“Taş, Buranın Yaşamına Dair Birçok Anlamı İçeren Bir Malzeme”

Taş dosyasını, 2010'dan bu yana Kapadokya'da, Uçhisar merkezli Argos Yapı'nın başında olan, taşla ilişkisinin gün geçtikçe daha derinleştiğini bildiğimiz Aslı Özbay ile yaptığımız söyleşiyle kapatıyoruz.

Facebook iletinizde gördüm, “Biz severiz taşla uğraşmayı” demişsiniz. Kişisel bir soru sorarak başlıyorum ben de: Ne ifade ediyor taş sizin için?

Kapadokya’da yaşamaya başlayana kadar, ‘çok güzel ve olanaklı bir mimari malzeme’ idi. Ama buradaki taş, ‘barınma, sığınma, yaşama, sanat, gelenek, ekoloji, heykel…’ gibi, daha derin, daha buranın yaşamına ait birçok anlamı birden içeren bir malzemeye dönüştü.

Argos in Cappadocia’da taşla birden fazla yöntemle çalışıyorsunuz diye tahmin ediyorum. Bir mağara olarak kullanılan, yerin altında oyularak negatif hacme dönüşen taş var; bir de örülerek şekillenen, duvara, tonoza dönüşerek yükselen taş. Bunların ikisinin beraber mekân oluşturma hikâyesi nasıl süregeliyor? Belli bir desen, işlevsel bir ayrışma var mı?

Çok uzun yüzyıllar boyunca oyarak, içine ilişerek ve sadece mağaraların içinde yaşamış insanoğlu Kapadokya’da. Yaşama alanlarını da ahırları ve samanlıkları da mağaralarda çözmüşler. Dışarıdan mağara oymak için açtıkları kapıların zamanla eriyip bozulmasını yavaşlatabilmek için ‘saçak’ niyetine giriş tonozları yapmışlar kayaların önüne. Bu tonoz girişler zaman içinde odalara dönüşmüşler… diye ilerliyor hikaye.

Kapadokya’nın yeraltındaki ‘yerleşik düzen’ yaşama kültürünü kimi akademisyen Frigler, birçoğu ise Hititler’den başlatıyor. Akademi, bu bölgedeki sivil mimariyi doğru dürüst çalışıp, bilgiyi yaygınlaştırmadı. Kapadokya’nın sivil yaşam kültürüne ait hala eksik/yanlış bilinen çok şey var. Benim tahminim, tarıma dayalı yerleşik yaşam, Osmanlı’ya kadar büyük ölçüde yeraltında, kayaların içinde geçiyor. Osmanlı ile akınlar, baskınlar sona erip, barış ve istikrarın sağlandığı dönemlerde, insanlar mağaralardan yer üstüne yükselip, kâgir odalar yapma cesareti buluyorlar. Kapadokya evlerinin en görkemlileri, 19. yüzyılın zenginlikleri ve Tanzimat sonrası etkileriyle birlikte ortaya çıkmaya başlıyor; evler büyüyor, bezemeler cephelere yansıyor… Müthiş silmeler, konsollar, heykele dönüştürülmüş kapılar/pencereler, geç dönemin eserleri olarak beliriyor.

Bu öykü, Kapadokya’nın her köyünde, oranın sosyo-kültürel tarihine bağlı olarak farklılaşıyor. Mesela Uçhisar, 11. yy’dan itibaren Türkmenleşen bir köy. Argos in Cappadocia da, 1970’lerde taş taş sökülerek hafriyat alanına döndürülmüş bir mahallenin yaşama döndürülmesi projesi. Biz burada, asırlardan buyana oyulmuş olanı, molozlarından arındırıp gün yüzüne çıkararak, kayaların üzerinden sökülen taş evlerin izlerini sürüyoruz. Bulduklarımızı ayağa kaldırıyor, aradaki boşlukları yeni işlevin ihtiyaçları doğrultusunda tasarlayarak, mevcut dokuya eklemleniyoruz. Bir tür tarih dedektifliği yapıyoruz ve bulduklarımızdan çok şey öğreniyoruz.

Taş ile çalışmak (Uçhisar taşı da diyebiliriz buna) nasıl şekillendiriyor mimariyi? Buranın taşı nelere izin veriyor?

Buranın taşı çok şeye imkân veriyor ama alanın heykelsi doğası ve koruma alanları, bu dürtüleri kontrol altında tutmayı gerektiriyor. Dokunmaya kıyamadığınız bir alan Kapadokya. Bizim deneyimimiz daha çok detaylarda yenilikler aramak yönünde ilerledi bugüne dek çünkü hep, asırlık yeraltı dokularını korumakla uğraştık. Günün birinde, nefis bir blok kaya içinde mekân yaratma deneyimine kavuşabilmeyi umuyorum. Bu henüz gerçekleşmedi.

Uçhisar taşı pek sorunlu bir kayadır. Çok nefis pembemsi bir rengi var ama çok yumuşak, fena dökülüyor, aralarda kumul katmanlar çok fazla, vs… Göreme’nin tüfü öyle değil mesela, çok daha sağlam bir blok var orada. Zaten insanlar da bunu keşfetmişler ve en görkemli manastırlarını buldukları en sağlam kayalıkların içine yapmışlar. Mağara mimarisinin çok etkileyici örneklerini kiliselerden izlemek mümkün.

Tabii taş (volkanik tüf) özellikle mimari açıdan sınırsız olanaklar sunan bir malzeme: Kayaoyma mekânlarda, alçı/sıva kadar ‘pırıl’ kesilmiş duvarları, oymalarla bezenmiş tavanları olan mağara odalardan; kıvrımları, kabalığı ve değişken duvar dokularıyla, içine tırlar sığacak büyüklükteki mekânlara varan çeşitlilikte tasarımlara el veriyor Kapadokya’nın kayalıkları.

Kapadokya’da sanatçıların da işi çok zor çünkü zaten doğa öyle bir sanat ürünü ortaya koymuş durumda ki, bununla başedebilmek kolay değil.

Yeni yapım teknikleri deniyor musunuz? Uçhisar’a veya daha geniş kapsamda bölgeye özgü yapım tekniklerini gözlemleyebildiğiniz örnekler var mı?

Evet, hem yeni mekânın gereklilikleri hem de dokunun zorlamaları nedeniyle denediğimiz yeni, karma teknikler oluyor. Taştan vazgeçmeden, çelikten ve betonarmeden yardım aldığımız, geleneksel duvar dokularında farklılaşmalara gittiğimiz durumlar yaşadık, yaşıyoruz. Ama bunları yaparken temel kabulümüzü unutmamaya özen gösteriyoruz: ‘haddimizi bilmek’ ve tarihi doku içinde öne çıkma endişesi duymadan, mekânın ruhunu zedelemeden yeniyi aralara yerleştirmeye, eskiyle birlikte yaşatmaya çalışıyoruz. O nedenle yapılanlar genellikle detaylarda kendini gösteriyor ve ancak ‘gören gözler’ anlıyor onları.

Geleneksel dokuda da, bugünküne benzer şekilde ekonomik olanaklar yapı tekniğine yansır. Kesme taşın yoğun kullanıldığı bol bezemeli yapılar, zengin işidir. Mesela Mustafapaşa/Sinasos köyünde, Ürgüp ve Avanos’un “paşa konaklarında” bol kemerli, büyük hacimli kesme-taş konaklara çok rastlarız. Tonoz tavanlar da zenginlik göstergesidir: Tonoz örtü hem alt hem üst katlarda kullanıldığında yapım işi çetrefilleşir, yapı ağırlaşır, mekan hacimleri büyür, ustalık zanaat becerisi gerektirmeye başlar. Kemer-tonoz-duvar ilişkilerinde müthiş sofistike çözümlerle karşılaştığım örnekler oldu. Özellikle Sinasos bu açıdan çok güzel konakları olan bir köydür. Ama Uçhisar gibi daha fakir köylerde daha mütevazi malzemeyle, moloz/kaba-yonu taşlarla örülü zemin kat duvarları görürsünüz. Kesme taş, üst kotlardaki yaz odalarında kullanılır. Mekânlar daha ufaktır, bezemeler seyrekleşir, üst kat tavanları ‘hezen’ denilen kavak strüktürlerle kapatılır.

Kapadokya’nın geçmişinde, 700 usta barındıran bir taş ustaları loncasının varlığını ve bölgedeki işleri onların yaptığını biliyoruz. Yapım teknikleri büyük ölçüde standarttır ama yapılar büyüyüp zenginleştikçe, mekân detayları da farklılaşıyor.

Kapadokya’da kullanılan taşın yapıların sürdürülebilirliğine yönelik; iklimlendirme ve bakım kolaylığı ile maliyet açısından avantajları var mı?

Bu ciddi bir sorun: Kapadokya tüfü ekolojik ve bezemeye elverişli bir malzeme diye nam saldı ve bölgenin dışında çok fazla talep görür hale geldi. Bu durum, taş ocaklarının talebe yetişememesi sonucuna çabuk götürebilir bizi. Dikkat etmek, aşırı tüketimi kontrol etmek üzere kamu kontrolünü sağlamak lazım.

Ekolojik değer meselesi doğru; boşluklu ve yalıtım değeri yüksek bir malzeme tüf. Ama duvarları çimento esaslı harçlarla ördüğünüz zaman, taşın yalıtım değerini azaltıyor çimento. Eskiden toprak ve sönmüş kireçle inşa edilen yapılarda bu sorun yok. Ama maalesef Türkiye sönmüş kireci unuttu! Artık üretmiyoruz bu şahane ve ucuz malzemeyi. Yapım teknolojilerimizden çıkardık. Taşı çimento bağlayıcılar ile kullanınca, yalıtım değerini korumak için özel detaylar geliştirmek, örneğin çift duvarlar yapmak gerekiyor. Bu da, maliyeti avantaj olmaktan çıkarıyor. Bu vesileyle vurgulamak isterim: Restorasyon sektörünün, söndürülmüş kirece ihtiyacı var. Türkiye gibi bir kireç ülkesinde artık bunu üretmiyor oluşumuz büyük gaflet.

Kapadokya taşı, bölge dışı piyasada daha çok dekorasyon ve kaplama amaçlı kullanılıyor. Ankara Belediyesi’nin yaptırdığı o dehşet veren kent kapılarında Kapadokya’nın taşlarını kullandılar (suistimal ettiler) mesela. Her görüşümde kahroluyorum… Süslemeli şömineler için hazırlanan taş blokların kıtalar arası seyahat ettiğini biliyorum. Günümüz CNC teknolojisinde artık Kapadokya taşına bu kadar ihtiyaç yok, her çeşit taş rahatlıkla kesilip şekillendirilebiliyor. Sektörün, taşımızı rahat bırakmasını ve arsızlık nedeniyle doğayı tahrip edecek gereksiz taş ocakları açtıracak taleplerden uzak durulmasını umuyorum.

Hem yeniden inşa hem restorasyon hem de yeni yapıların yapıldığı oldukça karma bir proje alanı var elinizde. Dokunun devamlılığını sağlayacak kararları alırken sizi yönlendiren prensipler var mı?

Elbette… Turgut Cansever’i saygı ve sevgiyle bir kez daha analım; onun öğretilerinden yararlanıyoruz. Çalışmakta olduğumuz alan, 1996’da burası için düşünmeye başlayan Turgut Bey’in felsefesini anlamak ve sürdürmek açısından elverişli bir zemin hazırlıyor: Kır-kent farklılaşması; çok katmanlı tarihi bir köy mekânını kentsel özentilerle dönüştürmeme duyarlılıkları; alanın tarihi derinliğini anlamak ve buna saygı gösteren bir yenileşme tavrını sürdürmek; yeni olanı farklılaştıracağım diye haddini aşmamak; öne çıkmaya değil ‘araya kaynamaya’, eski olanın yanında adap ile var olmaya çalışmak… Argos’da bunu yapmaya çalışıyoruz.

Yeni taş ustaları yetişmesine önem verdiğinizi biliyorum, pratikle bu kadar iç içe bir mimari proje yürütürken usta ile mimar iletişiminin şehirdekinden farklı olduğunu öngörüyorum. Taş ustası ne anlama geliyor proje için?

Onlardan çok şey öğreniyoruz… Taşı ve kayayı çok iyi tanıyorlar. Hayatları taşın içinde yaşayarak geçmiş. Babadan, dededen biliyorlar onu nasıl işleyeceklerini, sorunlarıyla nasıl başedeceklerini. Taş ustalarımız, statik, mekanik, jeolojik konularda mühendislerin yetersiz kaldığı birçok durumda ciddi destek sağlıyor bize. Ayrıca, sınıfların varlığının sorgulanır hale geldiği bu çağda “emekçi” kavramının içini her anlamda onlar dolduruyorlar. Bunu büyük bir tevazu ve tevekkülle yapıyorlar. Bölge için çok temel bir değeri, zanaatı sürdürüyorlar. Varlıkları çok önemli ve çok değerli.

Etiketler

Bir yanıt yazın