“Mimar Kağıt Üstünde Mimarlık Yapamaz”

Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da Duravit için düzenlenen bir konferansın özel konuşmacısı olan Sergei Tchoban ile görüştük.

Selin Biçer: Rus olmanıza rağmen nasıl Berlin’e gittiniz ve meslek hayatına başladınız?

Sergei Tchoban: Profesyonel hayatıma Rusya’da başladım. 1986 yılında liseden mezun oldum ve 1990 yılında Almanya’ya göç ettim. 1991 – 1992 yılında Almanya’da çalışmaya başladım. O zamanlarda Rusya’da mimar olmak zordu. Araştırıyorsunuz, üretiyorsunuz, tasarlıyorsunuz, ama inşaa edemiyordunuz. Mimar kağıt üstünde mimarlık yapamaz. Eğer inşaa edemiyorsanız ancak grafik tasarımcı, ressam ya da akademisyen olabilirsiniz. Mimarsanız, maalesef inşaa edebilmelisiniz. Tasarladıklarınızı inşaa edebilmek için iyi müşteriye, iyi bir inşaat firmasına, iyi çizimlere ve yeterli bilgiye sahip olmalısınız. Bunlara Rusya’da sahip olamadığım için gitmeye karar verdim. Aslında tüm bunları Almanya’da öğrendiğim için şanslıyım, çünkü Almanya çizimleri, inşaat tekniklerini, sistem detaylarını çok iyi öğreten okullara sahip. Bütün bunları öğrendiğim için memnun olsam da bunları yabancı bir ülkede öğrenmek hoş değil. Başka bir dil öğrenmek ve bununla birlikte yeni davranış tarzı ve kültür öğrenmek durumunda kalıyorsunuz. Projenizi başka bir dilde yabancılara anlatıyorsunuz. Zamanında gayet iyi olan bir okuldu ve burada okuduğum için memnunum. Çok uzun zaman oldu, Alman gibiyim artık.

SB: Ben çok büyük bir Berlin hayranıyım. Biraz portfolyonuzu incelediğimde Berlin’de çok önemli yerlerde çok fazla binanızın olduğunu farkettim. Bu işleri nasıl aldınız, şansla mı ilgili yoksa nedir?

ST: Tabii ki çok büyük bir şans. Ben hayatımızı şansın şekillendirdiğine inanıyorum. Şansınız vardır ya da yoktur. Woody Allen’ın Match Point filmindeki gibi. Şansı kullanmak önemli ve ben iyi kullandığımı düşünüyorum. Bizim mimar olarak şansımız iyi müşterilerle karşılaşmak. Benim ilk iyi müşterim Aquadom’un bulunduğu komplekste birlikte çalıştığım müşteriydi. 1997 yılıydı ve tasarladığım şeyin çok çılgın olduğunu düşünse de bana inandı ve inşaa ettik. Kendisi yatırım fonunun başındaydı, o zamanlar Almanya için bu banka gibiydi ve bu benim için büyük bir şanstı. Müşterilerinizin size inanması güven basamakları açısından çok önemli. Şansınızın olması gereken nokta size güvenen iyi bir müşterinizin olması. Yetenek ya da diğer şeyler önemli olsa da güven olmadan işe başlayamadığınız için daha geri planda kalıyor.

SB: St. Petersburg ve Berlin’i mimari açıdan nasıl karşılaştırıyorsunuz? Buna İstanbul’u da eklersek bu konuda ne diyebilirsiniz?

ST: Nesneler şehri ve mekanlar şehri olarak ikiye ayırıyorum. Nesneler şehri açık alanlar ve nesnelerin sahip olduğu kültüre sahiptir. Bence genellikle nesneler şehirlerinden söz edebiliriz. Bir nesnenin arkasından başka biri geliyor, belirli bir mesafe oluyor. Sonra bir boşluk geliyor. Ne boşluğunu neden orada olduğu bilmiyoruz, ama o orada duruyor. Daha sonra başkaları geliyor farklı dönemlerden farklı malzemelerden ve farklı tarzlarda. Bir binayı beğenirken diğerini çirkin bulabilirsiniz. Bu nesnelere benzer şekilde mobilya dükkanı, müze ya da bir binanın önü gibi. Mekanlar şehirlerine gelince her bina bir diğeri kadar önemli olmasa da ordaki mekanın kalitesini, parmaklığını ya da bahçesini düşünmek önemli. Yine her bina çok mükemmel olmasa da belki çok iyi köşelere sahip ya da diğerleriyle birlikte bir bütünlük oluşturuyor. Bu bütünlük en önemli şey.

İstanbul’da bu biraz daha farklı. İstanbul daha az mekan şehri ama yine de çok ilginç mekanlara sahip. Bir tarafta 18. yüzyılda yapılmış eski bir duvar ya da yeni farklı bir şehir merkezinde inanılmaz ayrıntılarla yapılmış eski bir bina görebiliyorsunuz. İstanbul mekanlar şehriyle ve nesneler şehrinin arasında bir yerde sanırım. Berlin ya da St. Petersburg’dan farklı mekanlara ve alanlara sahip. Ama mekan şehrinin çok önemli parçalarına sahip. Bu İstanbul’a üçüncü gelişim ve her seferinde eski ve yeninin bir araya gelme detaylarını görmek ve ışık açısından farklı deneyimler yaşıyorum. Buradaki ışığı birçok Avrupa kentinde göremiyorsunuz. Örneğin Berlin’de çok fazla yağmur, kar ve sis var. İklim ve mimarinin birlikte nasıl çalıştığını görebiliyorsunuz burada.

SB: Neden İstanbul’da olduğunuzu kısaca açıklayabilir misiniz?

ST: Dürüst olmak gerekirse Duravit ve ben İstanbul’un ve Türkiye’nin kaliteli ürünler için büyük bir pazar olduğunu düşünüyoruz. Duravit’le kaliteli ürünler ortaya çıkardığımız düşünüyorum ve bu ürünleri tüm yönleriyle, kalitesiyle, tasarım felsefesiyle tanıtmak istiyoruz. Bence burada insanlar detayları ve mimariyi seviyorlar çünkü mimarinin içerisinde yaşıyorlar. Mimariyi yaşamalılar, Duravit’i de yaşamalılar. Bunun nedenini açıklamak için buradayız.

SB: İstanbul’da yakın gelecekte Duravit dışında başka bir mimari projede yer almayı planlıyor musunuz?

ST: Bir sonraki şansın gelmesini beklemeliyim sanırım. Çok iyi Türk bir müşteriyle çalışıyorum. Titanik Oteli’nin sahibi Mehmet Aygün’le Berlin’de 400 odalı büyük bir otel olan ikinci Titanik Oteli’ni yapıyoruz. Berlin’in şehir merkezinde Alman, Türk ve Rus kültürünü bir araya getiren bağlantılara sahip bir alan. Şu andaki müşterimle devam etmek isterim ya da başka bir Türk müşteriyle de çalışabilirim.

SB: Türk Mimarları için de Rusya çok büyük bir pazar. Türk mimarların Rusya’daki işleriyle iligili bir fikriniz var mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

ST: Türk inşaat firmalarıyla çalıştığım için Türk mimarlarla da tanışma fırsatı buluyorum. Türklerin çalışmalarının ve inşaat firmalarının kalitesi beni çok etkiliyor her seferinde. Rönesans firmasında Türkler ile Leninsky’de bir ofis binası için tarihi taşlarla bir cephe yaptık. Tabii ki Türk mimarlarla da iletişim kuruyorum bu şekilde. Bence Türkler, Ruslar ve Almanlar için büyük bir şans bu. Türkler benim anavatanımda çok aktifler, onlara iyi şanslar ve bizimle iyi ilişkiler diliyorum. Çünkü bu durumun Rusya’nın kaliteli hizmet alması açısından iyi bir şans olduğunu düşünüyorum.

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın