“Mevcut Kültür ve Sanat Kurumlarını Mimarlığa İkna Etmek Durumundayız”

Louis Kahn'a Yeni/den Bakış sergisi 12 Mart'a kadar Pera Müzesi'nde devam ediyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen N. Müge Cengizkan'la sergiyi, Louis Kahn'ı ve sergiye eşlik eden kitabı konuştuk.

Küratörlüğünü mimar Müge Cengizkan, tasarımını ise Bülent Erkmen üstlendiği Louis Kahn’a Yeni/den Bakış sergisi, Cemal Emden’in Kahn’ın eserlerinden yakaladığı fotoğraflarını merkezine alıyor. Sergiye eşlik eden kitap ise Pera Müzesi’nde gördüklerimize paralel, yazınsal bir dünyanın kapılarını aralıyor. Öyleki kitap Kahn’ın düşünce dünyasına kendi cümlelerinden ve Emden’in fotoğraflarından baktığımız kolaj bir mecraya dönüşüyor. Pekala bu kolaj halin sergide de bizi kuşattığı, Büşra Tunç’un videolarının arasına düşen cümlelerin, Louis Kahn’a dair tanıklıkların, kitapların ve çizimlerin ünlü mimarın üretimine farklı şekillerde temas etmemize ön ayak olduğu söylenebilir. 4 Mart’a kadar Pera Müzesi’nde devam edecek olan sergiye gitmenizi tavsiye ediyor ve serginin küratörü Müge Cengizkan ile söyleşimize geçiyoruz:

Burcu Bilgiç: “Louis Kahn’a Yeni/den Bakış”, sergiye eşlik eden kitabın giriş yazısında sizin de söz ettiğiniz gibi, çok boyutlu bir sergi. Sergi çalışmaları ilk olarak nasıl bir fikirle başladı ve süreç boyunca hangi boyutların eklenmesiyle son halini aldı?

N. Müge Cengizkan: Sergi adının da söylediği gibi “Kahn’a Bakmak” ya da İngilizce adının daha iyi ifade ettiği biçimiyle “Framing Kahn”, profesyonel biçimde pek çok kez yapılmış olsa da Louis Kahn’ın yapılarını yeniden ve yeni bir gözle fotoğraflamak fikrinden ortaya çıktı. Sadece yapıları fotoğraf yoluyla çerçevelerken değil, bu yeni bakışı serginin izleyicisine geçirmeye çalışırken yeni ne olabilir düşüncesiyle de biçimlendi. Cemal Emden fotoğraflarının içeriksel kurgusunu yaparak Kahn’ın sözleriyle yoğurduktan sonra, Buşra Tunç’un tüm bu malzeme üzerinde çalışarak ortaya koyduğu mekânsal video aracılığıyla izleyicinin yapıları içinde yaşar gibi deneyimlemelerini istedik. Video akışı içerisinde sergi salonunun farklı noktalarında belirip kaybolan Kahn’ın “Sessizlik ve Işık” üzerine sözleri ise mekân hissini daha da güçlendirdi. Serginin ve kitabın tasarımcısı Bülent Erkmen, sınırları herzaman zorlayan biri olarak projenin görülen biçimiyle sonuçlanmasındaki en önemli aktörlerden biri oldu.

Türkiye’de ilk Kahn sergisinin içerik yoğun olması gerekirdi. Türkiye’den bakmanın özel yanlarını da projeye dahil etmek anlamlıydı. Kahn’ın yüksek lisans stüdyosu tedrisatından geçen ve ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nin ilk eğitmen kadrolarından, bazıları benim de hocam olmuş Gönül Aslanoğlu Evyapan, Orhan Özgüner, Yıldırım Yavuz, Cengiz Yetken’le söyleşiler ile Kahn Koleksiyonu’nu baş araştırmacı olarak tasnif eden Neslihan Dostoğlu söyleşisi hemen projenin başında ilk gerçekleştirdiklerimizdi. Ahmet Gülgönen yazılarıyla katkıda bulunmayı tercih etti; böylece Jale Erzen’in yorumlarına eşlik eden bir yazı grubu daha ortaya çıkmış oldu. Çok anlamlı olacağını bildiğimiz halde, Kemal Aran ve Reyhan Tansal Larimer çeşitli nedenlerle projeye katılamadılar.

Seranit Grup desteğiyle yola çıktığımız projede belli bir aşamaya geldikten sonra Pera Müzesi’nin de projeyi en az bizim kadar sahiplenmesiyle, sergi ve kitabın çerçevesini genişletme olanağı doğdu. Böylelikle Kahn Koleksiyonu’ndan mimari çizimler, Kahn üzerine bir belgesel ile Kahn’ın çocuklarının koleksiyonunda olan seyahat eskiz ve resimlerini de getirtebildik. Açılışa birkaç ay kalana kadar özgün malzemeyi getirebilme umudunu taşıyorduk, fakat özellikle 2017’nin ikinci yarısından itibaren tahminimce ABD ile yaşanan siyasal krizin de etkisiyle, görüşmeler olumlu sonuçlanmadı, bu nedenle sergide reprodüksiyonlar yer alıyor.

Hem var olan malzemenin toparlanması (mimar üzerine yayımlanmış kitaplar, hali hazırda Louis Kahn tarafından yazılmış veya söylenmiş metinler, yapıların çizim ve eskizleri) hem de sergiye ve kitaba dahil olan yeni malzemenin üretimi (Kahn’ın öğrencileriyle yapılan söyleşiler ve yeni metinler) açısından oldukça titiz yürütülmüş bir çalışma olduğu görülüyor. Bütün bu çalışmanın nasıl bir zaman dilimine ve coğrafyaya yayıldığından biraz bahsedebilir misiniz?

Projeyi 2016 yılının başlarından itibaren geliştirmeye başladık, yaklaşık iki yıllık kesintisiz ve giderek yoğunlaşan bir süreçti. Bir yandan hangi yapıları seçkiye dahil edeceğimizi belirlerken, bir yandan Kahn’ın yazdıkları ve üzerine yazılanlarla konuyu derinleştirdik. Cemal Emden daha önceden de fotoğrafladığı örneğin Hindistan İşletme Enstitüsü gibi yapıları yeniden ziyaret ederken, özellikle konutlar gibi çok zor izin alma süreçleri gerektiren yapıları ilk defa programına aldı. Sonuçta Kahn’ın özellikle Pensilvanya’da yoğunlaşan mimari üretimlerinden, Dakka ve Ahmedabad’a uzanan coğrafi uzaklıklar arasında bazen birkaç kez ziyaret gerektiren bir süreç yaşandı. Ulusal güvenlik problemleri nedeniyle sadece Bangladeş Ulusal Meclisi’nin iç mekânlarını belgeleme şansımız olmadı belki ama, ele aldığımız 16 yapı için elimizde binlerce fotoğraflık bir arşiv oluştu. 


Kahn’ın ilk kez Türkçeye tam metin olarak çevrilen kült metinlerinin de olduğu kitabın tasarımı Bülent Erkmen’e ait.

Sergiye eşlik eden kitabın da başlı başına bir ifade alanı olarak ele alındığı söylenebilir. Acaba Louis Kahn’a Yeni/den Bakış’ın sadece bakmalık değil, aynı zamanda okumalık bir proje olduğunu söyleyebilir miyiz? Kitabın içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz?

Onbeş yıla yakındır mimarlık yayınları editörlüğü yapıyorum, özellikle mimar monografileri bunlar içinde önemli bir bütün oluşturuyor. Louis Kahn’a Yeni/den Bakış kitabı bir mimar monografisi değil, fakat bugüne kadar ürettiklerim içerisinde özel yeri olan kitaplardan biri. “Kitap aklın armağanıdır”, Kahn’ın çok bilinmeyen aforizmalarından. Bir tapınağa yapılan sunak, adak gibi, kütüphaneye aklın yaptığı bir armağan, bağıştır kitap! Bu söz, bir editörün Kahn’a hayran olmasına ve başlamasına yetecek güçte. Dolayısıyla projede kitap en az sergi kadar önemli bir yerde duruyor.

Kahn sergisi, fotoğraf, çizim, eskiz ve resimler ile temsiller üzerine kurulu. Sergide Kahn’ın üretimlerinin görsel temsillerini oldukça öne, diğerlerini ise geriye çekip, belki bir kısmını da kitaba sakladık, orada derinleştirdik diyebilirim. Kitap ise, serginin yayını olmanın ötesine geçerek, değerli yazarların ve Bülent Erkmen’in katkılarıyla neredeyse özerk, kendi başına bir üretim oldu. Kitabın özgünlüğü yapıların tek bir fotoğrafçının gözünden, kadrajından bütünlüklü biçimde sunulması kadar, en az onun kadar öncelikli, Kahn’ın ilk kez Türkçeye tam metin olarak çevrilen kült metinleri “Mimarlıkta Kanun ve Kural” (1962), “Sessizlik ve Işık” (1968) ve “Oda, Sokak ve İnsanlığın Uzlaşısı” (1971) yazılarını Türk okura sunmasıdır. Kahn’ın düşünce derinliğini gösteren, yaşama ve mimarlığa ilişkin çok sayıda aforizma niteliğinde sözü var. Genelde yapılageldiği gibi Kahn’ın sözlerini bağlamından çekip aforizmalaştırmadan, onları jenerikleştirmeden tam metinleri ile onun düşünce dünyasına yeniden bakmayı denedik.

Kitapta Kahn biyografisi, Kahn’ın yazıları ve sözlü tarih söyleşileri dışında iki önemli yazı bulunuyor. Ressam ve sanat tarihçisi Jale Erzen, bugüne kadarki Kahn yazını üzerinden yeniden bakıp özellikle Kahn mimarlığının ontolojisine üzerine yeni sözler üretti. Erzen, aynı zamanda, erken yaşlarından itibaren iyi resim yapan Kahn’ın özellikle çıktığı uzun Avrupa seyahatlerinde karakalem, pastel, suluboya ile ürettiği işleri dönemin sanat akımları içerisinde değerlendirerek, Kahn’a bir sanatçı olarak eğildi. Kahn’ın öğrencisi ve ofisinde mimar olarak çalışan isimlerden Ahmet Gülgönen ise düşünceden tasarıma, oradan uygulamaya uzanan mimari üretim sürecinde Kahn’ın mimari çizim ve eskizleri nasıl işlevselleştirdiği ve özelleştirdiğine ilişkin gözlemci bir bakış üretti.

Kahn’ın yapılarına “Işıkla Tektonik”, “Yeri Kurmak” ve “Programı Yoğurmak” temaları çerçevesinde tekrar bakmayı öneriyorsunuz. Bu temalar Louis Kahn’ın mimarlığını anlamakta serginin seyircisine bir izlek sunuyor mu sizce?

Kahn’ın özellikle ışık kullanımı ve tektonik kalitelerin öne çıktığı, New Hampshire’daki Exeter Kütüphanesi, Teksas’taki Kimbell Sanat Müzesi gibi yapıları “Işıkla Tektonik” yoğrulmalar olarak değerlendirildi. İçinde konumlandığı yer ile ilişkisi önemli olan yapı ve yerleşkeler, örneğin Dakka’da bulunan Bangladeş Ulusal Parlamentosu, Kaliforniya’daki Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü’ne “Yeri Kurmak” bağlamında bakıldı. Kahn’ın yapının işlevini, programını yorumladığı yapılar örneğin Pensilvanya’da Richards Tıbbi Araştırmalar Binası, Indiana’da bulunan Fort Wayne Güzel Sanatlar Merkezi ve Okulu ise “Programı Yoğurmak” öncelikli yapılar olarak ele alındı. Kuşkusuz, yapılar bu temalar çerçevesinde geçişkenlik gösterecek, aynı yapı birkaç farklı tema altında ele alınabilecektir. Fotoğraf ve metinlerin editöryal iddiası ise, Kahn’ın söylemleriyle de örtüştürerek, onun seçtiğimiz kült yapılarına temelde bu çerçeveden bakılabileceği.


Cemal Emden’in Louis Kahn yapılarını fotoğrafladığı serisi serginin görsel omurgasını oluşturuyor.

Serginin, farklı temsil şekilleri arasında (fotoğraf, çizim, metin, video-söyleşi) gezinen bir kurgusu var. Bu kurgu nasıl şekillendi? İşlerini orijinalini sergileyemeyeceğiniz birinin, bir mimarın sergisini yapmanın doğasından gelen ne gibi avantajlar ve zorluklarla karşılaştınız?

Aslında başta da değindiğim gibi, sadece yapıları fotoğraf yoluyla çerçevelemek değil, serginin bu yeni bakışını izleyiciye geçirmeye çalışırken “yeni” ne olabilir düşüncesi bizi başından beri çok uzun boylu meşgul etti. Yapıları deneyimleme fırsatı, hele hele kullanma deneyimi, öyle kolay kolay başka yöntemler ve araçlarla telafi edilebilecek, üstesinden gelinebilecek bir deneyim değil. O zaman basmakalıp yöntemlerde yapılageldiği gibi, Gideon ve Zevi benzeri “uzman” değerlendiriciler, ya da Corbusier ve Mies van der Rohe gibi “ileri” çağdaşlar, ya da Frampton ve Curtis gibi “günümüz” eleştirmenlerinin onay ve görüşleri dışında, yapı ve mekânların kendilerini temsilleri, bizi düşündüren en önemli konulardan biri oldu. Modern mimarlık tarihçisi ve mimarlık eleştirmenleri William J.R. Curtis ve Ákos Moravánszky de projeyle ilgilendiler, fakat başta proje zamanının darlığı gibi farklı nedenlerle katkılarını yansıtamadık. Başka mimarlar için başka koşullarda farklı arayüzler hala bulunabilir ama bizim kendi koşullarımızda katedebildiğimiz mesafe buraya kadar oldu.


Louis Kahn’ın yapılarının yanında resimleri de, seyirciyi mimarın bakışını yakalamaya davet ediyor.

Geniş bir seyirci kitlesine hitap eden müzelerde, mimarlara ve mimarlığa dair sergilerle sık karşılaşmıyoruz. Öncelikle şunu sormak istiyorum, sizce mimarlık sergileri geniş kitlelerin ilgisini çekebilir mi? Veya şöyle de sorabilirim: Seyircinin ilgisi daha çok serginin hayata geçmesi için bir kriter midir?

Pera Müzesi ile işbirliğimiz bu anlamda çok olumlu biçimde ilerledi. Suna ve İnan Kıraç Vakfı’nın Pera Müzesi dışında kurduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile Antalya’daki Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Merkezi, kent ve mimarlık araştırma, sergi ve yayınlarına daha fazla olanak sağlayan yapılar, kurumlar. Pera Müzesi, mimar ve mimarlıkla bu denli doğrudan ilgili bir sergiye en azından yakın dönemde ilk kez evsahipliği yapıyor. Kahn sergisi ve kitabının, kent, mimarlık ve tasarım alanından çok sayıda profesyonelin ve öğrencinin yanı sıra sanat çevresi başta olmak üzere farklı kesimlerden insanların yoğun ilgisini çektiğini gördük. Bu ileriye dönük olarak oldukça heyecan verici! Hala bir mimarlık müzesi ve enstitümüzün olmadığını düşünürsek, mevcut kültür ve sanat kurumlarını “mimarlığa” ikna etmek durumundayız. Ortalama sanat üretimlerinin bile kendi mecrasını daha kolay bulduğunu, mimarlığın ise tüm bu inşaat hengâmesine rağmen kendi tartışma ve temsil mekânını oldukça zor bulduğunu düşünüyorum.

Louis Kahn’a bu zamandan ve bu coğrafyadan yeniden bakmak, serginin küratörü olarak size neleri gösterdi?

Louis Kahn ve mimarlığı ile karşılaşma olanak ve ortamlarının 2010’lu yıllarda uluslararası alanda ve Türkiye’de de eşzamanlı olarak yeniden arttığını söylemek mümkün. Bunda Kahn’ın evrensel değerlere yaslanan, hızlı tüketime direnen, başlangıçların, arketiplerin, ışık ve strüktürün koreografisinin izlerini süren, fakat özellikle derin deneyimler sunan zamansız bir mimarlık olmasında aramak gerekli. Bildiğim kadarıyla uluslararası alanda da tek bir fotoğrafçının gözüyle, çerçevesiyle kurulan ilk Louis Kahn sergisi, dolayısıyla sergi ve kitapta etkileyici bir bütünlük ortaya çıktığını düşünüyorum.

Louis Kahn üretimi ve söylemi kolay biçimde kategorize edilmesi görece zor bir mimar, düşünür, sanatçı, bir “mimarlık gurusu”. Sergi metinlerinde de sıkça andığım gibi, bizim yakınlıklarımız açısından baktığımızda, Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Tanrı’nın yarattıklarına bakışını mimar gözüyle alıntılayabilecek düzeyde bilen, Atatürk ismini doğru telaffuz edip ve onun hayatının ne kadar dramatik olduğunu tartacak kadar tanıyan, Corbusier’ye olduğu kadar Mimar Sinan’a hayran, bilge bir dünya adamı. Türkiye, anlaşılıyor ki, Kahn için özeldi. Sergi, bütün bu katılımlar yoluyla, Kahn’a özel ve özgün bir Türkiye katkısı sunmuş oluyor.

Not: 12 Mart’a kadar Pera Müzesi’nde devam edecek serginin paralel etkinliklerini buradan takip edebilirsiniz.

Etiketler

2 yorum

  • hakan-ozkan says:

    ” Erciyes’in eteğinde kurulmuş bir Roma kenti olan Kayseri, kale ve sur kalıntılarından bakıldığında; “yeni dünya düzeni”nin tanımladığı ve sürekli yeni talepleri karşılayabilmesi için acımasızca, kendi bağlamından koparılarak nefes nefese yarıştırılan bir kent durumundadır.” harika tespit

  • anil-tufan-esgin says:

    Kayseri doğumluyum ,her yaz mutlaka orada bulunuyorum.Her şeyden önce şunu söylemeliyim ,bir hafta konaklayan biri, şehirde hakim olan ferahlık hissini farkedebilir. Gerçekten sıkışık olmayan bir düzen var bunu beğeniyorum. Ama şu soru da aklıma gelmiyor değil. Her zaman çok düzenli ve kurallı olan mı güzel olmayı hak eder?

Bir yanıt yazın