“Analog Kusurluluğun, Rastlantısallığın ve Uğraşın Kıymetini Hatırlatıyor Bize”

Mimarlık + Fotoğraf söyleşi serisinde sorularımızı fotoğrafçı Emre Dörter yanıtlıyor. Emre Dörter aynı zamanda 12 Mayıs'ta sona erecek olan 212 Photography Festival'in konukları arasında.

Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının aynı sorulara getirdikleri farklı yorumlarla okuyucuları mimarlığa geniş bir perspektiften bakmaya davet eden Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde sorularımızı Emre Dörter yanıtlıyor. 

Fotoğraf ile Kanada’daki University of Victoria’da aldığı dersler ile tanışan Emre Dörter, Floransa’daki Accademia Italina’da moda fotoğrafçılığı üzerine yüksek lisans yaptı. 2005-2007 yılları arasında fotoğrafçı Roberto Quagli ile çalıştı. 2007 yılında İstanbul’da açtığı ofisinde tasarımcılar, çeşitli markalar ve dergiler için çekimler yaptı. Fotoğrafları, uluslararası medyada özellikle de mimarlık dergilerinde kapak fotoğrafı olarak yer aldı. Seyahat fotoğrafları Amerika, Avrupa, Asya ve Uzak Doğu ülkelerini kapsıyor. 

Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde ortak sorular İmge Bolluğu, Kusurluluk / Kusursuzluk, Dijitalleşme ve Yorum konu başlıkları altında toplanıyor. Mimarlar ve fotoğraf sanatçıları günümüzde değişen fotoğraf çekme ve paylaşma alışkanlıklarımız sonucunda ortaya çıkan imge bolluğunu, mekân ve çevresiyle kurduğu ilişkideki gerçekliğin fotoğrafa yansımalarını, mimarlık ve fotoğraf alanındaki dijitalleşmeyi, fotoğrafın mimari bir temsil aracı olması ve estetik değeri arasındaki ilişkiyi farklı bakış açılarından değerlendiriyorlar.

İmge Bolluğu

Herkesin fotoğraf çekebildiği bugünde “imge bolluğu” meselesi ulaşılabilirlik ve ifade özgürlüğü anlamında size ne ifade ediyor? Sizce bu belgeleme ve arşiv konusunda bir kolaylık sağlıyor mu?

Yeryüzündeki her imgenin bir ön izlemesi varmış gibi düşünebilirsiniz, bütün insanlık bu arşivin doldurulması için görevlendirilmiş gibi. Herkesin fotoğraf çekebilmesi, fotoğrafı oluşturmaktaki teknik etkenleri ortadan kaldırdı. Bunu fotoğrafın keşfi kadar önemli bir adım olarak görüyorum. Üretilen imgeler arşiv sözcüğünden daha çok “yığın” kelimesiyle ilişkilendirilmelidir ve bu yığının nasıl değerlendirileceğini gelecekte anlayacağız.

Herkesin fotoğraf çekebilmesi durumu, fotoğrafı bir sanat olarak algılamamızı engelliyor mu? Çekilen fotoğrafların kalitesi ve estetik değeri nasıl bir anlam ifade ediyor?

Sanat fotoğrafçılığı ve fotoğrafçılık her zaman iki ayrı kulvardaydı. Dijital çağın başlamasının bu durumu hiç değiştirmediğini düşünüyorum. Hatta görüntü üretiminde kolaylaşma/ ekonomikleşme birçok kişinin ağdalı süreçler içerisinde kaybolmadan, oturduğu yerden görsel üretim yapmasına imkân verdi. Yeni palet ile 12 yaşında bir çocuğun veya 75 yaşındaki sanat yetisi olmayan bir bireyin ne kadar özgün olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu müthiş bir tecrübe.


Fotoğraf: Emre Dörter. Kintele Kongre Merkezi, Kongo. Mimar: Avcı Architects

Fotoğraf karelerinin içeriklerinde de bir moda olduğunu görüyoruz. Yapıların kendini en iyi yansıttığı açıdan binlerce kopyası çekiliyor. Bir yapının, herkes için aynı fotoğraf anlamına gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Geçmişte resimde de aslında benzer süreçler gördüğümüzü fark ediyorum. Örneğin Modernizm akımının sonucu olarak ortaya çıkan Kübizm, Fovizm, Ekspresyonizm, Fütürizm, Dadaizm, Konstrüktüvizm ve Sürrealizm gibi… Akımlar birbirlerinden doğacak, birbirlerini izleyecektir. Çok yakın zamana kadar doğru kompozisyon ve pozlama neredeyse iyi bir fotoğrafın ölçütüyken bugün pek bir şey ifade etmiyor. Artık asıl olan özgün ve disiplinli olabilmek, oluşturacağınız fotoğraf serisinin dil bütünlüğü ve bir derdi olması sizi ayrıştırabilecek en önemli kriter. Yapılar özelinde, birbirinin aynı binlerce kare ise mimarın doğrusunun izdüşümü belki de, fotoğrafı yönlendirmesi.

Kusurluluk/Kusursuzluk

Daha önce “imge bolluğu” konusunda bahsettiğimiz gibi insanlar zaman zaman yapıları tek ve temiz bir çerçeve içine alırken zaman zaman da gösterilmek istenmeyen kusurları gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kusurun kıymeti, mükemmelin bozulması, insanoğlunun varoluş meselesiyle özdeş. Görüntü estetiğinde kusursuzluktan kopan imgeler bizi daha kolay içine çekiyor, belki bizim de kusurluluğumuzdan dolayı daha kolay ilişki kurabilmemize imkân sağlıyor. Mimari fotoğrafçılıkta bunun ne ölçüde olacağını bilmiyorum ama örneğin yemek fotoğrafçılığında kusurun görüntü estetiğine katkısı neredeyse yeni bir dil oluşturdu. Elle koparılmış bir ekmek, tabağın kenarında susam kırıntıları veya içerisinde çikolatası akmış bir pasta bizim ilgimizi hemen çekebiliyor. Mimari fotoğrafta da bu derece güçlü bir imgeleştirme düşünebiliyor musunuz?

Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmayı mı yoksa fotoğrafın kusursuz olmasını mı tercih ediyorsunuz?

Kişisel olarak mimari fotoğraflarımda geçmişe göre çok daha fazla kusuru dahil etmeyi hedefliyorum. Hatta burada kusur yerine “aksak” sözcüğünü kullanmak daha doğru olacaktır. Burada belirtmek isterim ki birçok proje için gerçekçilik, olduğu gibi fotoğraflanabilir olduğu anlamına gelmiyor. Yapılan değişiklikler içerisinde kontrollü bir aksaklıktan, bir leke değerinden bahsediyorum.


Fotoğraf: Emre Dörter. Astana EXPO 2017.

Mimarlar tasarladıkları yapılar hakkında konuşurken sık sık yapının bağlamından ve yerle kurduğu ilişkilerden bahsederler. Siz bir yapının fotoğrafını çekerken bu ilişkileri ve fotoğrafın bağlamını nasıl yorumluyorsunuz?

Mimarlar için olan “bağlam” kesinlikle fotoğrafçılar için de geçerli. Fotoğrafçının görevi mimarın hassasiyetlerini ve bir projeyi gerçekleştirirken kurduğu hayalin/planın resmedilmesidir. Dünyada nasıl bir koordinatta olduğunuz, buranın iklim ve coğrafi şartları, insan yapısı fotoğrafta dikkate almanız gereken bir şeydir. Bir modern kütüphaneyi düşünün, yalın brüt beton bir çevrelenişi var. Bu dünyanın herhangi bir yerinde olabilir, fakat bu kütüphanenin sakinlerinin kareye dahil olduğu durumda izleyici yönlendirilmiş olacaktır. Bu kişilerin milletleriyle ilgili ipucu bir bakışta bizi bir coğrafyaya götürecektir.

Dijitalleşme

Fotoğraf teknolojisindeki ilerlemeler mimari fotoğrafçılığı nasıl etkiledi ve bugünden farklı olarak gelişen teknolojiden gelecekte neler bekliyorsunuz? Bu gelişmeler fotoğrafçılığı nereye taşıyacak?

Fotoğraf tarihinde birkaç devrim yaşandı, film kullanılabilmesi, dslr kameralar, renkli film ve dijitalleşme belki de. Mimarlık fotoğrafçılığının devriminin ise dijitalleşmeden sonra insansız hava araçlarının kullanılması olduğunu düşünüyorum. Yıllar boyunca belli yükseltilerden, vinçlerden ve helikopterin sınırlı olanaklarıyla görselleştirilen yapıları artık insansız hava araçlarının mükemmel olanaklarıyla, yüksek hassasiyetle fotoğraflıyoruz.

Mimarlık fotoğrafçılığı özelinde çok kısa süre içerisinde büyük bir değişim olacağını düşünmüyorum, insansız hava araçlarının kullanımı kolaylaşacaktır. Kamera sensörleri daha büyük imajlar üretmemize izin verecektir, hafiflemeye ve hızlanmaya devam edeceğiz. Fakat robot teknolojilerinin yakın bir gelecekte bir mimarlık fotoğrafçısının işini elinden alabileceğini düşünmüyorum.


Fotoğraf: Emre Dörter. Dakar, Senegal.

Mimari anlatım / görselleştirme biçimleri içerisinde yeni teknolojiler (modelleme, rendering) ile fotoğrafı nasıl kıyaslıyorsunuz? Fotoğrafın yeni teknolojiler karşısında önemini yitirdiğini düşünüyor musunuz?

Yeni nesil modelleme teknikleri oldukça gerçekçi görseller üretebiliyor, birçok durumda bir fotoğraf üretimine gerek kalmamasını sağlayabiliyor. Üstelik fotoğrafa göre kusursuz ve sonsuz değişimi mümkün. Tadı ise bir fast food, standart bir öğün. Fotoğraf ise hala alakart.

Bir nostalji arayışı olarak, analog makinelerin yeniden ele alınması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum üretim / tüketim dengesinde farklı bir yere sahip mi, yoksa sadece geçici bir moda mı?

Analog kusurluluğun, rastlantısallığın ve uğraşın kıymetini bize hatırlatıyor bence bu günlerde. Teknik beceriyle sınırlayamayacağımız, zanaati de içeren bir süreç… Daha önce sözünü ettiğim gibi kusurluluğun gerçek ve samimi hissettirmesiyle ilgili. İçten bir dili belki diğer eski bir gelenek olan baskıyla karşımıza çıkartıyor. Yakın zamanda baskının da kıymetinin artacağını, aile albümlerinin bile geri döneceğini düşünüyorum.

Yorum

Mimari projelerde de olduğu gibi, bir işveren(mimar) ile çalışırken, kendi yorumunuzu ne ölçüde dâhil edebiliyorsunuz?

Richard Sennett Zanaatkâr kitabında, sanatın bireysel bir girişim olduğunu, buna karşılık zanaatın kolektif bir temele dayandığını söylüyor. Özellikle birlikte çalışma gerektirdiğine inandığım mimari fotoğraf için üretimin zanaat kısmını da es geçemeyeceğimiz bir durum var.

Öncelikle iyi bir dinleyiciyim, yıllardır “brief” üzerinden reklam dilinde çalışmanın pratiği olarak kendi doğrumdan önce karşımdakinin derdinin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Uygulama sırasında mimarın benden beklentisini karşıladığımı düşündüğüm zaman kendi doğrularıma ve özgün bulduğum açılara geçiyorum. Çoğu zaman mimar bu açıları öngörememiş oluyor, bu da beni özgün kılıyor.

Bir yapıya bakış açınızın, mimari fotoğrafa etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ben mimar değilim ama mimarlık dilini “ikinci” -hatta belki de biraz bağımsız- bir bakış açısıyla algıladığımı düşünüyorum. Kusurun veya mükemmelliğin farkına varmam mesleki bir defo olarak çok az bir zaman alıyor. Kusura veya mükemmelliğe vurgu ise fotoğrafçılığın tercihiyle, izleyiciyi doğrudan yönlendirmesi oluyor.


Fotoğraf: Emre Dörter. Troya Müzesi, Çanakkale. Mimar: Yalın Mimarlık.

Fotoğrafı salt sanat olarak değerlendirmeniz mümkün mü yoksa bunu bir meslek pratiği olarak mı görüyorsunuz?

Ben bulunduğum noktadan, gerçekleştirdiğim sanat enstalasyonları dışında, bir meslek praktikeriyim. Hastalığı doğru tanımlayıp bir operasyon gerçekleştirmek gibi, fırsat bulunca soyutlamaktan hoşlansam da bir amaca hizmet etmedikçe sadece güzel/doğru olanın yetersiz olduğu kanısındayım. Aksi çok benmerkezci bir yaklaşım olur bence. Buckminster Fuller mimari bir problemin çözümü için söylemiş ama, ben fotoğraf için kullanacağım o cümleyi: “Bana bir iş geldiğinde güzelliğini düşünmem, ama o iş bittiğinde eğer güzel değilse, o iş yanlış olmuş demektir”.

Tersten bakıldığında mimarların da, artık tasarım aşamasında üç boyutlu algılamanın yanı sıra, bittiği aşamada nasıl fotoğraflarının çekilebileceğini, kadraja neyin sığacağı kaygısı ile tasarladığını düşünüyor musunuz?

Bence mimarların öncelikli kaygıları, bütçeler dahilinde nasıl bir uygulama sonucuyla yüzleşecekleri. Sınırlar tasarımın sonucunu doğrudan belirliyor, hatta bazen olumlu da etkiliyor bence. Fotoğraf tüm tasarım süreçleri içerisindeki belki en çıplak görselleştirme şekli. %99 u tamamlanmış bir yapının hala inşaat halinde hissettirmesi veya %100’ü tamamlanmış bir yapının sadece camlarının temizlenememiş olmasından dolayı fotoğraflanamaması gibi.

Mimari üretimde estetik kaygı tabii ki olmak zorunda, ancak yeni (sosyal/online) dünyanın bir gereği var artık, o yerin/yapının “Instagramable” olması. Sanırım bu kriter mimarı dahi etkiliyor.

Etiketler

1 Yorum

  • davut15 says:

    Sayın hocam, öncelikle emek verip kayda değer bulup güzel güzel yazmışsınız. Ama yazınızdaki bütün maddelere tek tek değinmek yerine genel bir yorumda bulunmak isterim bir mimar olarak ve diğer yazıda da yorum yapmış biri olarak.

    Yazınızda annenin yanlış tabirlerinden ya da “öpmeye kıyamamak” gibi sözlerinden yola çıkarak bunu sorgulamışsınız. Yani annenin yazdığı yazıdan sonra bunu okuyan biri sadece “Anne olayın içinde değil birinci kişi olarak dışarıdan bakıyor onu anlarız ama yorum kısmında yazılanlara ve öğrencilik hayatımızda başımıza gelen ya da arkadaşlarımızın başına gelenlerle ilgili ne diyor bu yazı?” diye sorduğumuzda yazınızın bizlere yüklediği bir anlam kalmıyor. Diğer yazının yorum bölümünde yazılan birinci kişilerin yaşam ve gözlemleri “hepsine kefil olamam iyiside vardır kötüsüde vardır” dan öteye gitmemiş.

    Yani önceki yazının esas ortaya çıkardığı okullardaki eğitim-insan ( öğretim demiyorum dikkat ederseniz) sorunları ve buna bir çözüm ihtiyacı. Bana kalırsa herkes çözüm önerilerimizi yorum kısmına sıralamak oldukça mantıklı olacaktır. Mesela benim aklıma gelen rektörlük aracılığıyla hocaların öğrenciler tarafından gizli bir şekilde notlandırılması güzel bir çözüm olduğunu düşünüyorum.

    Jüri hatıraları :

    – Bu kolonlar bunları taşır mı neden böyle koydun bunları bu şekilde?
    + Hocam onları ben…
    -Bide cevap veriyorsun hala laf yetiştirmeye çalışıyosun
    +Ama hocam siz sordu…
    -Seninle hiç polemiğe girmek istemiyorum tamam!

Bir yanıt yazın