“Mimarlık Edimi Hareketi, Mekanı ve Kullanımı Örtüşük Olarak Tasarlamaktır”

Deneyimli yarışmacı ekip SE Mimarlık üyeleriyle ofislerinde bir araya geldik ve yarışmalara odaklanan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Se Mimarlık Selim Velioğlu, Erce Funda, Orkun Özüer ve Ersen Gömleksiz‘den oluşuyor. Kendi ifadelerine göre, 326 kg ağırlığında, 7,26 m uzunluğunda, 166 yaşındalar ve 74 yıllık bir mesleki deneyime sahipler.

Aslı Uzunkaya: Yarışmacı bir ekip olarak tanınıyorsunuz. Yarışmalar sizin için nerede duruyor? Başka ne tür işler yapıyorsunuz?

Selim Velioğlu: Hayvanlar arasında yarışma düzenlenmiş, yarışmaya tazı, jaguar, kaplan gibi hızlı koşanlar, kartal, şahin gibi uçucular, yunus, köpekbalığı gibi usta yüzücüler de katılmış. Sonuçta yarışmayı paytak paytak yürüyen, kanat çırparak yerden biraz yükselebilen, suda boğulmadan debelenen ördek kazanmış. Bu öykü yarışmaları kötülemek için iyi bir örnektir. Peki ama nice nitelikli yapıyı mekân kültürüne kazandıran da yarışma kurumu değil midir? Yarışmalar genç bir mimar için mesleğe bağımsız ve özgür bir tasarımcı olarak katılmak için yegane fırsattır. Ayrıca mesleğe yeni düşünceler kazandırılmasına yeni denemelerin yapılmasına da olanak sağlayan bir alandır. Yani hem mimara hem de mimarlık ortamına katkı sunan bir mekanizmadır. Bu nedenle yarışmalara ilgimiz her zaman canlı. Yarışmalar dışında her türlü konu ve büyüklüğe ilişkin tasarım ve uygulama hizmetleri yapıyoruz.


Şile Mercanköşk Sosyal Tesisi- “…alanın Mercanköşk yapısı ile birlikte deneyimlendiğinde izleyiciye doğal-yapma çevre ikilemine ve iç içeliğine özgü anlamlar duyumsatacağı düşünülmüştür.”

Birlikte çalışma durumunu nasıl organize ediyorsunuz? Herkesin özellikle üzerinde durduğu, üstlendiği görevler var mı?

Orkun Özüer: Temel tasarım kararlarını birlikte tartışarak alıyoruz. Selim Hoca’nın tecrübesi bazen olumlu bazen de olumsuz etki yapıyor. Daha sonra ben ve Ersen çizimleri hazırlarız, Erce daha çok üç boyutları yapar, maket Ersen’in uzmanlık alanıdır. Selim Hoca da musallattır yapılanlara.

Tasarım yaparken özellikle dikkat ettiğiniz noktalar, benimsediğiniz bir yöntem var mı?

Erce Funda: Yıllar önce ben daha öğrenciyken Selim Hoca proje dersinde bize “Mekânsal Tasarım Cümleleri Kılavuzu” adında geliştirdiği bir tasarlama yöntemini aktarmıştı. Meslek yaşamı boyunca o güne değin yaklaşık 20.000 kadar, mimarlık alanında öne çıkan tasarımı ayrıntılı olarak incelemiş ve bu tasarımları oluşturan temel düşüncelerin aslında otuz küsür kadar olduğunu saptamış. Mekânsal Tasarım Cümleleri adını verdiği bu düşünceleri bize verip, çevre ve içerik verilerine bağlı olarak bunlardan uygun olanlarını seçerek kümeler halinde tasarımı biçimlendirecek bir kılavuz olarak kullanmamızı önermişti. Halen bu yöntemi kullanıyoruz. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler bu yöntemi Selim Velioğlu’nun geçen yıl çıkan “Bir Açılış olarak Mekân” adlı kitabında bulabilirler.

Benim de kitapta okuduğum ve özellikle altını çizmek istediğim bazı yerler var:


“Öğrencilik yıllarımdan başlayarak, mekân tasarımına ilişkin iki zıt anlayış beni etkilemiş ve ikilem içinde bırakmıştır.”… “Birbirine denk güçteki bu iki yaklaşımın, çevre ve içerik verilerinin çok baskın olduğu koşullarda bile, tasarımın ve yaratma ediminin doğası gereği kendi alternatif çözümlerini geliştirme olanağı bulabilmeleri, her yeni tasarım sorunu ile karşılaştığımda ikilemin sürmesine neden olmuştur. Bendeki bu ikilemin ortadan kalkmasını sağlayan ise, doktora çalışmalarım sırasında inceleme olanağı bulduğum Jan Gehl’in “Life Between Buildings” ve Bernard Rudofsky’nin “Architecture Without Architects” adlı yapıtlarıdır.
 

“… biyolojik kapalılık içinde bir “açılış” olan insanın yaşamı boyunca deneyimleyeceği her şey ideal düzlemde onu olumlu etkilemeli ve yaratma potansiyelini uyarmalıdır. Bu deneyimlerin temel zemini ise insanı kuşatan mekânsal çevredir. Mimarlık edimi temel olarak çevre ve içerik verileri ile insani beklentiler ışığında hareketi, mekânı ve kullanımı örtüşük olarak tasarlamak biçiminde tanımlanabilir.”
 

“Açılış’ın tasarımlarımızda hem anlamsal hem de mekânsal olarak karşılığını bulduğunu söyleyebilirim.”
 

“Yarışmaların öncelikle temel yaklaşımların çarpıştığı bir zemin olduğu düşünülürse, yarışmacının iki tür beceriye sahip olması gerektiği söylenebilir. Bunlardan biri, araştırma aşamasında incelenen örnekleri arka planlarındaki temel düşünce ve kavramlara ayrıştırma becerisi, diğeri ise, tasarım aşamasında temel düşünce ve kavramları tasarıma dönüştürme becerisidir.”
 

Yarışmacılara dair bu tespitlerinize ek olarak yarışma sisteminin diğer aktörleri üzerine düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Selim Velioğlu: Yarışma sisteminin kilit unsuru jüri’dir. Jüri, yarışma şartnamesinin hazırlanması, katılımların değerlendirilmesi ve yarışma sonrası süreçte tasarımın olumlu olarak hayata geçirilmesi konusularında sorumluluk taşır. Sadece doğru değerlendirme yapmak dışında yarışmayı açan kurumla kazanan tasarımcılar arasındaki olası sorunları gidermeye yönelik olarak mimarlık mesleğinin doğrularını gözetecek biçimde etkin olmayı da başarmalıdır.


Fenerbahçe Dalyan Sosyal Tesisi- “…tasarımı biçimlendirecek iki temel özellik ortaya çıkmıştı. Bunlar, Dalyan Koyu’ndan ve sahil şeridinden algılamada, yapının kentsel bir öğe olarak silueti anlamlandıran bir değer olarak tasarlanması; yapı içinden algılama ve kullanımda ise Dalyan Koyu ve Marmara Denizi görünümlerine dolaysız açılışın sağlanması gereklilikleri olmuştur…”


İTÜ Dr. Natuk Birkan Okulu- “… yapı alanı, kavranabilir ve sürprizli bir çevre elde edebilmek amacıyla mekânsal bir ‘çokluk’ olarak tasarlanmıştır…”

Uzunca süredir bu işin içinde olmanız dolayısıyla yarışmalar sizin için bir risk olmaktan çıktı mı? Deneyimleriniz doğrultusunda yeni ekiplere tavsiyeleriniz var mı?

Orkun Özüer: Geçenlerde Selim Hoca ile hesapladık, 98 yarışmanın 76′ sında dereceye girilmiş. Bu da %78 lik bir yüzde. Önemli olan yılmadan devam etmek, bir noktadan sonra form tutuyorsunuz ya da “oluyorsunuz”. Selim Hoca bize hep arkadaşları Hasan Özbay ve Tamer Başbuğ ikilisini örnek verir. İlk ödüllerini almadan önceki 40 yarışmada hiç derece alamamışlar ama yılmadan devam etmişler.

Yarışmalarda “kazanılan” başarının ardından gelen süreç de önemli. Nitelikli projeler elde edilmesine rağmen kimi zaman uygulanamıyor ya da uygulama esnasında epeyce değişikliğe uğruyor. Sizin bu konuda yaşadığınız deneyimler nasıl?

Selim Velioğlu: Tasarımcı, işveren ve yüklenici arasındaki uyum veya uyumsuzluk tasarımların kaderini belirliyor. Örneğin Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu projelerinde uyum, Eskişehir Tepebaşı Belediyesi Hizmet Binası’nda ise uyumsuzluk sözkonusuydu.


Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası- “…TNB Merkez Binası, günümüz mimarisinin temel sorunu olan ‘doğal değerler’ ile ‘yapma çevre’ ve ‘yapı ile dış mekan’ bütünlüğüne ilişkin kullanıcıya anlamlar duyumsatacak biçimde, tümüyle bir ‘iletişim ortamı’ olarak tasarlanmıştır…”

Ersen Gömleksiz: Yakın zaman aralıkları ile kazandığımız, Şişli Lisesi, Uşak Belediyesi Hizmet Binası ve Denizli Şirinköy Eğitim Yerleşkesi yarışmaları sonrasında tümünün uygulama projeleri ve ihale dosyalarını hazırladık, ancak yönetim değişiklikleri nedeniyle uygulama süreçleri henüz başlamadı. Önemli bir zaman kaybı sözkonusu. Kamu yönetiminde devamlılık kavramı ne yazık ki ülkemizde karşılığını çoğunlukla bulamıyor.


Uşak Belediyesi Hizmet Binası-“Kurgu, alan boyunca uzanan “yeşil omurga” ve “su boyu” ile mekânsal olarak bütünleşmektedir.”


Denizli Şirinköy Eğitim Yerleşkesi- “… Tasarım ölçekli kütleler ve ardışık dış mekânlardan oluşan bir bütünlük olarak ele alınmış, ‘sıfır artık alan’ hedeflenmiştir.”


İTÜ Havacılık Müzesi- “…Mekânsal anlamda ise yapı, içeriği ile de anlamsal olarak ilişkilendirilebilecek biçimde içten dışa ve merkezden çevreye yönelen, benzer öğelerin tekrarı yoluyla oluşturulan mekânsal bir ‘çokluk’ olarak tasarlanmıştır…”


Yaban Hayatı Müzesi- “…Soyut-ideal düşünce düzleminde değerlendirilmeye çalışılan sorunun tasarıma yansıması ise, fiziksel olarak küçük ve az yer kaplayan, sunduğu olanaklar çerçevesinde ise zengin bir mekânsallığa ulaşma düşüncesi olmuştur…”

“İnsan evrene doğru bir ‘açılış’tır ve sonradan katılır. Önce konuktur, sonra evsahibi… İçinde yer aldığı çevreye açılır, onunla sağlıklı olarak bütünleşirse, özgün kimliğini kazanır ve çevreye yeni değerler katabilecek düzeye erişir, evrenin boyutlarını büyütür ve evsahibi olur.”

Kitabınızda böyle bir tanımlama yapıyorsunuz. Çevre ile kurulan ilişkiyi önemseyen, varolanı sekteye uğratmayan ve süreklilik üzerine kurulu yaklaşımınızı projelerinizde görmek mümkün. Bu doğrultuda İstanbul’un mevcut haline dair görüşlerinizi alabilir miyim?

Selim Velioğlu: Hangi eğitim düzeyinde olursa olsunlar genellikle insanlar yaşadıkları mekânsal sorunlardan ya da çarpık kentleşmeden, işlevsel ve estetik sorunlardan tasarımcıları, mimarları sorumlu tutarlar. Oysa ki tüm bu sorunlar mimarların mesleklerini yapmalarından değil, yapamamalarından kaynaklanmaktadır. Mesleki doğrular, insani ve ekolojik değerler ne yazık ki, güç ve karar mekanizmaları tarafından vicdansızca göz ardı edilmekte, popülist, çıkarcı, aç gözlü yaklaşımlar baskın olarak toplumsal yaşantıyı ve mekânı biçimlendirmektedir. Sorunların çözümü için gerekli olan ise, mesleki birikime, uzmanlığa, bilime ve yaratıcılığa saygının toplumun tüm kesimlerince samimiyetle özümlenmesidir. İstanbul parazitlerden, hormonlardan, patolojik büyüme ve yüklenmelerden arındırılmalı, doğal ve kültürel değerleri öne çıkaran planlar, yaklaşımlar geliştirilmelidir.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın