Liz Peace

ArkiPARC 2012'de "Türkiye'de 'Yeşil' Mümkün Mü?" başlıklı oturuma konuşmacı olarak katılan İngiliz Emlak Federasyonu (BPF) CEO'su Liz Peace ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

ÇY: İngiliz Emlak Federasyonu’nun yaptığı işleri ve ne şekilde çalıştığını özetleyebilir misiniz?

LP: İngiliz Emlak Federasyonu, emlak endüstrisinde faaliyet gösteren kurumların birleşmesinden oluşuyor. Kuruluşumuz Büyük Britanya’daki ticari emlak endüstrisini temsil ediyor. Üyelerimizin hepsi bu endüstrinin içinde yer alıyor. Emlak şirketleri, büyük kurumlar, fonlar, fon yöneticileri, bankalar, profesyonel hizmet veren şirketler… hepsi bizimki gibi kendilerini çıkarları doğrultusunda temsil eden bir kuruluşa yaptıkları ödemelerin yerine ulaştığına inanıyorlar. Bu temsil öncelikli olarak yapılan yasamaların endüstrinin aleyhine olmadığından emin olmak için hükümete yapılan temsili içeriyor; ancak bunun yanı sıra ticari emlak endüstrisinin yaptıkları da tanıtılıyor. Aslında bu endüstri çok yanlış anlaşılmış bir endüstri. İnsanlar genelde tüm bu ofislerin ya da alışveriş merkezlerinin kimler tarafından inşa edildiğini tam olarak kavrayamıyor. Yine de temelde, üyelerimizin hükümette ya da ekonomide ne olursa olsun büyümeleri ve onları korumak için varız.

ÇY: Tüm bu anlattıklarınızı tasarımcı boyutuna indirgeyerek tekrar yorumlayabilir misiniz? Tasarımcılar, özellikle mimarlar BPF’den ne şekilde yararlanabilir?

LP: Bu çok ilginç bir soru, çünkü üyelerimiz arasında saydığım tüm bu kurumlar mimar çalıştırıyor ve mimarlarla çok yakın ilişkileri var. BPF’de 1 ya da 2 mimar bulunuyor, ancak onlarla çok iş yapıyoruz. Mimarlar arasında birçok yakın arkadaşımız var. Ben CABE’de (Commission for Architecture and the Built Environment) üye olarak bulunmuştum. Yani mimarlık dünyasını çok iyi biliyorum. Yine de bu dünyaya BPF’de buna bir bölüm ayıracak kadar dahil olamadık. Ancak bunu gerçekleştirmek çok faydalı olacak çünkü mimarlar nihayetinde kendilerine iş verme potansiyeli olan kişilerle bir araya gelmek isteyecektir. Bu kesinlikle dikkate almamız gereken bir şey.

ÇY: Bunu “sürdürülebilirlik” çerçevesinden de ele alırsak oldukça önemli hale geliyor. Yaptığınız işler arasında var olan yapıların yenilenerek sürdürülebilir hale getirilmesi de var. Biliyorsunuz bu iş bir modaya dönüşerek, “yeşil çatı eklenmesiyle sürdürülebilirlik sağlamak” haline geldi. Siz bunu nasıl ele alıyorsunuz? Mimarlara sunabileceğiniz daha somut şeyler var mı?

LP: Ne demek istediğini çok iyi biliyorum! BREAAM ve LED gibi belirli birkaç standarda göre inşa etmek ortaya kısıtlı ve birçok şeyden mahrum kalan bir ürün çıkarıyor. Binaların gerçekten sürdürülebilir şekilde inşa edilmesini sağlamada mimarların rolünün çok büyük olduğu açık. Yalnızca mimarlar ya da geliştiriciler de değil, çeşitli sektörlerden birçok insan gerekiyor. Binanın “nasıl inşa edileceğinin” yanı sıra inşaattan sonra “nasıl kullanılacağının” da büyük önemi var. Büyük Britanya’da mimarların sürdürülebilirliği gündemde tuttukları hissedilebiliyor, ancak sonra varılan nokta “Müşterinin ödediği bu kadar, ancak bunu yapabiliriz” oluyor ne yazık ki. Müşterilerin çoğu işte o “yeşil çatıyı” ekleyerek listede sürdürülebilirliğin yanına bir tik atıyorlar. Bunu biz de yaptık, ancak daha fazla entegrasyona ve sürdürülebilirliğe bütünsel bir yaşam konsepti olarak bakmaya ihtiyacımız olduğunun farkındayız. Bunu yaparken yeniden kullanım, dönüşüm, tasarım gibi araçlar kullanmalıyız.

ÇY: BPF, kamu ve hükümet arasında önemli bir arabulucu görevi görüyor. Bu tip oluşumlara sahip olmayan ülkeler için nasıl bir model önerebilirsiniz?

LP: Biz her zaman şöyle düşünüyoruz: Biz var olmasaydık da birileri benzer bir oluşumu yaratırdı. Avrupa’ya bakarsanız yetki alanları dahilinde birtakım emlak federasyonları var oldu. Kısacası böyle ülkeler için önerebileceğim şu, büyük şirketleri temsilci bir yapının varlığının iyi bir fikir olduğuna ikna etmek. Küçük başlayıp, sonradan endüstri ölçeğinde yapmanız gereken şeyleri keşfetmelisiniz. Aslında buradan (ArkiPARC) başlayabileceğinizi düşünüyorum, sonuçta biz de mimarlık camiasını dahil etmeyi ihmal etmiştik!

ÇY: Bu anlamda, ArkiPARC ya da ArkiPARC gibi oluşumlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

LP: Henüz çok gezemesem de şehrin bu harika noktasında kurulmuş fuarın içinin çok dolu olduğunu görebiliyorum. İlginç bir şey anlatayım, biraz önce Hollanda’da bulunan bazı Avrupalı yayınlardan gelmiş kişilerle tanıştım. Hepimiz buradaysak bu Türkiye’de bir şeyler “olageldiği” içindir. Örneğin, Türkiye MIPIM onur ülkesi oldu ve bu da aynı şeyin göstergesi. Türkiye, Avrupa perspektifinden bakıldığında emlak açısından yeni oluşumlara gebe.

Etiketler

3 yorum

  • talha-gencer says:

    Orhan Pamuk başlıbaşına bir değer. İnsan-eşya ilişkisini o kadar gerçekçi ve naif betimliyor ki okuyucusu roman ile hakikat arasında nerede olduğunu şaşırabiliyor. “İstanbul” kitabında da müze oda, müze ev deyimlerini kullanmıştı. Masumiyet Müzesini henüz gezemedim, ancak kitabı okuduğumdan beri merakla bekliyordum. Ellerine, ruhuna sağlık Orhan Pamuk…

  • beyza-yaran says:

    kemal’in saplantı haline getirdiği aşkı için müze açması fikri bir roman konusu olarak başlı başına harikulade iken bir de bunu okuyucuya sunması çok ciddi bir başarı…çukurcuma’yı, açık hava sinemasını, sigara izmaritlerini okuyucunun zihninden çıkarıp somutlaması alkışa değer…orhan pamuk çağdaş türk edebiyatının yüz akıdır.

  • havva-alkan-bala1 says:

    Bala Alkan.H. 2009 “Masumiyet Müzesi’nden Mimarlık Müzesine Beyin Fırtınası” YAPI Mimarlık-Kültür-Sanat Dergisi sayı:335 Ekim 2009, sayfa 66-69, YEM yayınları, İstanbul

Bir yanıt yazın