Levent Mahallesi’nin Plazalara Kurban Edilmesine Ramak Kalmıştı

Banu Karabey ile, planlandığı dönemde çağdaş yaşam koşullarının tüm gereklerini karşılayan bir konut bölgesi olarak tasarlanan 1. Levent Bölgesi'nin, zaman içerisinde geçirdiği değişim ve alınan Kentsel Sit Alanı kararı üzerine konuştuk.

Zeynep Güney: 1980’li yıllarda “Çağdaş Şehircilik Örneği” olarak nitelendirilen, günümüzde ise konutların iş yerlerine dönüştüğü, parkların yerine gökdelenlerin dikildiği 1. Levent Bölgesi’nde yaşayan ve çalışan bir mimar olarak bölgenin bugünkü durumunu anlatır mısınız?

Banu Karabey: Bugün, Levent Mahallesi’nin durumunu değerlendirirken öncelikle çevresel etmenlere ve kentsel gelişime bir bakmak gerekir.

İstanbul, istensin istenmesin kuzeye doğru büyüyor. 1972 yılında açılan Boğaz Köprüsü ve onun bağlantılarının Levent’ten geçmesi bölgede ve aslında bütün İstanbul’da ciddi bir kentsel değişim dönemini başlattı. Köprünün ve çevre yollarının erişim rantının yanı sıra yerel idarelerin verdiği yüksek emsaller, Büyükdere Caddesi’ni gökdelenlerken, Levent Evleri hem tam yeni gelişmenin merkezinde olmaları, hem de potansiyel bir arsa sunumu olan bahçeleriyle değer kazandı. Yani uzun süre, buraya potansiyel rant vadeden bir “arsa” gibi bakıldı. Üzerindeki yapı stoğu ve sosyal doku, kimilerine bu çılgın gelişme karşısında dayanamaz, kolayca kazınıp atılabilir gibi gözüktü. Bu alan üzerinde, her anlamda baskı gerçekten çok büyüktü. Şöyle düşünün, eskiden Karaköy-Galata köprüleri arasındaki dörtgende konumlanan kent merkezi, şimdi yine iki köprü arasında, ama iki Boğaz Köprüsü arasındaki dörtgene kayıyor. Oralarda nasıl dönüşümler yaşandıysa burada da olması doğal karşılanıyor. Herkes, yani plancılar ve yatırımcılar da buna göre pozisyon alıyor.

Diğer yandan, kendiliğinden gelişim de, yani Büyükdere Caddesi’nde imar hakkının yükseltilmesi de, buraların hizmet talebini arttırdı. Yüksek iş merkezlerinin ve AVM’lerin açılması ile oluşan yoğunluk ve büyük şirketlere iş yapan daha küçük kurumların ofisleri, ayrıca, bu kadar insanın yemek yiyeceği restoranlar, kebapçılar, cafe-barlar, eğlenecekleri gece kulüpleri, arabaları ve servis araçları az yoğunluklu Levent Mahallesi’ne yayıldı.

Orta gelir grubuna ait eski konut sahipleri de, eskiyen binalarını yenilemek yerine bu oluşumdan yararlanmayı tercih ettiler. Bir dönemin orta sınıfının ekonomik gücü, bu bağımsız evleri ayakta tutmaya yetmiyordu gerçekten de. Hızla evlerini elden çıkardılar. Ancak, 1996 yılından bu yana buralarda yıllardır yaşayan mahalle halkının, mahallesine sahip çıkması ve bölgelerinin konut özelliğini korumaya yönelik mücadeleleri sayesinde bu olumsuz tabloda bir durma noktasına gelinebildi. Bugün, bir dönem deforme olan mimari yapılar, Beşiktaş Belediyesi’nin de desteğiyle eski biçimlerine uyumlu hale getiriliyorlar. Eski Levent Evleri’nin izdüşümlerinde, çağdaş mimari ögelerin de kullanıldığı güzel yapılar ortaya çıkabiliyor.

ZG: Planlandığı dönemin çağdaş yaşam koşullarının gerekleri olan, okul, çarşı, park, sağlık ocağı ve cami gibi başlıca hizmet birimleriyle birlikte tasarlanan Levent Mahallesi’ndeki 780 yapının günümüzde neredeyse üçte birinin boş olmasının sebebi sizce nedir?

BK: Bazı binaların boş olmasının nedeni, mahalle inisiyatifi ve Belediye yönetiminin işbirliği sonucunda Levent’te artık işyerlerinin özellikle de vur-kaç eğlence yerlerinin açılamaması. Bunların terkettiği binalarda yeni işyeri açmak da mümkün değil. Şimdi Levent Evleri konut olarak kullanılmayı bekliyor. İlginç bir dönemeç sayılır bence bu durum. Burada işyerlerinden boşalan bazı binaların tekrar konuta dönüştüğü çok güzel örnekler var. Bu yerlerin özellikle civar işyerlerinde çalışan yöneticiler için cazip olduğu da bir gerçek.

Ayrıca, bildiğiniz gibi, özellikle de deprem sonrasında müstakil eve ve Kuzey İstanbul’a talep arttı. Tüm bu gelişmeler sonrasında koruma kararları paralelinde Levent’in yeniden konut bölgesine dönüşmesi beklenir. Üstelik hem merkezde, hem de doğanın korunduğu bir bölgede…

ZG: Bahçeli düzende bir orta sınıf mahallesi olarak planlanan bölgenin günümüzde “prestij konut bölgesi” olarak adlandırılmasını nasıl karşılıyorsunuz? Bir orta sınıf mahallesiyken, prestij konutları olarak tanımlanmasına kadar gelinen süreci değerlendirebilir misiniz?

BK: Levent tüm planlarda, “Boğaziçi Geri Görünüm Koruma” alanında kalıyor ve eskiden beri Prestij Mahallesi olarak anılıyor. İlginçtir, bu deyim Levent’in özel mevzi imar planında da, plan lejandında da kullanılıyor. Ayrıca geçtiğimiz yıl içinde Anıtlar Kurulu, Levent’in bugünkü durumunu değerlendirerek, bu statüsünü pekiştirici bir karar daha aldı ve korunması için yerel yönetimlerin dikkatini çekti. Sonuçta, bu yılın başında Beşiktaş Belediyesi’nin de desteğiyle Levent, Kentsel Sit Alanı olarak tescil edildi.

Bu da hem her fırsatta sözünü ettiğimiz kentsel belleğimiz için, hem mimarlık tarihi için, hem de bizler, yani burada yaşamayı seçenler ve burada yaşamaya direnenler için önemli bir kazanım.

Kent çevresinde yapılan her türlü yeni ve bağımsız yerleşimin “Levent’e şu kadar dakika mesafedeyiz” diye reklam yaptığını da hatırlayın.

Başka bir bilgi daha vereyim: Burada, kentin tam “ortasında” 35.000 yetişkin ağaç var. Bunların herhalde ciddi bir bölümü de meyva ağacı. Vahşi gelişmeler karşısında, “sürdürülebilirlik”ten olur olmaz sözedilen günümüzde, bu ekolojik yerleşimin alelade bir arsa olarak algılanıp “plaza”lara kurban edilmesine ramak kalmıştı. Aklı başında herhangi bir kent yönetimi böyle bir yerin üzerine titrer diye düşünüyorum.

Burada, Levent’in ciddi olarak korunması için başka ve çok önemli bir gerekçeyi de eklemek isterim: Büyükdere – Maslak koridorunda engel tanımaksızın gelişen kule – plaza – AVM yapılaşmasının bütün fiziksel ağırlığı ile Boğaziçi’ne akmasını, yüklenmesini engelleyen iki ana tampon bölgeden birisidir Levent yerleşimi. Diğeri de bu koridorun Boğaz tarafındaki askeri yerleşimler ve İTÜ yerleşkesidir.

Ama tüm bunları, İstanbul’u Hong Kong’a benzetmeye çalışanlar pek algılayamıyordu bugüne dek galiba.

ZG: 1. Levent Bölgesi’nin Kentsel Sit Alanı ilan edilmesi sizce bölgeyi nasıl etkileyecek?

BK: Kentsel Sit kararı, hem mimarlık açısından hem de bu yerleşim için çok olumlu bir gelişme. Levent, iyi-kötü, bir dönemin en önemli ve ilginç girişimlerinden biri. Yalnızca mimari bir dönem projesi değil, aynı zamanda bir sosyal proje, bir “Cumhuriyet” projesi. Sözünü ettiğimiz Kentsel Sit Alanı kararı sonrasında artık burada yapılacak uygulamalar için Belediye dışında Anıtlar Kurulu’nun onayı da gerekecek. O nedenle, plana aykırılık teşkil eden mimari değişiklik veya işyeri açma gibi farklı kullanımlar için Belediye üzerinde siyasal veya ekonomik baskı kurulması da artık söz konusu olamayacak.

Sit kararı, “vahşi kentsel gelişme”ye teslimiyet yönünde bugüne dek kimi şehircilerden, bilim adamlarından dinlemiş olduğumuz kötümser yorumlar karşısında da çağdaş kentliler tarafından alternatifler üretilebileceğini, kentsel bağlamda başka çözümlerin de olası olduğunu gösteren çok önemli bir gelişmedir bence.

ZG: Özellikle iki katlı binaların ofis, restoran ve banka şubesi olarak kullanılmasının önüne geçebilmek amacıyla Beşiktaş Belediyesi’nin işyeri ruhsatı vermemesi, 1. Levent’in tekrar konut alanı fonksiyonunu kazanması için yeterli bir önlem mi? Sizce ne gibi önlemler alınmalı?

BK: Bunun için Belediye’nin Levent Mevzi İmar Planı’nda konut lejandı olan evlere işyeri ruhsatı vermemesi aslında yeterli oluyor. Ancak geçmişte Belediye yönetimleri, kurallara uymak konusunda gerektiği kadar hassasiyet göstermediğinden, konut alanı içinde bu tür kullanımlar olabiliyordu.

Kuruluşundan beri Levent’in planında ticaret alanları belirlenmiştir, buralar “mahalli ticaret” olarak belirtilmiştir ve o bölgelerde ticari faaliyet mümkün olabilir, tabii yasalara uyarsanız. Plana uyulması ve yasalar çerçevesinde davranılması sonucunda banka ve diğer işletmeler son zamanlarda konut aralarındaki yerleri terkederek, planda belirlenmiş ticari alanlarda faaliyetlerine devam etmeye başladılar. Bu sayede, örneğin Levent Çarşısı’nda yeni banka şubeleri açıldı. Belediye’nin yaptığı yeni mimari düzenlemelerle birlikte çarşı da yeni bir görünüm kazandı. Bu da olumlu bir gelişme.

ZG: Yaklaşık on yıl önce kurulan ve sizin de üyesi olduğunuz Çağdaş Levent Derneği’nin çalışmalarından bahsedebilir misiniz?

BK: 140’a yakın üyesi olan derneğimiz, öncelikle, yerel yönetimlerle mahalle halkı arasında bir iletişim köprüsü rolü oynuyor. Bir dönem isteklerimizi tek taraflı aktarma, şikayetleri iletme gibi bir çalışma yoğunluğu içindeyken, son dönemde koordinasyon ve işbirliği ön plana çıkmaya başladı. Bu da, çağdaş, evrensel gelişmelerin bir sonucu.

Sivil toplumun yerel yönetimlerin kararlarına katılımı, kentlinin kent üzerine söz söyleyebilme hakkını alması ve çağdaş bir ilişki biçimi kurulmasıyla belki de, bu katılım sürecinin ülkedeki ilk örneklerinden biri. Tüm bu oluşum henüz emekleme döneminde ama olumlu yönde gelişiyor. Bu, yeni bir belediyecilik anlayışına yönelmenin de bir işaretidir.

Bunun dışında mahalle halkı arasında da komşuluk ilişkileri ve dayanışmayı geliştiren sosyal faaliyetler düzenliyoruz. Dernek çatısı altında birleşen mahalleli arasında İstanbul’un başka yerlerinde pek sık görülmeyen doğal bir iletişim ağı oluştu. Bu da yardımlaşma, ya da batıda “neighbourhood watch” diye tanımlanan birbirini kollama, dayanışma ve güvenlik açısından destekleme şeklinde ortaya çıkıyor. Mahallede artık ciddi bir dayanışma olduğunu söyleyebiliriz.

Tüm İstanbul için beklediğimiz ve destek olmak istediğimiz bir gelişme bu.

Etiketler

6 yorum

  • resit-hakan-okumus says:

    Five Minutes.

  • yesim-bay-ekici says:

    Konuyu mimari açıdan doğru bir biçimde izah etmiş.

  • korhan-gumus1 says:

    AKM’nin bu defa da statiğini bahane etmeleri kamuoyunu kandırmaktan başka bir şey değil. Osmanlı döneminden kalan Sütlüce mezbahasını yıkarken de aynı yalanı uydurmuşlardı.
    AKM’nin statik projesi yapıldı. Üstelik bir çok değerli uzman bu çalışmaya katıldı. Ayrıca diğer mühendislik projelerinde de aynı yöntem izlendi. Eldeki projeler son derece yeterli. Bugüne kadar bir kamu yapısı için yapılabilecek en iyi koşullarda geliştirildi, bence gönüllü çabalarla yürütülen bu zorlu çalışma ödül bile almalıydı. Başbakan’ı, iktidar çevrelerini ikna etmek için yüzlerce toplantı yapıldı, büyük bir mücadele verildi. Sonra 1:200 avan projeye göre hazırlanan bir bilirkişi raporu ve mahkeme kararı ile bu çalışmalar heba oldu, Başbakan rahatladı. “Madem istemiyorlar, yapmayacağız” diyerek sivil inisiyatifi dışladı. AKM konusu hala tartışılmış değil. Zaten proje müellifleri olmadan restorasyonun yapılması da mümkün değil. AKM konusunda bağımsız sivil insanlar devre dışı kalınca, o da mümkün olmadı. Yenikapı da öyle oldu, diğerleri de. Bu bir fırsattı.
    Sevgilerimle, Korhan Gümüş

  • ali-h-gunvar says:

    sanırım “bir devrin mimari şifreleri” olmalı yazının başlığı zira içeriğinde devrim kelimesi bile geçmiyor.

  • simla-sunay-ozdemir says:

    “Görgüsüzlüğünüz ve kibriniz dünya çapında ün saldı.”

    “Sizinle, sizde hiç olmayan mimarlık bilgimiz ve kentli olma görgümüz ile mücadele ediyoruz!”

    Bu iki cümleye katılamıyorum. 10 yıldır Dünya’yı gezen, tapınaklara, mabetlere giren, saraylarda kalan biri artık “görgüsüz” değildir. Kaldı ki görgüsüz deme hakkı kimdedir bu da ayrı bir tartışma konusudur. Bir çok “görgüsüz”(?) kişi parkın kalmasını istiyor. Sayın Başbakan görgülü olmasına rağmen, Kasımpaşalı yani Taksim’e aşina olmasına rağmen böyle davranmaktadır. Fettullah Gülen’in Gezi Parkı yorumlarına bakın uyarılar hep nasıldı, “sizin büyük misyonunuz” diyordu. Halkı geçmişe taşıyan zaman makinesini yapmak Erdoğan’ın en büyük misyonudur. Mimarlık da onun zaman makinesi oluverdi kolayca. Zamanımıza çok bilinçli bir biçim dayatması olduğunu düşünüyorum. Keza görgüsüzlükle tanımlanamaz.

    Kadrajı kendimize çevirdiğimizde ise, “kentli olma kültürü” dediğimiz şeyi kırmak içindi Gezi’nin bunca sancısı zaten. Sizin görgü dediğiniz modern, çağını yansıtan, cam, beton neyse, yüksek, gökdelen, neyse kenti var ettiği idealize edilen şey ne ise Gezi, Erdoğan’a olduğu kadar buna da karşıdır. Bunu görmeniz gerekir artık.

    Gezi Parkı bir anti-mimarlık hareketidir!

    İstanbul’da artık görgülü ya da görgüsüz hiçbir yeni yapı yapılmamalıdır. Yeni arsalar imara açılmamalı ve boşluklar korunmalıdır.

    Erdoğan’ın görgüsüz mimarlığının yerine Tabanlıoğlu’nun görgülü yapılarını koymak değildir tercihimiz.

  • nisa-kose says:

    okuyun,paylaşın

Bir yanıt yazın