“Ülkemizde Mimari Manifesto Belirleyen Bir Kurum Yok”

Birkaç Mimar söyleşilerinin sıradaki konuğu Arman Akdoğan.

Şubat 2016’da Ağaoğlu Şirketler Grubu CEO’su Hasan Rahvalı, şu sözlerle Mimarlar Odası’na yönelik “operasyon” yapılmasını istedi: “Mimarlar Odası devletin ne kadar stratejik, planlı, şehir planı varsa karşı. Ya sen meslek örgütü müsün, terörist misin siyasetçi misin nesin?”

2015 yılında ise Yiğit Bulut şunları yazmıştı: “Bu ülkeyi seven herkese ve özellikle Sayın Savcılarımıza sesleniyorum; ‘Oda’ görüntüsünde bir yapı sürekli Türkiye Cumhuriyeti’nin kurum ve kuruluşlarını yıpratmaya çalışıyorsa, bu yolda her türlü iftirayı kullanıyorsa ve en önemlisi başka ülkelerin engellemek istediği her proje için öne düşüyor ve yol açıyorsa; burada bakılması gereken başka ilişkiler olabilir mi? Bu ‘Oda’ kılıklı yapının, Almanya-İsrail-İngiltere ile ilişkilerine ve özellikle sivil toplum görünümündeki ‘istihbarat örgütleri uzantıları’ ile nasıl bir alışveriş içinde olduğunu araştırmakta ülke adına büyük yarar var!”

Bu ve benzerleri, içeriği ile olduğu kadar üslubu ile de hepimizin sinirini bozan, fakat absürdlüğü karşısında da bir noktadan sonra gülüp geçtiğimiz söylemler. Öte yandan, Oda’nın bunlarla muhattap olmak zorunda kalmasında, halk tarafından yalnızca bu söylemler dahilinde, yukarıdakilere benzer çerçevelerde görülmesinde, kaynaklarının belirli bir kısmını bu minvalde tartışmalarla baş etmeye ayırmasında maalesef kendi hatası büyük.

RIBA beş senede bir, önümüzdeki döneminde neler yapacağını, ara hedefleriyle belirttiği bir strateji raporu yayınlar. Bu raporların başlıkları “Leading Architecture”, “Advancing Architecture” gibi mesleki alanda hedefler belirten kalıplardan oluşur. 2016-2020 strateji raporları şöyle başlar:

Bu strateji planı RIBA’nın önümüzdeki beş yıllık odak ve önceliklerinin çerçevesini oluşturur. Rapor, 2012-2016 yılları için hazırlanan planın devamı niteliğindedir. Öncelikli odağımız her zaman üyelerimiz olmuştur, fakat bu odağı yeniden keşfetmeyi ve canlandırmayı düşünüyoruz. Üyelerimizle, nerede olurlarsa olsunlar, iletişime geçme, ilişki kurma ve her birine destek verme yöntemlerimizi geliştireceğiz. Dijital platformların daha iyi kullanımı sayesinde her üyemize ve ofise, ihtiyaçlarına göre şekillenmiş, dolayısıyla daha değerli bir hizmet sunmak istiyoruz.

Eşitlik ve kapsayıcılık, sosyal amaçlar, beceriklilik, profesyonellik ve etik yaptığımız her işte ortak temalar olacak. Liderlik görevimizi, bilgimizi ve iyi örnekleri yapı endüstrisindeki çalışanlarımızla paylaşarak, hükümeti etkileyerek, kamunun daha geniş bir kesimine ilham vererek sürdürmeyi planlıyoruz.

Mimarlar Odası’nın 44. dönem çalışma raporunun* başlığı “Dayanışma Süreci” olarak geçmektedir. 45. dönem raporunun da benzer bir yaklaşımla hazırlandığı görülebilir; rapor şu şekilde başlar:

Mimarlar Odası 45. Çalışma Dönemi’ne girerken; dünyamızın kaosa sürüklendiği ve Cumhuriyet tarihimizin en karanlık süreçlerden geçmekte olduğu olağanüstü koşullarla karşı karşıyayız. Kapitalizmin dünyayı yönetemediği, insanlık değerlerinin içinin boşaldığı, geçmişte dünya savaşlarına yol açan koşullar ve politikalarla 3. Dünya Savaşı’nın gündemde olduğu tarihsel bir eşikte bulunmaktayız. Bu süreçte insanlığın kazanımları tek tek yok edilirken; Birleşmiş Milletler hukuku dahi çiğnenerek ülkeler açık işgallere maruz kalmaktadırlar. Küresel güçler küçük diktatörlerin yarattığı savaş ortamından da yararlanarak Afganistan, Irak, Libya, Suriye işgal edilmiş, milyonlarca insan katledilmeye devam edilmektedir. (…)

TBMM’nin etkisizleştirildiği ve yetkilerinin iktidarın tekeline alındığı diktatöryal koşullarda ülke adım adım hem içerde hem de dışarda savaşa sürüklenmektedir.

Mimarlar Odası Türkiye’de İngiltere’dekinden farklı bir pozisyonda, farklı bir mimarlık ortamında, farklı sosyal, siyasal, bürokratik ilişkiler içinde yer alıyor olabilir. Fakat kendisinin de bu durumu bu kadar içselleştirmesi, kendi gündeminin temeline “diktatör, hukuk, iktidar” gibi meslek dışı kavramları koyması, onu hem yazının başında alıntılanan kişi ve kurumların muhattabı haline getirir hem de odağını, vaktini, sabrını ve enerjisini kaybetmesine sebep olur. Oda, bir meslek örgütü olarak elbette kentsel kurgulara ilişkin kararları takip etmelidir, fakat politikaya değdiği nokta bundan öteye geçtiğinde karşısında Yiğit Bulut’u ve benzerlerini bulması, aslında pek de şaşılacak bir durum değildir.

*Aslında RIBA’nın strateji raporları ile Mimarlar Odası’nın çalışma raporları birbirine denk dokümanlar değildir, zira RIBA ayrıca çalışma raporları da yayımlar. Fakat Oda’nın yayımladığı herhangi bir strateji raporu olmadığı için, geleceğe dair planlarını görebildiğimiz tek yer çalışma raporlarıdır.

Etiketler

25 yorum

  • omer-yilmaz says:

    Şimdi konu seks mi yoksa Mimarazzi mi! Ona göre yorum yazalım ya da yazmayalım Sedat ;=)

  • abdurrahman10 says:

    cok iyi olmus eline saglk sedat . Sex diye diye okutturdun yazıyı 😀

  • elif-simge-fettahoglu says:

    Temposu yerinde.
    Bi de ‘adam haklı beyler’.

  • ali-kerem-celikel says:

    Yazının nerdeyse tamamı doğru, bir “Bin Liralık Elit” olarak kabul ediyorum ama TMMOB’nin de bir işlevi olmalı. Hani mimarların çalışma şartları, şantiye personelinin özlük hakları falan… Sonuçta kağıt üzerinde de olsa hepimiz %51 hisse sahibi Mimar/Mühendis olan şirketlere çalışıyoruz.

  • cagil-ozalp says:

    llk paragrafta duruma ayarak, Sedat’mı Sedat’ın çakması mı çıkmış diyip imzayı yokladım. Kısası, yine iyi yazmışsın, eline sağlık.

  • serhat says:

    İçinde “seks” kelimesi geçtiği için bu kadar okunması da ayrıca düşünülmesi gereken bir konu. Yokluğu belli etmesek bari :]

    (bkz: sayfanın alt tarafı, 30 gün içinde en çok okunan. An itibariyle 10.442)

    Bu arada inşaat sürecinde yer alan mesleklere bakarsak, mimarlardan daha çok “fazla mesai” olgusunu normalleştirmiş bir meslek grubu yok gerçekten. Fıtrat mıdır nedir…

  • eda-eren says:

    Ben kitap bekliyorum artık açık söyliyim. Derleme mi yaparsın yeni mi yazarsın bilmem

  • ahmet-elginoz says:

    Bu kötü patronlar nereden geldi? Uzaydan değil herhalde.

    Bundan 15 yıl önce, aynı konulardan şikayet eden arkadaşlarımdan bazıları şimdi aynı şeyleri başkalarına yapıyor.

    Bahaneler bol
    “mimarlık böyle bir şey”
    “Türkiye’de şartlar böyle”
    “biz de bu yollardan geçtik”
    “mimarlar para kazanamıyor ki çok para verelim”
    istediğini seç beğen.

    Bundan 15 yıl sonra bu yazıyı okuyan, hak veren, yorum yapanlardan bazıları aynı şeyi yapacak, yapmayın. Mimarlığı ucuzlatan müşteriler, işverenler değil mimarlardır.

  • ali-sahin2 says:

    Seks, yazının içinde gizli aslında.
    Asgari ücretten sigorta, karşılıksız fazla mesai, maaş gecikmesi vs.
    İşte bunlar hep seks..

  • murat-aydin says:

    Türkiye’deki mimarların karşılaştığı ve mecbur bırakıldığı çalışma koşullarından gerçek bir kesitinden bahsetmeniz beni nedense şaşırttı. Çünkü, şuana kadar yazdığınız yazılarınıza yaptığım “Bu kişi gerçekten bu dünyaya ait mi?” dediğim kişinin bir anda Türkiye’nin gerçeklerinden bahsetmesi beni duygulandırdı. Hak aramayı öğrenin derken aslında senin hakkını vermeyen de bir Mimar. Diğer mimarlardan daha az ücretle çalışırım diye kurnazlığa yatanda bir Mimar. Mimarların hakkını savunan ve denetleyen Mimarlar Odasında çalışanlar bir Mimar. Ama hangisi gerçek bir Mimar?

  • ahmet-hazar says:

    On senedir yazageldiğin ego yüklü, korkunç yazılardan sonra bu makale beni gerçekten şaşırttı.
    Demek ki gelecek için umut var.
    Bugün Sedat kekoluğa ara verir.
    Yarın halk bilinçlenir.

  • jbid-ozattar says:

    Harika bir yazı olmuş.Yüreğinize ve aklınıza sağlık.

  • yilmazcan-sanli says:

    “Bir de diğer meslekten arkadaşlarımız ağlanırlardı ya, pazartesi sendromu diye. Biz sizin geçtiğiniz yollardan geri dönmüştük beyler. Pazartesi sendromunu pazar günleri de çalışmak suretiyle aştık.”

  • nurullah-isik says:

    Mükkemel yazmışsın eline sağlık.Maaş konusunda Ssrun aslında bizleriz. Sadece çevremizdeki arkadaşlara bunu belirtmek lazım. Kendimizde de suç vatdır elbette. Bu yazı için teşekkürler 🙂

  • mehmet-hakan-filik says:

    Kaybedenler Kulübü tadında eyvallah.

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Bu talihsiz yazıyı geç gördüm. Yazıda seks yok diyenler yazıda seks metası olarak “kadın mimar” var daha ne olsun yahu! Yoksa o resim neden kondu? Neden topuklu ayakkabılar işitildi? Yazıyı yazanı bilmesek bir kadın mı yazdı diyeceğiz, çünkü kendi bedeni içinde düşünememiş “empati” kurmuş zahar. Hani şu iyiliğe giden yol olarak lanse edilen, pek moda şu aralar EMPATİ. Bana kalırsa duyarsızlığın başlangıcıdır “empati”. Çünkü doğru kurulduğuna dair en ufak bir garanti yok. :=) Empatiye gerek olmadan demokratik ol olabiliyorsan. Sürekli empati kurabilir misin ki? Otomatik empati var mı?

    Diyeceksiniz ki ironi var, bence yok! Medyanın kadın bedenini kullanmasıyla dalga geçiyor bu yazı desek de olmuyor ne yazık ki o eleştiriyi veremiyor, aksine kendisi bu yöntemle, asıl söylemek istediği şeyi okura sağ gösterip soldan vuruyor. İlgiyi çekiyor mu çekiyor. Azarlıyor mu azarlıyor.

    Yazıda mini etek yok ama uçuşan etekler var. Son derece cinsiyetçi, duyarsız, talihsiz, kaş yapayım derken göz çıkartan bir metin. Ama yazan mimar lütfen bana gücenmesin, Ne Nazımlar, ne Atilla İlhanlar, Ne Sait Faikler ne Afili Filintalar gördük biz. Kalemlerini penis olarak kullandılar. Ödülleri de okurları da bol oldu her daim.

  • omer-yilmaz says:

    Yazı mı talihsiz yoksa Simla mı Türkiye’yi tanımıyor? Sordum gitti.

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Patron sorunca cevaplamadan olmaz 🙂 Talihsiz sıfatı yazıyla yazan kişi arasında uyumsuzluk olduğunda söylenir. Ama vurgulaman iyi oldu talihsiz bir sıfattır talihsiz. Türkiye’yi tanımamakla ilgili bir durum yok ki mesele “tipik” olmada zaten. Ama şu bilinsin “kadın”ın görsel temsiliyetinde “bana göre” bilinçli ya da bilinçsiz hassas bir durum olduğunda üşenmeden kaçınmadan özellikle tepki veriyorum. Başka türlü bu yıkıcı dilden kurtulamayacağız. İnsanevladı yerine insanoğlu demeyinceye kadar. Yazı dili zordur bu yüzden. Yazılan herşey yücelir. Hepimiz yazdığımız sürece bu riski taşıyoruz. Türk dizilerinde hafifmeşref gösterilen mimar, hemşire, sekreter, hostes vb kadınlar belki de kırılgan yaptı bizi. Maço şairler, öykücüler sonra…
    Ücretli mimarların sorunlarını ben de tartışmak isterim. Üniversitelerde % 65 oranındaki kadın mimarın piyasada nasıl oluyorda % 30’lara düştüğünü de. Evli mimar çiftlerden neden erkeğin adının öne çıkıyor olmasını da. Ya da bana bir iş görüşmesinde çocuklu olduğum için akşam çocuklarınız uyuduktan sonra mesaiye gelebilecek misiniz diyen çocuksuz kadın mimar işvereni de. 🙂 Her şeyi tartışalım garip ya da “tuhaf” demeden.

  • onur-eroguz says:

    Cinselliğin kadın bedeni üzerinden tarif edilmesine karşı duyulan hassasiyeti -çoğu zaman- anlamsız bulduğumu itiraf etmek zorundayım.
    Tarif edenin heteroseksüel bir erkek olması dışında bir neden aramanın da biraz işgüzarlık olduğunu düşünüyorum (yine “çoğu zaman” notuyla birlikte)
    Heteroseksüel kadınlar tarafından kaleme alınan ve doğal olarak erkeği cinsel obje halinde sunan metinlerin yazarlarının “cesur kadın” tanımlamasıyla ödüllendirilmesiyle aynı şeyi yapan erkek yazarlara “maço” tanımının yakıştırılması değil mi asıl talihsiz olan.
    Neden erkeklerin erkek, kadınların kadın, gaylerin gay, lezbiyenlerin lezbiyen, vs.lerin de vs. gibi cinsel davranışlar gösterdiklerini olağan karşılayamadığımızı anlayamıyorum.
    Böylece konuyu da tamamen mimarlık dışına taşımış olduk 🙂

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Sayın Eroğuz haklısınız dar alanda yazışınca eksikler değil de fazlalıklar oluşuyor söylemediğimiz şeyler algılanıyor. Kısaca benim dikkat çekmek istediğim “seks” sözcüğüne salt kadın figürlerle görsellik sunmak, kadın bedeni, giysilerindeki olası seksiliğin öne çıkarılmasıydı yani eşcinselleri transları dahil etmek istiyorsanız bir hiyerarşi arıyorsanız yani meta kadın bedeni. Bu yazının görseli neden kadın? Talihsizlik Sedat Bayrak’ın erkek olması değil ayrıca heyereseksüel öyle kolay diyemiyorum sizin kadar, yaftalar gibi, bilmiyorum çünkü, cinsiyetçi biri olmadığina eminim, aydın ve yazma cesareti olan bir arkadaş, başkası bize sorana kadar bazen bilemiyoruz bana da oluyor, yazılan şey akit etkisi yapar. Bu yorum alanı da bunun için. Bu yazıda sizin dediğiniz gibi bireylerin farklı cinsel görünümlerini kabul etme ya da etmemek üzerine bir referans var da ben mi yanlış şıkkı seçtim bilemedim, işgüzarlık işte. Maço yazarlara gelince bu konuda sayısız makale kitap ve yorum var. Nazım ne demişti Piraye’ye “sen tarlasın ben makine”, bakanlar ne dedi “kadınlar çicektir” Kadını kent olarak gören Murathan Mungan’dan tutun da kadını daktilo kağıdı gören Sait Faik’e, ne kadınlar sevdim zaten yoktular diyen ve avradım diye nara atan kibar adam Atilla Ilhan’a kadar saymakla bitmez. Oğuz Atay’in Tutunamayanlar’ı dahil maskulen edebiyat nedeniyle Aylak Adam zirvededir, Sevgi Soysal “kadın yazar”dır ve Yürümek adlı baş yapıt bi Aylak Adam olamaz…. Bu tartışma uzar örnek çok. Konuyu mimarlığa bağlayalım 🙂 Zaha Hadid değil Leyla Erbil okumalı ki insana dair tasarım yapabilelim.

  • simla-sunay-ozdemir says:

    Ne yazsak eksik veya fazla kalıyor ama son olarak kadın bedeninin seks metası olması ya da gemikerin kentlerin hatta doğurgan doğanın dişil kabul edilmesinin ne sakıncası var, sizi (heteroseksüel veya eşcinsel diyemedim pardon) rahatsız etmiyor ama tüm bunlar kadınlar üzerinde kurulan en vahşi tahakkümlerin estetize edilmiş halleri çok kalleş yani. Lezbiyene lezbiyen dememek meselesi değil gemiyw gemi, kente kent, çiceğe çiçek diyememe meselesi. Cinsiyettlendirilen şeylere bir “dümen” de eklenmiş oluyor. Kentli şımarık özgürlükçü halimizle bunları maruz ve eğlenceli görmemizde ayrı bir vurdumduymazlık. Bilursiniz geçenlerde Paris’ te bir müzede ünlü vajina tablosunu önünde vajinasıyla permormans sanatı yapan kadın tutuklandı. Dünya ikiyüzlü. Dilerim bu yüzleri açık eden mekanlar ve performanslar artar

  • onur-eroguz says:

    Sayın Simla Sunay Özdemir, yazdıklarınızın çoğuna katılıyor olsam bile bütün bunların ortamı tanımlayan aktörlerin sayısal olarak baskın biçimde erkeklerden oluşmasının doğal sonucu olduğunu düşünüyorum.
    Edebiyattan verdiğiniz örnekler son derece yerinde, aynı dönemde bu durumu dengeleyecek bir kadın söyleminin mevcut olmadığı -ya da çok kısıtlı olduğu- da bir gerçek. Savunduğunuz değerleri düşünüce bu durumu dengeleme hassasiyetini -ki öyle olsa bu bir lütuf olurdu- erkek yazarlardan beklediğinizi sanmıyorum.
    Verdiğiniz örnekler üzerinden (eğer yanlış anlamadıysam) bu tam da kadına kadın diyememe meselesi.
    Yanlış hatırlamıyorsam Sibel Bozdoğan’a ait bir cümleydi: “cumhuriyet kadını cinsiyetsiz olmayı tercih etti”
    Çünkü çok konforluydu… (bu benim cümlem 🙂 )
    Vurdumduymaz bir şımarık olarak onayladığımdan ya da önemsemediğimden değil ama bu durumun karşılıklı alınan pozisyonlarla orta çıkmış olduğunu düşünüyorum ve her durum gibi koşullar değiştikçe güncellenmek üzere pozisyon değişiklikleri yaşanmasını olağan buluyorum.
    Sizin de belirttiğiniz gibi, yazının güzergahı -özellikle hızlı ve kısa yazmaya çalışınca- başka yerlerden geçiyor.
    Eksik dinlediklerim ve fazla söylediklerim için hoşgörü dileklerimle, sevgiler.

  • ilknur-sudas says:

    Tartışmayı seyrinde takip etmek benim için çok ilgi çekici (ydi), ta ki cumhuriyet kadının cinsiyetsiz olmayı tercih ettiğini okuyana dek. Katılmamakla birlikte, cumhuriyet ile birlikte yeniden kurgulananın sadece mimari, şahsi ya da kültürel kimliklerin değil, aynı zamanda kadınlar için özel bir cinsiyet tanımının da yapıldığını düşünüyorum. Unutmamak lazım ki, bu devletin kuruluşunda bu tanımların imzalarında erkeklerin ismi geçiyor. Ve kadın, evinde kadın gibi kadın (gece üretken, evde çocuğuna ailesine bakan) dışarda ise milletini yetiştiren kimliksiz görev insanı (öğretmen, hemşire) olarak yeniden işlevlendirildi. Kutsal diye nitelendirilen bu görevlere adapte olan savunan bir çok kadın olmuştur elbet, hala da vardır muhakkak. Ama durumu anlatmak için konfor kelimesi fazlaca iddialı bir kelime bence.

    Bunun haricinde kadın meselesi ister istemez her noktada tartışılabilen bir konu, önemli olan bazen daha önemli meselelerin önüne geçmemesini sağlamak belki de. Yazı dilinde, olan biteni, durumu aktarırken hassasiyetle dengeyi sağlamak oldukça zor bir iş ve bazen de sağlanabilecek dengeyle yazının ana hissiyatı, cesareti kaybolabilir ne yazık ki.

    Bu nedenle Simla Hanım kadar sert bakmıyorum bu yazıya ama daima gözü kulağı açık olmak lazım kesinlikle. Tartışmanıza sağlık.

  • bahattin-kara says:

    Nedir bu yazıdaki amaç ? Gerçekten merak ediyorum. Çalışma kosullarinin vehameti mi, mimarların yeterince örgütlenmemiş olmasinin altını çizmek mi? Kullanilan üslup, yazının başlığı, meselenin bu kadar apolotize edilmesi. Nereden baksan çok vahim.

  • arda-yildirim says:

    Zekalar, pırıl pırıl..

Bir yanıt yazın