini tek tek yazarak duvara dizmiş.


Müzenin giriş katı. Yere romanın geliştirip açıkladığı Aristocu Zaman anlayışını, yani bölünemez anları birleştiren çizgiyi simgeleyen zaman spirali işlenmiş. Tıpkı atomlar gibi, “şeyler” de merkezdeki bu boşluğun çevresinde; yukarıdaki “Zaman” adlı bölüme uzanıyor. İster sigara izmariti, ister tuzluk olsun, müzedeki her eşya bize tek tek anları hatırlatarak zamanı mekana çeviriyor…


İlk kutu çok çarpıcı, ismi;

HAYATIMIN EN MUTLU ANI

Kim bilebilir ki sevdiği yanından ayrıldıktan sonra onun evde unuttuğu bir küçük parçayı bulmak hayatının en mutlu anı olacak? Herkes daha önünde yaşanacak çok an var diye düşünür genellikle. Kemal bize belki de olamayacağını anlatıyor, tüm gerçekliğiyle…

Orhan Pamuk uzun bir aradan sonra müze için tüm süreci anlatan bir metin kaleme aldı. Müze kataloğu “Şeylerin Masumiyeti” aslında uzun bir anlatı gibi. Adım adım, obje obje koleksiyon ve dizilimi anlatılırken bir yandan da Orhan Pamuk ailesine dair ayrıntılar veriyor.


“Bir müze yapacağım, kataloğu da roman olacak.”

Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti, Sayfa 21


Çukurcuma’da bir eskici dükkanının vitrininden…


Müze kurulmadan önce Orhan Pamuk topladığı objelerle…

Pamuk’un bahsettiği eski bina; Brukner Apartmanı. Firuzağa Mahallesi’nde Çukurcuma’nın eskicileri, antikacıları ve ıvır zıvır satıcılarının tam ortasında. Eski halinden çok farklı artık. Pamuk’un sevdiği renge boyanmış. Pencereleri daha çok duvar elde etmek için özenle kapatılmış. Pamuk’un dünyanın çeşitli yerlerinde gezdiği küçük ‘merak müzeleri’ gibi. Uzun zamana yayılı, özverili bir çalışma sonucu yenilenen binada Orhan Pamuk’un yıllarca topladığı objelerle oluşturduğu koleksiyonu misafirleri ile paylaşıyor.


Orhan Pamuk müze fikrini şöyle anlatıyor: “Bir yandan da Kemal’in Füsun için kurduğu müzeyi, ben Çukurcuma’da kuruyorum. Bu karara vardıktan sonra, bundan dokuz yıl evvel Çukurcuma’da bir bina satın aldım. Sonra o binayı bir müze mekanı haline getirdim. Sonra da kendimi Kemal gibi hissederek eşyalar toplamaya başladım ve romanımı da zaman zaman bu eşyalar üzerinden anlattım.”


“…müzeyi ve romanı birlikte düşünürken, hayali bir hikayenin “gerçek” eşyalarını bir müzede sergilemek ve eşyalar üzerinden bir roman kurmak istedim…”

Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti, Sayfa 15


“Ne yazık ki Kemal topladığı eşyaların Masumiyet Müzesi’nde nasıl sergilendiğini göremedi. Eşyalar dikkatle, özenle yan yana konunca, ortaya çıkan raslantısal güzelliği biz de kendi zevkimiz ve gözlerimizle saptadık.”

Orhan Pamuk, Şeylerin Masumiyeti, Sayfa 78-79


Girişten en üst kata kadar mekanlarda eşyalar, artık sadece Kemal’in değil, herkesindi…

Orhan Pamuk’tan açık mesaj: “Günlük hayatlarımız değerli – hareketlerimizin, kullandığımız kelimelerin, kokularımızın, seslerimizin, eşyalarımızın detayları korunmayı hak ediyor”

Orhan Pamuk, “Masumiyet Müzesi” çalışmalarına İhsan Bilgin ile başladı, Cem Yücel ile sürdürdü ve Gregor Sunder Plassmann ile bitirdi. Cem Yücel ile yapım aşamasını anlatan bir söyleşi gerçekleştirdik…

Bak, bu sessizliklerde şeyler,
Sanki en gizli sırlarını
Teslim edecek gibidirler.
“Limonlar” , Eugenio Montale


Müze bileti. Ama aslında okuduğunuz kitabı gösterek de müzeye girebiliyorsunuz.

Orhan Pamuk’un müzenin açılışı vesilesiyle yazdığı manifestoda da, şu öneriler yer alıyor:

Düşüncelerimi bir sırayla ifade edeyim:

1. İmparator ya da kral saraylarının halka açılmasıyla şekillenen ve vazgeçilmez bir turistik ziyaretgâh ve milli bir simge halini alan Louvre, Hermitage gibi büyük milli müzeler, milletin hikâyesini (yani tarihi) bireyin hikâyesinden çok daha önemli kıldı. Oysa tek tek bireylerin hikâyesi, insanlığımızı bütün derinliği ile ortaya koymak için daha uygun.

2. Saraylardan milli müzelere geçiş ile, destanlardan romanlara geçiş arasında bir paralellik olduğunu görüyoruz. Evet, eski kralların kahramanlık hikâyeleri olan destanlar, onların yaşadığı saraylar gibidir. Ama milli müzeler romanlar gibi değiller.

3. Bir topluluğun, cemaatin, takımın, milletin, devletin, halkın, bir kuruluşun, şirketin, bir cinsin tarihini anlatmaya çalışan müzelerden bıktık, yorulduk. Tek tek bireylerin, sıradan hikâyelerinin bütün büyük toplulukların tarihinden daha zengin, daha insani ve çok daha mutluluk verici olacağını hepimiz biliyoruz.

4. Sorun Çin, Hint, Meksika, İran ya da Türk tarih ve kültürlerinin ne kadar zengin olduğunu anlatabilmek değil. (Elbette bu da yapılmalı, ama bu zor değil.) Zor olan, bu ülkelerde günümüzde yaşayan tek tek insanların hikâyesini aynı zenginlik, derinlik ve güç ile müzelerde anlatabilmek.

5. Bana göre müzeler, bir devleti, milleti, şirketi, belirli bir tarihi vs. iyi temsil edip edememeleriyle değil, tek tek bireylerin insanlığını ortaya çıkarıp çıkaramamalarıyla ölçülmeli.

6. Müzeler daha küçük, daha bireysel ve daha ucuz olmalı. Ancak böyle, tek tek insanların hikâyelerini ifade edebilirler. Büyük kapılı büyük müzelerde, insanlığımızı unutup devleti ve kalabalıkları hatırlamaya çağrılıyoruz. Bu yüzden Batı âlemi dışında milyonlarca insan müzelere gitmekten korkuyor.

7. Günümüz ve geleceğin müzelerinde sorun devleti temsil değil, insanı ortaya çıkarmaktır. Bu insanın yüzyıllardır acımasız baskılar altında olduğunu da unutmayalım.

8. Büyük anıtsal, sembolik müzelere giden para ve kaynaklar, tek tek insanların hikâyelerini anlatan küçük müzelere gitmeli. Bu kaynaklar, insanları kendi küçük evlerini ve hikâyelerini “müzeleştirmeye” teşvik edip onlara destek olmalı.

9. Eşyalar çevrelerinden, sokaklarından kopartılmadan kendi doğal evlerine hüner ve dikkatle yerleştirilirse, zaten kendi hikâyelerini anlatırlar.

10. Şehirlere, mahallelere hükmeden anıtsal binalar insanlığımızı ortaya çıkarmıyor, tam tersi onu eziyor. Daha insani olan; mahalleyi, sokakları, çevredeki evleri, dükkânları, her şeyi serginin bir parçası haline getirecek mütevazı müzeler hayal edebilmek!

11. Müzelerin geleceği evlerimizin içindedir.”

Etiketler

3 yorum

  • talha-gencer says:

    Orhan Pamuk başlıbaşına bir değer. İnsan-eşya ilişkisini o kadar gerçekçi ve naif betimliyor ki okuyucusu roman ile hakikat arasında nerede olduğunu şaşırabiliyor. “İstanbul” kitabında da müze oda, müze ev deyimlerini kullanmıştı. Masumiyet Müzesini henüz gezemedim, ancak kitabı okuduğumdan beri merakla bekliyordum. Ellerine, ruhuna sağlık Orhan Pamuk…

  • beyza-yaran says:

    kemal’in saplantı haline getirdiği aşkı için müze açması fikri bir roman konusu olarak başlı başına harikulade iken bir de bunu okuyucuya sunması çok ciddi bir başarı…çukurcuma’yı, açık hava sinemasını, sigara izmaritlerini okuyucunun zihninden çıkarıp somutlaması alkışa değer…orhan pamuk çağdaş türk edebiyatının yüz akıdır.

  • havva-alkan-bala1 says:

    Bala Alkan.H. 2009 “Masumiyet Müzesi’nden Mimarlık Müzesine Beyin Fırtınası” YAPI Mimarlık-Kültür-Sanat Dergisi sayı:335 Ekim 2009, sayfa 66-69, YEM yayınları, İstanbul

Bir yanıt yazın