“Moda Bir Kulüp Gibi…”

Felsefeci ve edebiyatçı Türker Armaner yıllardır yaşadığı Moda semtini anlattı.

İstanbul doğumlu olan Türker Armaner, 2002 yılında Paris 8 Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden doktora derecesi aldı. İlk öyküsü 1995’te Hayalet Gemi’de yayınlanan Armaner’in eserlerini Kıyısız, Taş Hücre, Dalgakıran, Tahta Saplı Bıçak kitapları izledi. Aynı zamanda Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesi olan Türker Armaner’den, hayatının Türkiye’deki kısmının büyük bölümünü yaşadığı Kadıköy’ü ve Moda’yı dinleme şansımız oldu. Ben kendimi ayrıca şanslı hissediyorum zira sadece bir felsefeci ya da sadece bir edebiyatçı olarak değil bir insan olarak da kendisini tanıma fırsatına sahip oldum. Yaşamak için değilse bile ölmek için illaki Moda…

Cihan Keyif: Öncelikle semtle olan ilişkinizi merak ediyorum. Nasıl bir ilişki kuruyorsunuz semtle, bu ilişki nasıl başladı ve nasıl devam ediyor?

Türker Armaner: Benim Moda semtiyle kurduğum ilişki aslına bakarsanız daha geniş bir şekilde Kadıköy semtiyle kurduğum ilişkidir. Acıbadem’in Kadıköy’e yakın bir noktasında doğdum ve uzun zaman ailemle beraber orada oturduk. Dolayısıyla Kadıköy semti benim ilk adımlarımı atmaya başladığım yer oldu. Bir süre sonra insanın aklında semte dair bir geometri kalıyor. Bu geometri sadece fiziksel bir geometri değil aynı zamanda insan ilişkilerini de bağlayan bir geometri. İnsan ilişkilerini de bağlayan geometriden kastım, semt esnafından toplu taşımaya, yolların durumuna, önünden geçtiğiniz iş hanlarına, okullara dair bir ilişki. Kadıköy ile bu ilişkim aslında içine doğulmuş bir ilişki, diğer semtlerle öyle olmadı. Örneğin bir sene Büyükada’da oturdum, bundan 16 – 17 sene kadar önce, iki sene Arnavutköy’de oturdum. Arnavutköy ve Büyükada’da oturmuş olsam da oradaki geometriyi rasyonel olarak kendim kurdum. Kadıköy ise daha içine doğulan bir geometriydi. Kendimi dünyanın herhangi bir noktasında yaşadığımı tasavvur edebiliyorum ama başka bir yerde doğduğumu tasavvur edemiyorum, bu bakımdan belki biraz da abartarak söylüyorum ama sanki benim için Kadıköy doğulacak yermiş gibi geliyor.

Moda’ya gelince aslında ilişkim yine bir nevi doğuştan oldu. O dönem Moda’da oturan ve yaşı ilerlemiş olsa da, hala bu semtte oturan, karı-koca yakın bir akrabamız vardı. Annemle babamın da hep saygıyla yaklaştıkları ve benim de yaşım ilerledikçe her zaman çok sevdiğim bir aile. Onlar da benim doğduğum yıllarda buradaydılar ve hala aynı apartman dairesinde oturuyorlar. Şöyle söyleyebilirim; ailece ziyaret ettiğimiz ilk evlerden biri oldu orası. Tabii ki yaşça çok küçük olmam ve arabayla gelip gitmemiz dolayısıyla semti kafamda oturtabilmem olanaklı değildi. Dolayısıyla; Moda, benim için o aileyle ilişkiliydi.

Devam eden süreçte bu ilişki nasıl değişti?

İkinci evre ise 1978’de ben 10 yaşındayken Maarif Koleji’ne girdiğimde oldu. Semtle gerçek ilişkim de aslında bu dönemde başladı. Okul için takip ettiğim iki yol vardı. İlki; Acıbadem’den otobüse binip ve Halitağa’da iniyordum. Halitağa’da indikten sonra Ayrılık Çeşmesi üzerinden Yeldeğirmeni’ni geçerek Bahariye’yi kat ediyor ve Maarif Koleji’ne ulaşıyordum. Ya da Kadıköy’de iniyordum, Kadıköy’den de bu kez Mühürdar tarafından yine okula ulaşıyordum.

Tüm bu yürüyüşler semti tanımak için miydi?

Kesinlikle, semti tanımak içindi. Bu süreç hem Moda’yı tanımak açısından, hem de Maarif Koleji’nde İngilizce öğrenmeye başlamak açısından yeniydi. Ortaokula başlayıp yaş biraz daha ilerleyince, Moda’da daha fazla vakit geçirmeye başladım. 10 yaşında yapamadığım şeyleri, bu kez 13 -14 yaşında yapmaya başlamıştım. Özellikle şu an çay bahçelerinin olduğu bölgede, Mühürdar’da geniş bir yarım daire çizip oradan sonra tekrar Kadıköy’e geçip oradan Acıbadem’e geçiyordum. Daha sonraları, hazırlıkta ya da ortaokulda bilmediğim ama sonraları isimlerini öğrendiğim, fakat Moda’da oturduğunu bilmediğim kişiler oldu. Bir piyanist olarak Ayşegül Sarıca’nın varlığından haberdardım fakat Moda’da oturduğunu, gezerken üzerinde Sarıca Konağı yazısını görüp eve gittiğimde annemle babama “Bu Ayşegül Sarıca’nın evi mi?” diye sormuştum.


Sarıca Köşkü

İkinci kişi ise Haldun Taner’dir. Haldun Taner ile tanışmadım tabi ama ilkokuldan beri adını duyduğum bir yazardı ama Moda’da oturduğunu bilmiyordum. Benim liseyi bitirdiğim yıl ya da üniversiteye ilk başladığım yıl Haldun Taner vefat etti. Füsun Akatlı’nın, Haldun Taner’in ölümünden sonra bir yazıda, ki Füsun Hanım da o sıralar Kadıköy civarında oturduğu için sıklıkla karşılaştıklarını ve konuşmalarını anlatmıştı. Mühürdar’dan sahile doğru inilirken Haldun Taner’in oturduğu sokak olması dolayısıyla orada bir büstü var. İlhan Mimaroğlu, o yapılan büstle ilgili yine Haldun Taner’in ölümünün ardından yazdığı bir yazıda, “Bir döndüm ki Haldun büst olmuş” diyordu. Bu tasvir de benim ilgimi çekmişti ve sanırım bu 30 yıl kadar önceydi.

Ne tip değişiklikler oldu Moda’da o günlerden bugünlere?

Moda’daki en ilginç fiziksel değişikliklerden biri yolun doldurulmasıydı. Böylece Moda Burnu’nun olduğu yar yok edilmiş oldu. Sanırım 35 sene geçtiğine göre beni disipline vermezler (Gülüyor). Maarif Koleji’nin dibinde o yar biterdi ve biz oradan yürüyerek aşağıya inerdik. Oradan kayık kiralardık. O yardan aşağıya inip kayık kiralanan yerde yolda bir ray vardı ve deniz kıyısına kadar gidiyordu. Daha sonra bunun 1930’larda geçen yükleme ve boşaltma yapılan bir mavnaya ait olduğunu bir yakın tarih çalışmasında okumuştum. Denizden gelen mallar bu raylar sayesinde bir yerlere nakil ediliyordu. Artık o dönem (1985) bile kullanılmayan bir tren yolunun, elli yıl sonra hala gözümüzün önünde oluşu bana çok ilginç gelmişti. Bu aynı zamanda Moda’nın meskûn mahal olmasının yanı sıra önemli bir ticaret yolu olduğunu da gösteriyor.

Cem Sokak’ın bir paralelinde, yani Moda Bostanı Sokak’ın dik kestiği birbirine iki paralel sokakta bir Presbiteryen Kilisesi var. O sokaktaki Presbiteryen Kilisesi’nin kurucusu, aslında Barış Manço’nun da birini satın alarak kendisi için konuta dönüştürdüğü ikiz İngiliz Konakları’nın da eski sahibi. Aile, 1800’lerin sonlarında tüccar olarak Moda’ya geliyor ve çok seviyor. Moda’nın aslında belirgin bir şekilde bir ticaret yolu olduğunu da görüyoruz.


Presbiteryen Kilisesi

Moda’daki Koço’nun içinde bir ayazma olduğunu çok geç öğrendim. Bir arkadaşım söylemişti. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bir pınar bu aslında ve içinde ibadethane de var. Ekaterina Ayazma’sı olarak biliniyor. Moda’nın ortasında böyle bir efsane olması ilginç. Hele ki eski bir restoranın, 1930’larda kurulan bir restoranın içinde.

Moda ile kurduğum bir başka ilişki de Moda’nın denizden görünüşü oldu. İçinde dolaştığım semtleri, denizden gördüğümde çok başka bir biçimde gördüğümü de anımsıyorum. 2000 – 2001 yıllarında Büyükada’da oturduğumu söylemiştim. O yıllarda, Moda İskelesi hala aktifti ve sadece hafta içi ve günde bir kez Büyükada’dan kalkan bir vapur Bostancı’ya ve ardından Kadıköy’e uğramadan, Moda’ya uğruyordu. Buradaki evimi de kapatmamıştım o dönem ve eve uğramam gerektiğinde de, Moda’ya gelmek için o vapurla yolculuk etmeye gayret ediyordum. 1985 yılında her yanıyla, içerisinde gezerek, dolaşarak deneyimlediğim semti, denizden görmek deneyimi de 2000 – 2001 yıllarında oldu.

Dönüşüm nasıl başlıyor Moda’da?

1998 yılında buraya tamamen taşındıktan sonra, şehir olarak burada neler olmuş biraz onlara baktım. 50’lerin sonu, 60’ların başında burada ilk dikey yapılaşma başlamış. Dikey yapılaşma anlamında ilk dalga o. Sanıyorum; bu göçle ilgili. Hatta bu ilk dalga göç Melih Cevdet Anday’ın Aylaklar adlı romanında iki satır olarak da geçiyor. Bir konağın yıkılarak apartman olarak tekrar yapılmasına talip olan müteahhit “Moda’daki apartman da bitti, işçiler uzun süredir işsiz. Onlara da iş çıkar.” diyor. İkinci dalga ise 70’lerde olmuş. İşte benim apartman da o yıllarda yapılmış. Yerinde küçük bir yapı mı vardı yoksa arazi boş muydu, hiç bilmiyorum. Malum her yer değil tabii ama benim sokak, Moda Bostanı Sokak’ın bir kısmı ve Presbiteryen Kilisesi’nin olduğu sokak bitişik nizam evlerden oluşuyor. İnsanlar, Moda’da fazla yerleşikler. Satın alınabilecek bir ev bulmak Moda’da çok zor. Ben bile hiç evimi değiştirmeden, 16 yıldır oturuyorum. İnsanlar yerlerini pek değiştirmiyorlar.

“Moda yaşlı emekli semti diye bilinirdi ama Avrupa Yakası’nda oturmayı tercih etmeyen orta ve orta üst sınıf ücretli çalışanlar Moda’yı seçiyorlar”

Bir Moda sakini tanımlaması var mı? Kim oturuyor Moda’da? Nasıl insanlar yaşıyor?

Moda’yı diğer semtlerden farklılaştıran şey orta ve orta üst sınıf ücretli çalışan kişilerden oluşuyor olması. Aslında bayağı yaygınca da hem asker hem de sivil bürokrat oturur. Mesela Moda’da gezerken birçok evin önünde sivil korumalar olduğunu görürüz. Galatasaray’dan da birçok öğretim üyesi de burada oturuyor. Son yıllarda artan sayılarıyla Erasmus öğrencileri Moda’da oturmaya başladılar. Moda eskiden aslında, yaşlı emekli semti diye bilinirdi aslında öyle olmamasına rağmen öyle anılırdı. Avrupa Yakası’nda oturmayı tercih etmeyip bu yakaya taşınanların büyük kısmı Bahariye’yi de içine alarak söyleyebilirim, Moda’yı seçiyorlar, yaşamak için. Bu nedenle Moda’nın yaş ortalaması düştü. Bir de Moda eskiden sadece Koço ve birkaç başka meyhane ve çay bahçeleri üzerinden tanınan bir yerdi. Son yıllarda fazla vakit geçirilmeyen hızlı tüketim alanları açılmaya başlandı. Önceden örneğin çay bahçesine gidip sabahtan öğlene kadar sohbet etmek, kitap okumak için kalınırdı ya da meyhaneye akşam saatlerinde gidip gecenin bir yarısına kadar meyhanede kalınırdı. Özellikle iyi havalarda yaşlıca beyefendiler ve hanımlar tramvay ile Cem Sokak’a kadar geliyorlar ve vatman onları “Çay bahçeleri sağ tarafta” diyerek yönlendiriyor. Buradan da diğer semtlerden insanların hala Moda’daki çay bahçelerine geldiğini anlıyoruz.

Biraz değişen Moda’yı konuşalım isterseniz. Son yıllarda önceden olduğu gibi artık insanlar eğlenmek için Kadıköy’den kalkıp Taksim’e gelmiyorlar. Bunun nedeni ne sizce?

Bunun iki nedeni var. Taksim eğlence alanı olmaktan bir bakıma çıktı ve Moda’da genç nüfusun gelmesiyle eğlence mekânlarının sayısı arttı. Buradaki eğlence mekânları 96 – 97 gibi açılmaya başlandı. Moda bir kulüp gibi, dışlayıcı bir kulüp değil ama. Belirli yerlere gittiğinde aslında sohbet etmeyi isteyeceğin insanlarla karşılaşma ihtimalini biliyorsun. Moda sınırları itibariyle bir kapalılık oluşturuyor ama Moda dışından gelenlerle de karşılaşıyorsun. Kulüp mefhumunun olumsuz yönlerinin atıldığı bir kulüp niteliğinde.

Bu durum aynı zamanda hayatın her noktasında korunaklı olma hali de yaratıyor sanırım. Bazı geleneklerin diğer çok kültürlü semtlere göre Moda’da devam ettiğini görüyoruz.

Moda’nın ve Kadıköy’ün en sevdiğim yanlarından biri, el zanaatlarının hala devam ediyor olması. Örneğin benim Kadıköy’de bir ciltçim var. Büyük ihtimalle o da dükkanı babasından devralmış. Benden 10 yaş kadar büyük olabilir. Mükemmel iş çıkaran ve el ile iş yapan biri. Kapısında tabela falan yok, görünecek bir noktada da değil. Buna rağmen herkes onu biliyor aslında ve en erken bir hafta sonra size istediğiniz işi teslim edebiliyor.

Örücü diye bir meslek olduğunu da Kadıköy’de öğrendim. Ceketimde bir yırtık vardı ve o gün hallolması gerekiyordu. Babam, beni örücüye yolladı ve adını vermemi istedi. Söylediği yere gittim, yüksek giriş bir yerde, yola bakan pencereye yüzü dönük sakince kumaşı ören biri vardı. Önce babamın adını vermedim ve adam bir buçuk ay sonrasına gün verdi. Babamın adını verince o zaman dört saat sonra gelmemi söyledi. Böylece babamın forsunun örücüde geçtiğini de görmüş oldum (Gülüyor).

Diğeri Kadıköy’deki sahaflar. Bu konuda çok iddialıyım, İstanbul’un en iyi sahaflarının Kadıköy ve Moda’da olduklarını düşünüyorum. Mesela Lütfü Sahaf, Akmar’ın üst girişinin olduğu Mühürdar Caddesi’nde. İki doktora öğrencimle birlikte bir TÜBİTAK projesi yaptık, Lütfü’nün bayağı bir yardımı oldu. Sonuç olarak Lütfü yaklaşık 40 yıldır Kadıköy’de sahaflık yapıyor. Bu da demin konuştuğumuz yerleşikliğin bir göstergesi. Şu an oturduğumuz yerin karşısında (Moda Sahnesi) emekli bir subay ve aynı zamanda da tarih öğretmeni olan birinin işlettiği Dil Tarih Sahaf vardı. Ondan da çok yararlandım. İrfan Bey’di yanlış anımsamıyorsam adı. Osmanlıca ve Fransızca bilirdi. Ondan çok iyi kitaplar aldım.

Çok köklü bir şehirlilik kültüründen de bahsediyoruz sanırım…

Tabii ki… Özellikle yakın tarih alanında İrfan Bey çok ciddi bilgi sahibiydi. Ben Osmanlıca bilmiyorum ama Fransızca üzerinden takip etmem gereken kitaplar konusunda çok fazlaca işe yarayan tavsiye almıştım kendisinden. Kadıköy’de başka çok iyi sahaflar da vardı. Bu bakımdan da Kadıköy ve Moda benim için aynı zamanda dip köşe metinlerin bulunduğu bir yer oldu. Ayrıca Moda Sineması benim için en önemli yerlerden biriydi. İstanbul Film Festivali’ndeki izlediğim ilk filmim, 1985 yılı festivalinde gösterilen George Orwell’ın 1984 adlı filmiydi. Moda Sineması’nda izlemiştim. O sırada dijital alt yazı yok. Film bir yerden akarken, çeviriyi de biri kağıttan okuyordu. Gayet el yordamıyla yürüyordu işler.

Ben de sizi önce felsefeci olarak tanıdım ancak sonradan iyi bir okurunuz oldum. Bir okur olarak Moda’ya borçlu muyuz? Edebiyat ile Moda’nın Türker Armaner üzerinden ilişkisi nasıl?

İlk kitabımı sadece Acıbadem’de yazmıştım. Onun dışındaki tüm kitaplarımı burada yazdım. Yazmama gayet iyi bir etkisi var. Özellikle Cem Sokak yaz aylarında fazlaca sesli oluyor. Yazmak için de Moda’nın doğru saatlerini yakalamaya gayret ettim ve bir şekilde Moda’ya uydum. Bu evde bir doktora tezi, 2 öykü kitabı, bir roman ve yeni yayımlanan bir felsefe kitabı yazdım. Moda’nın tahammülün fevkinde gürültüsüne özellikle Cem Sokak’ın kalabalığına rağmen ben gün içindeki zamanı bölerek bir çalışma yolu buldum kendime.

Moda’daki yapılardan en çok hangisi sizi etkiliyor?

Tam Moda değil ama Bahariye’den Hasanpaşa’ya çıkılan yerlerde malzeme olarak çok orijinal değil ama hayli eskiden yapıldığı anlaşılan bazı apartmanlar ve sokaklar var. Belli ki bayağı eski zamanlardan beri oradalar.

10 – 11 yaşındayken Sarıca Konağı çok ilgimi çekiyordu. Bir de Kadıköy’e inerken, metruk duvarlar var. Belli ki o duvarlar çok uzun zamandır orada duruyorlar. İnsanların iyiliğinden midir nedir ama kurban edilmemiş, bir şekilde kalan çok eski yıkık duvarlar var. Yıkılmamak konusunda direniyorlar. Bu tip yapılar ve metruk binalar beni çok etkiliyor. Ayrıca Moda’nın denizle ilişkisi, Boğaz’ın diğer noktaları gibi değil; deniz orada var ama o deniz büyük ölçüde sabit duran bir deniz. Demirlemiş gemiler var. Boğazdan geçmek için demir atmış gemiler. Moda’nın kalma haline alışmış gibiler…

Etiketler

Bir yanıt yazın