“40 Gün 40 Gece” Sulukule Platformu

Aslı Kıyak ile son aylardaki gelişmeler, Sulukule Platformu'nun etkisi, planlamada katılımcılık pratiği ve yerellik üzerine konuştuk.

Yerellik ve Direnme
İstanbul’da son zamanlarda gerçekleşen mahalle düzeyinde etkinlikler ve bir araya gelmeler; kent planlama ve mimari tasarım alanından birçok aktör ile mahalle sakinlerine karşılaştırma ortamları oluşturmakta. Küresel pazarlama ve yerel yönetimin neo-liberal kent pazarlama strateji ortaklığı arasında sıkışan İstanbul’da; Sulukule Platformu “40 Gün 40 Gece” son aylarda farklı işbirlikleri ile disiplinler arası bir insiyatif örneği. Aslı Kıyak bu oluşumun kurucu üyelerinden; kendisi ile son aylardaki gelişmeler, platformun etkisi, planlamada katılımcılık pratiği ve yerellik üzerine konuştuk.

Pelin Tan: Sulukule’lilerle nasıl çalışmaya başladınız? Süreçten bahseder misin, özellikle hukuki süreç ve de farklı aktörler arasındaki karşılıklı ilişkiler, müzakereler…

Aslı Kıyak İngin: Son yıllarda İstanbul’un gündemine oturan “Kentsel Dönüşüm ve Yenileme” alanları içine giren Sulukule, katılımcı ve sürdürülebilir yaklaşımdan yoksun uygulamalar sebebiyle yok olma tehdidi altındaydı. Fatih ilçesinde yer alan, Sulukule diye adlandırılan Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri 5366 sayılı kanun ile 2005 Kasım ayında Kentsel Yenileme Alanı ilan edildiğinden beri Sulukule Roman Kültürünü Koruma ve Yaşatma Derneği, UYD ve İYD gibi sivil toplum kuruluşları bölgedeki haksız uygulamalar için mücadele vermeye başladı.

2007 Ocak ayına gelindiğinde; resmi gazetede 13 Aralık 2006’da Bakanlar Kurulunun Sulukule’yi de kapsayan Fatih Bölgesi’ndeki bazı bölgeler için çıkardığı “acele kamulaştırma” kararı yayınlanmıştı. Sulukule’deki yıkımlara 40 gün kaldığı öğrenildi. Tam da bu noktada önceden başlamış hukuk mücadelesi sonuçlanamadan dağılmıştı. Hem hukuk konusunda yeni çıkış yolları aranırken, hem de yıkımlara karşı ses getirecek ve konuya dikkati ve desteği arttıracak acilen bir dizi etkinlikler yapılması gündeme geldi.

Hukuk mücadelesinde kendisi ile görüştüğümüz İstanbul Barosu Çevre Komisyonu Başkanı Av. Ömer Aykul’un önemli yönlendirmeleri sayesinde acele kamulaştırma kararı için bir dava açılabileceğini ve bunun için az da olsa bir sürenin kaldığı öğrenildi. Böylece bölgeye sadece tebligatların gelmesini beklemeden ki hala gelmedi “acele kamulaştırma” kararı için danıştaya yürütmeyi durdurma davası açıldı. Dava başvurusunda konu sadece lokal bir sorun olarak değil, kent sorunu olarak ele alındı ve ulusal ve uluslararası antlaşmalarla da ilişkisi kuruldu ve Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Avukatı İlyas Bulcay ile açıldı.

Hukuk mücadelesinin yanısıra kamuoyu yaratmak ve bölgenin sesini duyurmak amacıyla toplumsal mücadeleyi de birlikte sürdürdük. Yıkımlara 40 gün vardı, kısa zamanda etkili bir şeyler yapılması, sürecin durdurulması, konunun daha şeffaf bir şekilde ve tüm boyutlarıyla tartışmaya açılması gerekmekteydi. Bu noktada tekil ve birbirinden kopuk etkinlikler yapmak yerine, Sulukule’ye teğet geçen konu ve kişileri kapsayacak, uzun soluklu ve süreklilik içeren bir etkinlik dizisi için harekete geçtik. Bu etkinlikler, klasik etkinlik anlayışının ötesinde bölge halkının yer ile kültür ilişkisinin sürekliliğini amaçlayan, yerel gerçekliği güçlendiren ve görünür kılan bir anlayışta oldu. “40 Gün 40 Gece” deyimi geleneksel anlamıyla kutlamalar için kulanılırken burada yıkımlara 40 gün kala, uzun soluklu, pozitif bir kent hareketi, eylemi için kullanıldı.

Etkinliklerin belirlenmesinden, gerçekleştirilmesine kadar ve sonrasında, sürekli olarak yerel halkın katılımı ile hareket edildi, ihtiyaç ve önerileri dikkate alındı. Ayrıca, bölge ile ilgili tüm konulara ve kişilere yer verilmeye çalışıldı. Sulukule’de gerçekleşen gelişmeler, sadece bölge halkını ilgilendiren yerel bir olay değildir, daha büyük ölçekte, İstanbul ölçeğinde ele alınması gerekir. Bu noktada konuyla ilgili olarak, İstanbul ve kente duyarlı olanların, sanatçıların, müzisyenlerin, mimarların, sosyologların, stk’ların, akademisyenlerin, profesyonelerin, ortak bir platformda bir araya gelmesine çalışıldı. Bu anlayışla 18 Ocak 2007’de açık davetle İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde etkinliklerle ilgili geniş katılımlı bir toplantı yaptık. Ve şunu sorduk: Bölgenin mevcut sosyo-kültürel yapısı ve zengin tarihinin yok olmaması, kentsel yenileme ve dönüşüm adına daha sürdürülebilir, katılımcı, yaratıcı ve güçlü bir hareketin, örneğin teşkil edilmesi için 40 Gün 40 Gece neler yapılabilir, pozitif anlamda ne tür projeler, etkinlikler geliştirilebilir? Bir çok proje ve etkinliğin temeli de burada atıldı. Platform süreç içerisinde sürekli yeni katılımlar, deneyim ve katkılarla gelişti. 40 Gün 40 Gece Sulukule etkinlikleri tam da yıkımların başladığı bir dönemde başladı. Etkinlikler, geniş bir kamuoyu yaratarak, konuyu çok farklı yönleriyle gündeme taşımayı başardı ve aynı zamanda yıkım sürecinin durdurulmasını sağladı.

24 Mart 2007’de açılış etkinlikleri ile Sulukule’de başlayan süreç Mayıs ortasına kadar Sulukule, Beyoğlu ve Ünivesiteler’de devam etti. Etkinlikler bölgenin potansiyellerini ortaya çıkarmak için, bölge ve konu ile ilişkili çok çeşitli alana; müzik, dans, performans, tarih, film, sanat, mimarlık, kent, sosyoloji gibi açık tutuldu. Etkinlikler, kamuoyunda önemli ve pozitif bir etki yaratarak, destek aldı. Bölge halkının geleceğe daha umutla bakmasına ve geleceğine sahip çıkmasına aracı oldu. Bu süreçte Sulukule İstanbul ile İstanbul’da Sulukule ile tanıştı, daha yakından ilişkiler kuruldu ve farklı konularda bilgilenme imkanı yaratıldı.

PT: “40 Gün 40 Gece” süreci bölge halkının kent içinde temsil edilme bilincini nasıl etkiledi?

AKİ: Etkinlik sürecinde katılım, bilinçlenme önemli oranda arttı, farklı yaş ve cinsiyetten katılımlarla çeşitlendi. Bölge halkı, son yılların baskı ve dışlanmaları ile tepkisel, güvensiz ve içe kapalı bir topluluktan, bölgeye gelen kişi, kurum ve medyaya daha açık, düşüncelerini, mekanlarını paylaşır hale geldiler. Bölge dışında yapılan söyleyişi, konser ve panel gibi etkinliklere aktif olarak katılım gösteren bölge halkının Sulukule dışında da kendisini temsil ve ifade etmesine zemin hazırlandı. Belediye ile ortak katılımlı tolantılar yapılmaya başlandı. Ve gelinen son noktada şimdi bölgede sokak temsilcileri oluşmaya başladı. Sosyal anket çalışması gönüllüler ve sokak temsilcileri ile birlikte yürütülecek. Her hafta düzenli bir toplanma geleneği oluşturulmaya çalışılmakta.

Her bölgenin kendi karakteristiği ve birikimleri var ve katılım konusunda tek bir şablon yok. Sulukule için de kendi bildikleri, iyi oldukları konu üzerinden yaklaştık. Bölgeye gidip sorunlarını ve isteklerini dinledik, birlikte tartıştık, ve birlikte etkinlikler gerçekleştirdik. Bölgenin geçmişinde ve içinde fazlasıyla yer alan müzik, bölge ile iletişimdeki en önemli araçlardan biri oldu. Sulukule Roman orkestrası bu amaçla bir araya geldi ve konserler verdi. Karşılıklı güven ve birlikte birşeyler yapma deneyimi kazandık. Süreç boyunca her etkinliğin afişini yaparak, etkinlik öncesi email ve web ortamı ile ve Beyoğlu, üniversiteler ve Sulukule’ye asarak duyurusu yapıldı. Her etkinlik öncesi gidip bölgeyi bilgilendirdik, hatırlattık, birlikte hazırlıklar yaptık. Sulukule dışındaki etkinlikler için de arayıp çağırdık, katılımlarını kolaylaştırdık.

PT: Yerel yönetimin planlama stratejileri ile yenileme projeleri arasındaki ilişki nedir? Sulukule bölgesini nasıl değerlendirmek istiyorlar?

AKİ: Belediyenin demeçlerinde burada uygulanan proje, “dünyanın en sosyal projesi” olarak nitelendiriliyor. Ama ön gördükleri model sonucu yüzyıllardır burada ikamet eden Sulukule sakinlerinin evlerini satıp bölgeden gitmesi kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.

Burası boş bir kent arazisi değil. Bu tür yerleşim yeri olan ve sosyo-kültürel yapıya sahip olan alanlarda, mevcut sosyal, kültürel, ekonomik yapı ve halk dikkate alınarak proje üretilmesi gerekir. Belediye proje geliştirirken bölgede çok yönlü bir çalışma ve katılım modeli uygulamamış, sonuç olarak ortaya çıkan proje, bölgede yaşayanların sosyo ekonomik ve kültürel yapısına uygun düşmemektedir.

Ayrıca bölge kentteki benzer diğer dönüşüm alanlarında olduğu gibi bir çöküntü alanı olarak gösteriliyor. Bu durumun kent adına düzeltilmesi de kurtarıcı konumundaki belediyenin görevi oluyor. Bu da “kentsel yenileme projesi” gibi projelerle hayata geçiriliyor. Ama biraz geriye gidersek, 1960’larda açılan Vatan Caddesi ile Sulukule’nin bir bölümünün yıkılmasının ve ardından 1990’larda uzun yıllar sahip olduğu müzik ve eğlence evlerinin kapatılmasının bölgenin sosyal ve ekonomik çöküntü alanı haline gelmesinde büyük rolü var. Fakat gösterilen kötü imajın aksine bölgede yadsınamayacak ve hala yaşama ve gelişme şansı olan renkli bir İstanbul mahallesi ve kültürü var. Sulukule Dünya Mirası Listesi’ndeki sur içi bölgesinde yer almakta ve UNESCO normlarına göre sur çevresi sadece fiziksel yapısı ile değil kültürel yapısı ile de korunması ve yaşatılması gereken bir bölge konumunda.

PT: Bölgede yaşayan ev sahibi, kiracılar hakkında bilgi verebilir misin; bu insanlar kentsel yenileme adı altında yapılan süreçten nasıl etkileniyorlar?

AKİ: Belediyenin bölgedeki tapu sahiplerine sunduğu teklifte; uzun yıllardır sahip oldukları evlerini çok düşük fiyatlardan belediyeye satıp sonra 15 yıl borçlanarak bölgeden bir kat sahibi olmaları sözkonusu ve bu ekonomik açıdan neredeyse mümkün değil. Bir yandan da bölge için alınan acele kamulaştırma kararı ile bölgede bir panik ve belirsizlik ortamı yaratılmış ve henüz hiç bir tebligat gelmesine ve kamulaştırma sürecinin başlatılmasına gerek kalmadan, satışlar hızlanmıştır. Ev sahipleri çoğunlukla evlerini belediye yerine daha yüksek fiyat teklif eden 3. şahıslara satarak başka bölgelere gitmek durumunda kalmaktadır. Aldığımız son bilgilere göre belediye ile proje üzerinden antlaşma yapan 106 ev sahibinin sadece 6’sının bölgeden olması da bunun göstergesidir.

Bölgenin hemen dışına çıkıldığında arsa ve ev m² fiyatları 5-6 katı olarak görülüyor. Bu durumla birlikte yeni önerilen proje ve projenin vaat ettiği yaşam alanı bölgenin yakın gelecekte hızla değerleneceği bilgisini veriyor. Kentsel yenileme projesi ile bölge halkına sunulduğu düşünülen avantaj, aslında araya giren 3. şahısların kullanımına da açık bırakıldığı için farklı bir tablo çıkarıyor. Ekonomik olarak zor durumda olan bölge halkı kendisine belediyeden daha yüksek bedel ödeyen bu şahıslara satışı yapmak durumunda kalıyor. Böylece dolaylı olarak mülkiyet el değiştirmektedir. Ve bölge bir rant alanı olarak talep görüyor. Buna karşı koymak da çok kolay değil. Bunun için bu süreçte bir dava açtık ve 40 gün 40 gece etkinlik yaparak belli bir bilinç ve bilgilenmeyi Sulukule ve İstanbul genelinde oluşturmaya çalıştık. Son 3-4 aydır satışların durduğu bilgisine sahibiz. Ama öncesinde bölgenin 1/4’üne yakın kısmı el değiştirmiş durumda.

Bölgede sayıları azımsanamayacak bir kiracı topluluğu var. Kiracıların durumu daha da kötü, bölgede bir şekilde çok ucuz miktarda kiralara kalırken, bölge dışında bunu bulmaları çok zor. Sürekli gelirleri yok. Bunların kendilerine destek olan ve sahiplenen bu mahalleden başka bir yerde olmaları ve TOKİ’nin Taşoluk’taki konutlarına daha yüksek ödeyecekleri kira bedeline karşılık ev sahibi olmaları da mümkün görünmüyor.

PT: Sulukule’nin tarihi ve kültürel mirası bu dönüşümden nasıl etkileniyor?

AKİ: Sulukule’de bir kültür ve tarihi miras da böylece bir daha geridönüşü olmayacak şekilde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Yenileme bu mahallelerin ve buradaki insanların kalkınmasını, kültürel ve sosyal sürdürebilirliğini içermiyor. Sulukule dünyadaki ilk roman yerleşimlerinden biri ve 1000 yıllık bir roman kültürüne sahip. Bu bölgede 3500 Roman ve 2000 Roman olmayan vatandaş birlikte uzun yıllardır yaşamakta. Hala Osmanlı Tapularına sahip evler var, Mezarlıkları bile eski taşlarla ve tarihlerle dolu. 1969’da Turizm Bakanlığı tarafından Sulukule Turizmi Yaşatma ve Koruma Derneği kurulması da bu bölgedeki canlılığı ve İstanbul için bölgenin taşıdığı önemini göstermektedir. Bölge o dönemlerde sadece bir konut alanı değil, aynı zamanda müzik icra edilen, üretilen canlı ekonomik, kültürel ve turistik bir mahalle niteliğindeydi.

Bölgenin asıl önemi ve gücü, bu bölgenin sosyo-kültürel yapısından kaynaklanmakta. Dünya ölçeğinde bu düzeyde Roman Yerleşimlerine ve kendi içinde oluşmuş özgün ekonomik yapısı olanlara pek sık rastlanmadığı düşünülecek olursa, bölge için üretilecek her türlü çözümün ve projenin öncelikle bu özelikleri dikkate alması gerekir. Bölge halkı ile yapılan görüşmelerde, ekonominin iyi olduğu eğlence evleri döneminde, belediye kendilerine böyle bir imkan sunmuş olsaydı, ödeyebilirdik de demekteler.

PT: “40 Gün 40 Gece” gibi bir ortak platform oluşturmanın zorlukları ve kolaylıkları nedir?

AKİ: Önceki süreçlerde belediye bünyesinde bir platform kurulmaya çalışılmış, ama sürekliliği olmamış. Ve belediye daha sonraları karşılıklı görüşmelere de çok açık olmamış.

40 Gün 40 Gece Etkinlikleri sürecinde yaklaşık olarak 50 kadar kurum, 200 kadar akademisyen, sanatçı, müzisyen, mahalleli, mimar, sosyolog, öğrenci vb.destek verdi, 100’lerce yerli yabancı kişi etkinliklere katıldı.

Farklı düşünce ve anlayıştaki kişi ve grupları bir amaç-başlık altında hem de uzun süreli bir araya getirmek pek kolay değil. 40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu ve etkinlikleri sürecinde, yer yer bunun zorluğunu çektik. Her kişi ve grubun farklı bir vizyonu, söylemi oluyor ve bunu sürdürmeye çalışıyor. Bununla birlikte açılan platforma geniş bir katılım ve destek sağlandı. Bunda platformun pozitif tavrı ve açıklığı ile Sulukule ile ilgili çok çeşitli alanları içine alması etkili oldu. Ayrıca, dernekler ve kurumlar üstü çalışan çekirdek organizasyon ekibinin ve gönüllü desteğinin varlığı da önemli bir bağlayıcılık rolü üstlendi. Farklı disiplinlerden katılımcılar ve bölge halkı platformda kendilerinden bir şeyler bularak her geçen gün destek ve katılımlarını arttırdılar.

Bu etkinlikler ve platform ile yapılmaya çalışılan; konuyu farklı alanlarda ve farklı yönlerinden tartışarak, geniş bir alana yayılması idi. Böylece konunun önemi, zenginliği, potansiyelleri ortaya çıktı ve Sulukule için farklı gelecek vizyonları oluşturulması mümkün olabildi. Güçlü, kararlı bir hareket olarak kamuoyunda dikkat çekti ve destek topladı. Tek çatı altında bir araya getirilen ve geliştirilen etkinliklerin birbiri ile ilişkili olmasına ve bir bütünün parçası olmasına da çalışıldı.

İletişim boyutu da bir platform olabilmenin önemli noktalarından biri. Hem bölgede hem de web üzerinden önemli bir bilgilendirme ağı kuruldu. Her etkinliğin afişleri bölgeye, Beyoğlu ve üniversitelere asılarak, email yolu ile gönderildi ve blogda yayınlandı.

Süreç boyunca bölgenin karakteristik özelliğinden de gelen “müzik”, platformu ve Sulukulelileri güçlendiren bir araç olarak, ana birleştiren, bağlayan konumundaydı..

40 Gün 40 Gece’de Tüm etkinlikler ve platform yerel yönetimi karşısına alan bir yaklaşımdan çok, içine alabilecek, birlikte bir çözüm geliştirmeyi savunan bir yapıda oldu. Bu yaklaşımın olumlu sonuçlarını da süreç sonunda yavaş yavaş almaya başladı. Sulukule platformu, kamuoyunda güçlenen ve desteklenen yapısıyla, belediye tarafından dikkate alınması gereken bir konuma geçti.

PT: Şu anda bulunduğunuz durum nedir?

AKİ: Son 6 aydır yoğun bir tempo sonucu, Sulukule ve sakinleri adına kısa sürede önemli gelişmeler yaşandı. Sulukule’de bu anlamda elde edilecek bir gelişme, sadece bölge ölçeğinde değil, İstanbul’daki ve diğer benzer bölgeler için de önemli açılımlar sağlayacaktır. Bundan sonra daha uzun vadeli, kalıcı adımları gerçekleştirmeye çalışacağız. Çok Ortaklı Protokol imzalanması, alternatif proje ve vizyon üretimi söz konusu olacak.

Gelinen noktayı anlamak adına kısaca bir değerlendirme yapılırsa:
• Mart 2007’de bölgede ufak çapta da olsa yıkımlar başlamış ve gazetelerde bölge halkından hiç tepki gelmediği yazılmaktaydı. Tam bu noktada tapusu belediyede olmayan bir ev içinde elektrik ve suyu kesilmeden, eşyaları ile yıkıldı. Ardından belediye yetkilileri arandığında yanlışlıkla olduğu söylendi ve özür dilendi.
• Aynı tarihlerde, 40 Gün 40 Gece etkinlikleri başladı, Yıkımlar ve satışlar bu süreçte durdu. 40 Gün 40 gece Sulukule etkinlikleri boyunca konu basında geniş ve etkili ve olumlu bir şekilde yer aldı. Ve bölgenin kendi kültür ve kabiliyetleri ile tepkisini ortaya koyması, belediyenin de tavırlarında değişikliğe yol açtı. Ortak bir platformda buluşulması noktasında anlaşıldı.
• Konu 2010 Komitesine taşındı. Ve komite çatısı altında 17 Mayıs 2007’de bir toplantı yapıldı. Toplantının ilk bölümünde konu ile ilgili sunumlar yapıldı: Mayıs ayında bölgede öğrencileri ile katılımcı planlama üzerine çalışmalar yapan DPU(The Development Planning Unit University College London) geliştirdikleri öneri alternatif bir planlama yaklaşımını sundu, Fatih Belediyesi’nden Mustafa Çiftçi, Sulukule için yaptıkları 30. projeyi ve nasıl ele aldıklarını aktardı; DPU’dan Prof.Yves Cabannes, konu ile ilgili genel bir çerçeve çizen bir konuşma yaptı; 40 Gün 40 Gece Sulukule Platformu, Bölgede etkinlikler öncesi ve sonrası yapılanları, tespitleri ve önerilerini aktardı. İkinci bölüm, karşılıklı soru-yanıtlarla devam etti. Toplantı sonucu; çok ortaklı bir protokol antlaşmasının hızla gündeme alınması, çok aktörlü bir komisyon oluşturulması ve bu süreçte yıkım ve satış sürecinin durudurulması gündeme geldi. Toplantı ardından, 2010 Komitesi Belediyeyi ziyaret ederek, çok ortaklı protokol konusunda ilk görüşmeleri gerçekleştirdi.
• 23 Haziran 2007’de Sulukule’de Temmuzda başlayacak olan AB projesi kapsamındaki “Sulukule Mahallesi’ni Geliştirme Projesi”nin duyurusu yapıldı. Proje; İstanbul’daki çok kültürlülüğü desteklemeyi, insanları yaşam çevrelerinden uzaklaştırmadan mahallelerini geliştirmeyi, katılımcı yöntemlerle kendi yaşam çevreleri üzerinde söz sahibi olabilmelerini sağlamayı hedeflemekte.Temmuz ayında “Sulukule Mahallesini Geliştirme Projesi için Ulaşılabilir Yaşam Derneği, İnsan Yerleşimleri Derneği ve Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği bir araya gelerek ve çok aktörlü, ortaklaşa yürütülecek bu mahalle gelişim projesi için çalışmalara devam edecek. Şu anda bölgede kapsamlı bir sosyal anket çalışması başlatıldı.
• Bu günlerde bölge seçim sürecinde milletvekili adaylarının ziyaret noktalarından biri olarak gündemde yer alıyor.

PT: Bu platform ile ilgili deneyimine dayanarak sormak istediğim: komşuluk, mahallelilik ve bu tür bir kolektivizm, ilişkiler ağı üzerinden yürüyen bir kent yerelliği pratiği, alternatif kamusallıklar oluşturulabilir mi? Burada “yerellik”ten tanımım (önceden tanımlamamı istediğin için tanımlıyorum); İstanbul’daki topluluklar ile kent mekanları arasındaki ilişkiden, gerilimden üreyen oluşan bir günlük yaşam pratiği direnme işlevine bürünebilir mi? “Katılımcılık” bu bağlamda ortak görüş altında bir araya gelmek değil de, belirgin bir pratik ile yer almak anlamına gelebilir mi?

AKİ: Üzerine uzun soluklu düşünülmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu altı çizilen bakış açısıyla Sulukule’ye bakılırsa bölge, kent içinde kendi yaşam alanını ve hatta alternatif ekonomisini de geliştirmiş bir mahalle olarak incelenmesi gereken bir örnek olarak karşımıza çıkar. Neo-Liberal kent planlama’da sunulan yaşam modellerinden ayrılarak, kendi modelini oluşturmayı başarmış bir alternatif yapı olarak görülebilir. Bu tür üstten gelen, empoze edilen modellere karşı alternatif yapısı ile bir direnme pratiği oluşturabilir. Bölgeyi sadece etnik bir farklılık alanı değil, Roman olan ve olmayanların birlikte yaşayarak geliştirdikleri özellikli bir sosyokültürel alan olarak görmek mümkün. Bu tür bölgeler gecekondu mahalleri olabileceği gibi, kent içinde mahalle konumunu sürdüren küçük üretim alanları da olabilir.

Son aylarda Sulukule’de STK’lar ve bölge halkının vermeye çalıştığı direnç de bu tür politikalara karşı bir direniş noktası oluşturmakta. Sulukule’de bu anlamda kazanılacak alternatif planlama ve uygulamanın diğer benzer bölgeler için de örnek teşkil etmesi kaçınılmaz. Aslında tabandan yukarı doğru başlayacak bir hareketin, bu tür direnme noktalarının, mevcut neo-liberal planlama yaklaşımlarına karşı önemli bir alternatif olacağını düşünüyorum. Tek başına yeterli olur mu? Bu tür mahallerin ve direnme noktalarının bir bütün iletişim ağında nasıl yer alacağı ve birbiriyle ilişkisi de bu noktada önemli olacaktır. Geçtiğimiz aylarda kentsel dönüşüm ve yenilemeye maruz kalmış mahalle birliklerinin yapmaya başladığı toplantılar, deneyim paylaşımları ve ortak hareket etme arayışları da bu iletişim ağının kurulmaya çalıştığının bir göstergesi.

40 Gün 40 Gece etkinlikleri sırasında farklı mahallelerin farklı direnme pratiklerini paylaşmak adına, Bir gecekondu bölgesi olan Maltepe Gülsuyu Gülensu mahallelerini davet etmiştik. Her mahallenin farklı bir direnme pratiği olduğunu görmek adına ilginçti. Aslında bu farklı mahalle direnişlerinin ortak noktası, hakim neo-libeal kent planlama ve uygulamaları ve onun bir parçası olan kentsel dönüşüm projeleri. Eski yönetimler, gecekondu mahallelerini her seçimde affa uğratırken, artık bu tür bölgelerin görünen ve görünmeyen yıkımlarla yok edilmeye başlandığı bir dönem içindeyiz. Ve bu karşılaşma daha sert oldukça, tepkiler de daha görünür ve sistemli olmaya doğru ilerlemekte.

PT: Kültür başkentleri projeleri genelde kültür etkinlikleri ile sermayenin gayri-maddi emek üzerinden üretime dönüşümünü hızlandırıyor; yani kültür üretimi kent üzerinden sanki burada araçsallaştırıyor gibi geliyor bana; sence gerçekten öyle mi? Bu projeler gerçekten kültür altyapısını geliştiriyormu ve alternatif kültür alanları açıyor mu? ya da sadece devlet ve yerel yönetim politikalarının işine yarayan projeler mi? sence iyi örnek var mı? Son bulunduğun 2008 kültür başkenti seçilen Lüksemburg’da katıldığın konu ile ilgili projeden deneyimlerini aktarır mısın…

AKİ: Aslında nasıl bir sonuç elde edileceği, Avrupa Kültür Başkenti olma durumunu nasıl değerlendirdiğinize göre değişir. AKB bir amaç değil, araç olduğu müddetçe kent adına olumlu gelişmeler elde edilmesi mümkün, bu da klasik etkinlikleri sürdürmek ve çoğaltmak anlamına gelmiyor. 2010, sadece daha çok etkinlik yapılacak bir yıl olarak algılanmamalı.
AKB, o kentin kültürel ve kentsel ihtiyaçları, problemleri, eksiklikleri ve kendine has özellikleri ne ise bunlarla yüzleşmek, geliştirmek ve yaratıcılığa açmak için bir araç olarak görüldüğünde o kentin kültürel alt yapısı için de doğru adımlar atılmış olur.

İstanbul, AKB başvurusunu sivil bir girişim olarak yapan ilk kent. Bu bile kent adına başlı başına önemli bir kazançtır. İstanbul’un bu özelliğini geliştirmesi, bu tür sivil girişim ve oluşumların önünü açmaya çalışması bile 2010 için yeterli bir amaç olabilir. Kendimize şunu sormamız gerekir: İstanbul, 2010 ile neleri hedeflemekte? Ve 2010 sonrası kente kalan ne olacak? sürdürülebilirlik nasıl sağlanabilir? AKB, son yıllarda gündeme oturan ve yakın gelecekte İstanbul’un kentsel ve kültürel yapısını dramatik olarak değiştirebilecek, kentsel dönüşüm ve yenileme hareketleri üzerine çalışılması için bir araç olabilir. Ayrıca İstanbul büyük ölçekli bir kent, bu noktada 2010’un kesinlikle tek merkezden yönetilmesi mümkün görünmemekte, bunun yerine birbiri ile ilişkili çalışan bir alt merkezler ağının kurulması ve aralarında şeffaflık sağlanması, uzun vadeli bir yapılanmanın da önünü açabilir. Şu da bir gerçek ki bu tür projeler kentte bir hareketlenmeyi ve enerjiyi de devreye sokmakta, bir çok büyük, küçük ve alternatif oluşumun da harekete geçmesini sağlamakta. Bu tür bir enerjinin de doğru yönlendirilmesi, güçlendirilmesi ve eşit şekilde kapsanması gerekir.

Bu noktada 2007’de kültür başkenti olan Lüksemburg, İstanbul ile paralellikler göstermekle birlikte, çok da farklı noktalara da sahip. Geçtiğimiz ay, Lüksemburg’da Hou Hanru’nun kuratörlüğünü yaptığı “Trans(ient) City” projesinin bir parçası olan “Urban Lab” Projesine, İstanbul Bilgi Üniversitesi adına katıldım. Bu süreçte bir Avrupa Kültür Başkenti’ni birebir deneyimleme ve inceleme fırsatım oldu. 2007’de ikinci kez Avrupa Kültür Başkenti olan Luksemburg 1995’te ilk AKB seçildiğinde kültürel anlamda neredeyse yok denecek bir alt yapıya sahipken, bu süreçte bugün de devam eden önemli kültür kurumlarını inşa etmiş. Görüldüğü gibi kültür kurumlarının eksikliği sayesinde kültür başkenti seçilmiş, yani AKB ünvanı kendi kültürel problemleri, eksiklikleri ile yüzleşmesi için bir araç olarak almış ve değerlendirmiş.

Bu sene ise daha farklı yaklaşarak, “Luxembourg and Great Region” başlığı altında kendi bölgesinde ve çevre ülke sınırlarını da içine alan 500 proje, 5000 aktivite gerçekleştirmeyi hedefleyerek, etkinliklere ağırlık vermişler. AKB öncesi son 5 yıl içinde Flarmoni, Tasarım Müzesi gibi inşa edilen kültür yapılarının da bu sürece önemli katkısı olduğu görüşündeler. Asıl amaç yakın bölgede bir kültürel network ve ortak çalışma anlayışı yakalayabilmek ki bunun da hiç kolay olmadığını, mesafelerin, çevre ülkelerin farklı bürokrasilarinin, konuya farklı yaklaşımların olmasının yönetim sürecinde büyük sorumluklar yüklediğini arka planını sorduğumuz AKB iletişim sorumlusu Valerie Quilez ifade etmekte. Ve burada elde edilen birlikte çalışma deneyimin de gelecek için önemine değiniyor. Kendisi, AKB’nin amaçlarından birinin de %5 olan kültürel aktivitelere katılımı yukarılara çekmek olduğunu söylüyor ki bunu bu süreçte %20’lere çektiklerini ve yaklaşık %45 oranında da memnuniyet sağlandığını belirtmekte. Lüksemburg küçük bir kent ve farklı deneyimlere, görüşlere açık olmaya ihtiyacı var, bu noktada AKB’nin zengin bir ortam yarattığı hiç şüphesiz. AKB etkinliklerinden bazılarını izleme şansımız oldu, ilk göze çarpan katılım oranındaki eksiklik; Ya çok fazla etkinlik olmasından, ya da İstanbul ölçeğine alıştığımız için böyle algılandığı düşünülebilir. Bir de Lüksemburg genç nüfusunun çoğunlukla ülke dışındaki, çevre ülkelerdeki ünivesitelere gitmesi sonucu kentteki genç enerjiin eksikliğinden de kaynaklanabilir. Bu süreçte eski endüstri yapılarına kültürel işlevler verilerek hayata ve çevrelerine kazandırılmaları da önemli adımlardan biri olmuş. Burada bütün bu etkinlikler içinde katılmış olduğum atölye ve Trans(ient) City başlığı altında gerçekleştirilen etkinliklerin de diğer etkinliklerden farklı olarak; kentin kendisi ve geleceği üzerine açılımlar yapmaya çalışması açısından diğerlerinden ayrıldığını, öne çıktığını görmek mümkün. Bu noktada şu söylenebilir: Bir çok etkinlik yapmak kadar stratejik ve az sayıda da olsa güçlü, kente, kültürel problemlerine açılım getiren etkinlikler yapılması uzun vadede önemli kazanımlar sağlayacaktır.

Kendileri ile İstanbul’da Sulukule ve etkinliklerimizi ziyaretleri sırasında tanıştığımız, bir başka örnekten Lille’den bahsedecek olursak. 2004’te kültür başkenti olan bu kent, Lille 3000 adını verdiği çalışmalarını 2004 bittikten sonra da sürdürmeye devam edior. Bu noktada AKB’nin sağladığı enerji de yadsınamaz. Lille AKB sürecinde işlevini yitirmiş endüstri yapılarını bulundukları mahalleler arasında birer kültürel paylaşım alanına çevirerek, çevresindeki mahalleri, buraya gelen sanatçılar ve kulturel etkinlikler ile birleştirmiş. Böylece farklı bölgeler arasında kültürün bağlayıcı rolünü değerlendirmişler. Ve kentin endüstri sonrası kaybolan dinamizmini kültürel faaliyetlerle yeniden canlandırmaya çalışmışlar.

————————————————————————————————-

Aslı Kıyak İngin Hakkında
Mimar Sinan Üniversitesi’nden mimar olarak mezun olduktan sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde “Kentin Biçimsel ve Mekansal Kurgusunun Çözümlenmesine Dair Bir Yöntem Önerisi: Ayvalık Örneği” teziyle yüksek lisansını, İstanbul Bigi Üniversitesi’nde Tasarım Kültürü ve İşletme Sertifika Programını tamamladı. Halen İstanbul’da Çelik Dizayn Aydınlatma Şirketi’nde tasarımcı ve tasarım yöneticisi olarak çalışmaktadır. Kıyak aynı zamanda Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu İstanbul Şubesi’nin Başkan Yardımcılığı görevini yürütmektedir. Kent, mimarlık, tasarım, sanat ve üretim alanlarında pek çok farklı çalışması bulunmaktadır. Son çalışmalarından biri olan “Made in Şişhane” İstanbul’un temel ve en eski aydınlatma bölgesi olan Galata-Şişhane üzerinedir. Kıyak, özellikle disiplinlerarası alanda; konteks, mekan ve insan arasındaki ilişki ve etkileşiminin incelenmesi ile ilgilenmektedir.

Etiketler

1 Yorum

  • volkan-altinisik says:

    Sayın Haydar Karabey’in bu metni, Taksim ve Gezi Parkı için kaleme alınan en mimari ve çözüme yönelik metinlerden biri diye düşünebiliriz sanırım. Mimar olarak, mimari sorumluluk içinde, direkt mimari soruna odaklı ve çözüm önerisi sunan bir tavır. İhtiyacımız olan, mimarlar olarak, birincil mesele bu. En önemli noktalardan biriyse, “kentliye bilgi vermenin, şeffaf olmanın, yeni öneri ve görüşlere açık olup, ortak karar almanın” öneminin dikkate alınması. Mimarlar, konuya demokratik mimari çözümlerle yaklaştığında ve sesini duyurduğunda, en öenmli tepkilerini, yapıcı bir tutum ve dille zaten vermiş olacaktır diye düşünüyorum.

Bir yanıt yazın