“Amacımız Yapılar Hakkında Konuşmak Değil, Yapıların Olaylar Hakkında Konuşmasını Sağlamak”

15. Venedik Mimarlık Bienali'nde sergilenen ve bu yıl Ekim ayında 3. İstanbul Tasarım Bienali'nde de sergisi açılacak olan Forensic Architecture oluşumunun proje koordinatörü Christina Varvia ile görüştük.

Yakın zamanda Suriye’deki Saydnaya Hapishanesi ile ilgili çalışmalarını incelediğimiz “Forensic Architecture” araştırma kuruluşu, devletin ve hukuki ceza sistemlerinin dışında bırakılmış, insan veya çevre hakları ihlallerinin yaşandığı ülkeler, bölgelerde STK’lar, aktivistler ve savcılar için mekan analizi yapıyor. Forensic Architecture’dan Christina Varvia ile kuruluşun bienal katılımı, işleyişi ve geleceği hakkında kısa bir söyleşi yaptık.

15. Venedik Mimarlık Bienali’nde Giardini’deki katılımınızdan bahsedebilir misiniz? Nasıl karşılandı? Sergi, bienalde ele alınan güncel mimari ve sosyal tartışmaların içinde kendini nasıl konumlandırıyor?

Christina Varvia: Bienalde bu yıl, piyasadaki mimari faaliyetlerin etrafındaki söylemde genelde eksik olan politik konular ele alınıyor. Seçilen projelerin çoğu bu çağrıya tasarımsal öneriler ile yanıt verirken, bizim katılımımız mimarinin bir başka kullanımını ortaya koyuyor.

Projelerimizde mimarlığın çifte bir rolü var; hem şiddet olaylarının şahidi ve kalıntısı olarak araştırmanın odağında yer alıyor, hem de araştırmanın yöntemsel araçlarından biri. Mimari araçlar ile yaptığımız kentsel, yapısal veya bölgesel analizler çatışma bölgelerindeki karmaşık senaryoları çözümleme ve mekansal analizleri mahkeme veya diğer hukuki/politik forumlarda delil olarak sunma olanağı sağlıyor. Üzerinde çalıştığımız vakalarda, tasarımsal ve mimari araçları, yeni mimari projeler öne sürmek için değil, belirli bir çatışma alanı veya senaryosu için alternatif sınırlar ve anlatılar oluşturmak için kullanıyoruz. Yaptığımız işin Venedik Bienali’ne davet edilmiş ve olumlu tepkiler almış olması gerçeği, daha geniş bir kitlenin disiplinler arası çalışma ve düşünceyi kabul etmeye başladığını gösteriyor aslında.

Mimarlık çevreleri artık az çok, tepeden inme planlama ve anıtsal tasarımın toplumsal sorunlara çözüm sunamadığını görmüş ve yerel topluluklar/yönetimler ile birlikte üretilen birebir, proaktif ancak ufak müdahalelerin değerini kabul etmiş durumda. Bienalin temasından devam edersek, bu yaklaşım neredeyse mimarlığın kendine çizdiği geleneksel sınırların yok olduğu bir “cephe” oluşturuyor. Sizin yaptığınız işin de bu giderek eriyen sınırda yer aldığını düşünüyorum. 21. yüzyılda daha fazla bu gibi dönüşümlerin parçası veya tanığı olacağımızı düşünüyor musun?

Bu bahsettiğin dönüşümün, yapılı çevrenin giderek daha fazla piyasa ekonomisinin tahakkümüne girmesine paralel olarak onu üreten tüm pratikleri kapsadığı düşünüyorum. Artık piyasada daha fazla oyuncu, arsa ve yapı değerlerini belirliyor ve daha farklı tasarımlar talep ediyor. Böylelikle mimarlar sosyo-politik tasarımcı olma vasfını kaybediyor. Günümüzde karşılaştığımız, küçük ölçekli ve birebir müdahalelerin de yukarıda bahsettiğim duruma bir tepki olarak geliştiğini düşünüyorum; mimarlar yapılı çevrenin şekillenmesinde söz sahibi olabilmek için artık daha taktik davranıyorlar. Bu mimarların yapılı çevre üzerindeki vekâletlerini yeniden kazanma çabasıdır ve büyük ihtimalle bu çabanın giderek çoğaldığını göreceğiz.

Analizleriniz geçmişte yaşanmış olaylara dair olsa da ürettiğiniz metotların mimarlık tarihinin geleceğine dair yeni olanaklar sunduğunu düşünüyorum. Yaptığınız işi nasıl bir mesleki/akademik zeminde görüyorsunuz?

Tarih, politika, habercilik, arkeoloji, psikoloji, felsefe gibi farklı mesleklerin tam ortasında var olmaktan mutluyuz. Geçmişte veya günümüzde olsun, özel bir vaka veya tarihi araştırırken birçok uzmanlık alanını kapsamak ve araştırılan konuya özel metodolojiler geliştirmek gerekli. Bizim amacımız yalnızca yapılar hakkında konuşmak değil, yapıların olaylar hakkında konuşmasını sağlamak.  

Eğer tasarım ve mimarinin herhangi bir şiddet olayı içindeki konumunu tartışmak istersek nedensellik sorunsalını da tartışmamız gerekiyor. Mimarın veya tasarımın bir vakaya dair mesuliyetinin sınırlarını nasıl belirliyorsunuz? Bir vakanın oluşumundaki nedensellik ilişkilerinin erimini belirlerken kendinizi yasal çerçeveler içinde mi tutuyorsunuz yoksa felsefi ve/ya fiziksel çerçeveler içinde mi?

Öncelikle, sürekli birbirinin içine giriyor olması nedeniyle tüm bu çerçevelerin sınırlarını belirlemek çok zor. Tek bir alana bağlı düşünmek yerine, bu çerçevelerin geleneksel tanımlarına meydan okumak ve siyaset alanının içinden aşmayı amaçlıyoruz. Her zaman mahkeme için delil üretmeye de çalışmıyoruz çünkü bazı mahkemelerin kendi politik kurgularının parçası olduğunun farkındayız. Bu nedenle, savunmayı bazen medya üzerinden yapıyoruz. Tüm bu sahaların içine dalıp dava ne gerektiriyorsa onu çıkarırken, insan hakları için çalışıyoruz.

Üretimlerinizde -çok ön planda olmamakla beraber- belirgin bir estetik yönelim var. Üretimlerinizin bu estetik yönü siz ve birlikte çalıştığınız, sanatçılar, filmciler için ne ifade ediyor? Bu yönelim, daha etkin iletişim kurma çabasından mı, mi yoksa AA’den mezun bir mimarın arka planından mı geliyor?

Forensic Architecture’da çalışan herkes uğraştıkları medyayı inceleme konusunda benzer vasıflara sahip. Medyanın, içinde bulunduğu çevreyi yaratan güçlerin alıcısı olabilecek şekilde, estetize edilmesinin gerekliliğinin farkındayız. Bu nedenle estetik, projelerimizde oldukça merkezi bir konumda. Üretimlerimizin görsel nitelikleri yalnızca estetik tercihler ile değil, aynı zamanda analiz ettiğimiz malzemenin, dikkatlice, en ince ayrntısına kadar incelenmesi ile de şekilleniyor. Ancak tabii ki, AA gibi okullarda aldığımız mimari eğitim, farklı ölçekl ve ortamları kapsayan çalışmalarımıza faydası var.

Yıllar yılı, forensik mimarlık adına çeşitli standartlar ve araçlar geliştirdiniz mi veya bu uğraşa dair belirli kurallardan bahsedebilir miyiz? Uyguladığınızı biliyoruz, peki ya öğretmek de mümkün mü?

Kesinlikle, aslında tam da bu konuda ön ayak olacak bir dizi program başlatıyoruz. İlk olarak Eylül ayında, forensik mimarlık üzerine Londra’daki Goldsmiths Üniversitesi’nde bir yüksek lisans programı başlatıyoruz. Bu programda hem mimari araştırma/soruşturmanın araçları hem de daha geniş teorik içeriği sunulacak. İkinci olarak, kısa süreli forensik akademiler kurmanın yollarını arıyoruz. Böylelikle çatışma alanlarındaki farklı topluluklar ile çalışarak onlara içinde bulundukları çatışma ortamını izleme ve belgelemenin yöntemlerini öğretmeyi amaçlıyoruz. Biz, araştırma için yeni yöntemler geliştirip onu kamuya yaymayı amaç edinen bir araştırma kurumuyuz. Geliştirdiğimiz her yeni teknik, kamusal mekanın bir parçasıdır ve insanların öğrenimine açıktır.

Forensic Architecture’ın geleceği hakkında neler öngörüyorsunuz?

Şu an operasyon alanımızı, çevresel/ekolojik yıkım ve politik şiddetin çakıştığı alanlara doğru genişletmeye çalışıyoruz. Bu çaba doğrultusunda, ufacık materyallerden, kentlere, peyzajlara, bölgelere ve en nihayetinde küresel iklimsel koşullara kadar farklı ölçekleri ve beraberinde taşıdığı politikaları inceliyoruz. Yine bu doğrultuda, Forensic Archtiecture’ın daha da fazla yaratıcı meslekler ve fen bilimlerinden insanlar ile çalışmaya başlayacağını tahmin ediyorum. Programcılar, film yapımcıları, mimarlar, fizikçiler ve aktivistlerlin ortak çalışması ile birlikte, mahkemelere daha da karmaşık maddesel deliller sunulabileceği, mesuliyetin ortaya çıkarılabileceği ve yönetmeliklerin değiştirilmesi için olanak sağlanabileceği kanısındayım.

Etiketler

4 yorum

  • ezgi-aydogan says:

    Sondan başlamak gerekirse öncelikle kent suçları kapsamında mimarlar ve dolayısıyla yıldız mimarlar elbette en büyük sorumlular. İşverini de ikna etmek onların sorumluluğu. Bu ayrı bir konu.

    Ancak konu kan mimarisine geldiğininde en büyük sorumlunun onlar olduğunu düşünmüyorum. Bu demek değil ki elbette bu konu gündeme gelmesin. Ama bir şantiye sürecindeki yüklenici firmayı, alt yüklenicileri, proje yönetim firması ve en önemlisi iş güvenliği firmasının sorumluluğu hepsinin ötesinde. Dahası o iş güvenliği firmasını denetleyen özel denetim firmaları sorumlunun ta kendisi. Bu kadar büyük şantiye süreçlerinde tasarımcı mimar projeyi teslim ettikten sonra neredeyse o şantiyeyle bir bağı kalmıyor bile denebilir. Bunu sorumluluktan kaçsın anlamında söylemiyorum sadece pratikte süreç bu şekilde işliyor. Dolayısıyla o mimarın şantiyeye her anlamda hakim olmasını beklemek haksızlık olur. Haksızlığı da geçtim bu beklentiyi gerçekçi ve uygulanabilir bulmuyorum. Ancak Yaşar’ın Libeskind’e yönelttiği işverenle sözleşmede iş güvenliği ile ilgili madde olup olmaması elbette çok kritik bir nokta. Mimar özellikle yıldız mimar işverenle sözleşmesinde bunu talep edebilir, etmeli de.

    Herşeyiyle inşaattan beslenen bir ülkenin iş güvenliği konusundaki cahilliği dahası umursamazlığı ne kadar üzücü.

  • omer-yilmaz says:

    Ezgi’nin yorumuna aşağı yukarı katılıyorum.

    Burada meselenin özü iş kazası. Çok acı. Yaşar’ın Twitter’da daha önce yazdığı gibi acı da öfke de hak.

    Lakin Elif’in gönderdiği Twitter mesajı, meselenin özünü değiştirdi benim için. Konuya dahil olmama neden oldu. “10 işçiye mezar olan torun center’ın mimarı emre arolat, işçilerin mezarlarını da tasarlasın.” bu cümlenin ya da tivitin seviyesi kabul edilebilir ya da yenir yutulur değil bence.

    Yaşar’ın bu metinde yazdığı gibi konuyu temellendirerek anlatmak başka, bu şekilde sallamak başka bir şey. Yaşar’ın da Elif’in de bu konudaki katkıları çok kıymetli ancak ben olayın gerekçelendirmesinde çok hataları olduğunu düşünüyorum. Bu konuda yazacağım.

  • ethem-ovunc-tar says:

    Bir kac sorum var?

    – Turkiye’de mimari projeye imzasini atan bir mimarin insaat surecindeki yetki, yukumluluk ve sorumluluklari nelerdir?
    – Bir insaatin is guvenliginin saglanmasi ve denetimi kimlerin sorumlulugundadir? Mimar, hukuken bu sorumlulardan biri midir, olmali midir? Bu sorumlulugun altina girecek maddi, manevi gucu var midir?
    – Insaat surecinde sorumlu oldugu yukumlulukleri yerine getirmedigi tespit edilen kisilere ne tur yaptirimlar uygulanmaktadir? Bu yaptirimlar genelde problem cikamadan once mi yoksa sonra mi uygulanmaktadir?
    – Turkiye’de imar kanunlarina ve yonetmeliklere fiili anlamda ne derecede uyulmaktadir? Bir imar hukuku gercekten var midir? Varsa ne oranda iplenmektedir?
    – Turkiye’de sigorta sirketleri, sigortalama oncesi kanun ve yukumluluklere uyumluluk teminati istemekte midir? Istemiyorsa sayet, sorumsuzluk yuzunden meydana gelen bir kaza bedelini gene de karsiliyor mudur?
    – Turkiye’de mimarin isveren ile imzaladigi sozlesmelerde insaat sureci ile ilgili sorumluluklari nedir ve nasil belirlenmistir?
    – Turkiye’de kimlere mimarlik yapma yetkisi verilir, ve bu yetkinin dogru kullanilip kullanilmadigini kimler denetler? Hatali yetki kullanimi tespit edildiginde yaptirim nedir?
    – Turkiye’de Mimar ve Muhendis odalari mimari sorumluluklari nasil duzenler?

    Bir aydinlatan olursa cok sevinirim.

  • azmi-acikdil says:

    Tasarımı yapan mimarın tasarımının altına attığı imzadan sorumlu olması gerekmez mi? Denetlemediği kontrol etmediği ve bunlardan sorumlu olmadığı ve onun konusu ve konumunun bu olmadığı işlerden nasıl sorumlu tutulur?
    Yazının başlığını ‘kan mimarisi’ hiç uygun bulmuyorum. Mimarlık bir barınma ihtiyacının sağlandığı, insanlara hizmet eden ve buhizmet ile kullanıcılarını mutlu etmenin bir amaç olduğu mesleği kan ile bağdaştırmak bir öfkenin ifadesidir. Kimse bu tür olaylarda mimariyi kana bulansın diye tasarlamaz, uygulamaz. İş kazaları bir ihmal neticesinde oluşur. İnsanın girdiği kullandığı her materyalde kaza hemen yakınında beklemektedir.
    Tedbir; kazaya sebep olabilecek ihtimalleri, zayıflıkları, ihmalleri bertaraf etmektir.

Bir yanıt yazın